Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

‘Geçmişin Gölgeleri’nde Çerkes sürgünü

Lev Tikhomirov
Gençliğinde Narodnaya Volya üyesi olan siyaset teorisyeni Lev Aleksandrovich Tikhomirov (19 Ocak 1852, Gelencik-16 Ekim 1923, Sergiyev Posad), tutuklanmamak için 1882’de önce İsviçre’ye, ardından Fransa’ya kaçtı.
1888’de sosyalist görüşlerin ateşli bir muhalifi olarak anavatanına döndü.
Tikhomirov’un 1918’de “Geçmişin Gölgeleri” başlığıyla yazmaya başladığı anıları, 2000 yılında yayımlandı. Çerkes sürgününe dair yazdıkları, kitabın 10. bölümünde yer alıyor.

Doğu Kafkasya’nın fethinden sonra Çerkeslerin Batı Kafkasya’dan sürgünü biz Temryuk’tayken (Temrük) başladı. Şamil, Dağıstan vb. konularla ilgili olayların neredeyse tümünü edebi kaynaklardan biliyorum. Ancak Batı Kafkasya’ya gelince, dünyanın benzerlerini neredeyse hiç bilmediği bu korkunç trajediyi bizzat yaşadığımı söyleyebilirim. Bu konudaki literatürü oldukça iyi biliyorum. Bununla ilgili arşiv verilerine biraz aşinayım, çünkü 1887’de Rusya tarihiyle ilgili bilgiler yazacaktım ve bu nedenle Yekaterinodarlu (Krasnodar) ünlü araştırmacı Felitsyn ile iletişime geçtim, Novorossiysk bölgesiyle ilgili arşiv belgelerim vardı, buna katkı sağlayan dönemin askeri lideri Sokolov’a müteşekkirim. Topladığım materyaller, istatistiksel tablolar, planlar ve haritaların tamamı devrim sırasında diğer birçok makalemle birlikte yok oldu. Ancak bu edebi ve arşivsel verilere ek olarak, Batı Kafkasya dağlılarının tahliyesinin tarihini bu olaya katılanların hikâyelerinden biliyorum. Tahliye sanki gözlerimin önünde gerçekleşmiş gibiydi. O zamanlar 10 ya da 12 yaşındaydım ama erken gelişmiş bir çocuktum ve 1887’ye kadar birçok kez olaylara şahit olanların hikâyelerini duymuştum. Bu nedenle, tüm olanlar hakkında çok emin bir şekilde konuşabilirim ve bir şeyi unutmuş veya karıştırmış olsam bile genel olarak tanıklığımın belirli bir belgesel değeri vardır. Bu önsözü yazıyorum çünkü anlatacaklarım, konuyla ilgili literatürdekilere pek benzemiyor ve bunun farkındayım.

II. Aleksandr ve Çerkes delegeler – Çizim: Theodor Horschelt

Baryatinsky ve Evdokimov’un planları

Daha önce de belirtildiği gibi, Doğu Kafkasya’nın fethinden sonra Prens Baryatinsky, Batı Kafkasya’nın fethi için bir plan oluşturmak üzere 1860 yılında Vladikavkaz’da bir toplantı düzenledi. Toplantıda iki plan önerildi.

Prens Baryatinski

General Philipson, Çerkeslere Rus gücünü askeri yöntemlerle gösterdikten sonra insani önlemlerle kalplerini Rusya’ya çekeceklerine, onları kültürel olarak kazanabileceğimize olan güvenini ifade ediyor ve buna inanıyordu. Bu, elbette, tamamen bir fanteziydi. Çerkesler, Rusya’nın egemenliği altında kendi başlarına elde ettikleri refah derecesini koruyamazlardı. Öte yandan, komşu halklara karşı yağmacılık alışkanlıklarını yok etmek için hiçbir şey yapamazdık. Üçüncüsü, Batı Çerkesleri (Adigeler), Rusya’nın varlığından çok daha önce uzun yüzyıllar boyunca bağımsız bir hayat yaşamışlardı. Antik Yunanlar bile “Kerkezler”i, yani Adigeleri bilirler. O zamandan beri geçen bin yıldan fazla bir sürede Çerkesler birkaç fetih yaşadıysa da tamamen yüzeyseldi, bağımsızlıkları yok olmadı ve dahası, fatihlerinin kısa sürede ortadan kaybolduğunu görmeye alışkınlardı. Çerkeslerin anavatanları hükümdarlarından önceki şartlarda kalmaya devam ediyor, istedikleri gibi yaşıyorlar ve istedikleri gibi düzen kuruyorlar. Prenslerini deviren ve demokratik sistemi sonuna kadar geliştiren Şapsığlar arasında da derin ayaklanmalar yaşandı ama hallettiler. Çerkesler, kendileri için dini bir hükümdarın kutsal önemine sahip olmasına rağmen, padişah da olsa Türklerin bile kendi üzerlerindeki egemenliğini tanımak istemezler. Rusya’ya gelince, onları ancak askeri gücün korkunç baskısıyla kendi yönetimi altında tutabilirdi.

General Evdokimov

Evdokimov’un planı ise tamamen farklıydı: “Çerkeslerle anlaşamazsınız, onları kendinize bağlayamazsınız, onları yalnız da bırakamazsınız çünkü bu, Rusya’nın güvenliğini tehdit ediyor elbette ama yağmacı abrekler yüzünden değil. Batılı güçler ve Türkiye, bir savaş durumunda dağlı nüfustan güçlü bir destek bulabilir. Bu, Rusya’nın iyiliği için Çerkeslerin tamamen yok edilmesi gerektiği sonucunu getiriyor. Bu yıkım nasıl sağlanır? En pratik olanı, onları Osmanlı’ya (Türkiye) sürmek ve Rus nüfusuyla birlikte topraklarını işgal etmektir.”

Bir insanın diğerini katletmesine benzeyen bu plan, gaddarlığı ve insan haklarına saygısızlığı bağlamında dehşetli bir şeydi. Sadece Evdokimov gibi bir insanın ruhundan ortaya çıkabilirdi. Askere alınan ve ancak düşük bir subay rütbesine kadar yükselebilmiş bir köylünün oğluydu. Nikolay İvanoviç Evdokimov’un damarlarında bir mujik kanı vardı, enerjikti ve çıkarları söz konusu olduğunda, merhamet denen duyguya çok yabancılaşıyordu. Muazzam bir pratik zekâya, yenilmez bir enerjiye sahipti ama tüm hassasiyetlerden arınmış, tamamen eğitimsiz, sadece okuma yazma bilen biriydi.

Bu plan, çıkarları uğruna her şeyi yıkmaya ve yok etmeye hazır olan Rusya’nın kurucularının soyundan gelen Prens Baryatinsky’nin ruhunda tamamıyla bir karşılık bulmuştu. 1835’ten beri korkusuz ve yetenekli bir savaşçı olarak ün kazanan, birkaç yara alan ve Kafkasya dağlılarını iyi tanıyan Prens Baryatinsky, yaptıkları konusunda onu geride bırakacak olan halefleri Yermolov ve Vorontsov gibi şöhretin ihtişamına kapılmış bir hırsa sahipti. Henüz dağlılara boyun eğdirebilecek bir kişi ortaya çıkmamıştı, ancak Prens Baryatinsky o kişi olacaktı. Ve gerçekten doğu yaylalarını fethetti. Şimdi de başa çıkmanın daha da zor olduğu Batılılar vardı. Adigelerle ilgili olarak, Evdokimov’un söylemek istediğini açıkça anladı: “Ya biz ya onlar, birlikte yaşayamayız”.

Tereddüt etmeden karar verdi: “Öyleyse ölsünler ve biz de onların topraklarında yaşamaya devam edeceğiz”.

 

“Bütün bir ulusu yok etmek ‘insanüstü’ bir eylemdi”

Prens Baryatinsky’nin bir ulusun ölüm emrini Evdokimov kadar içine sinerek verdiğini hiç sanmıyorum. Hayır, mutlaka onun için zordu. O bir aristokrattı; eğitimli ve kültürlüydü, lüksü ve dünyevi nimetlerin tüm inceliklerini biliyordu. Onun alanı savaşmak, kazanmak, fethetmek ve hükmetmekti. Ancak bütün bir ulusu yok etmek “insanüstü” bir eylemdi, hem Cromwell hem de Napolyon’un karşısında bocalayabileceği bir eylemdi. Ancak Kuzey Kafkasya’nın fatihi olarak işini tamamlama ihtişamının çelengini takmak için yapılacak başka bir şey yoktu. Baryatinsky bu nedenle karar verdi. Aristokrat prens ve halktan bir adamın oğlu, soğukkanlı bir şekilde her şeyi Rusya’nın büyüklüğüne feda etme kararlılığı konusunda anlaştılar.

Geniş yetkilerine rağmen Prens Baryatinsky’nin imparatordan izin alması gerekiyordu. Vasili Jukovski’nin öğrencisi olan II. Aleksandr çok hassastı. Sert önlemler ona göre değildi, tüm Avrupa’nın insanlık dışı ve barbar bulacağı ve protesto edeceği bir şeydi bu. Onun içinde de General Philipson’dakiyle aynı “Petersburg” ruhu yaşıyordu. Prens Baryatinsky, 1861’de hastalanmaya başladı, gücü azaldı, 1862’de resmen yöneticilikten ayrıldı ve Kafkasya’yı terk etti. Hayatının geri kalanını yurtdışında geçirdi. Batı Kafkasya fatihi unvanı ona verilmedi. Bu konudaki dahli, yalnızca Evdokimov’u öne çıkarması ve planlarını adıyla onaylamasındadır. Planlar prensipte II. Aleksandr tarafından kabul edilmiş olsa da pratikte her an değiştirilebilirdi. Ve böylece Evdokimov, diplomatik yeteneklerini kullanmak zorunda kalmıştı.

 

“Sen bizim atamanımızsın”

Plana göre, yaylalıların sınır dışı edilmesi ve yerlerine Kazakların yerleştirilmesi eşzamanlı olacaktı. Ama nasıl? Dağlılara bu kadar hassas davranan General Philipson, Ruslardan çekinmeyi gerekli görmedi ve projesine göre, Kazakların kısmen Lineer Ordu’dan, kısmen Karadeniz’deki tüm alaylardan yerleştirilmesine karar verildi. Ancak her iki birlikte de isyan çıktı.

İsyancılar için Khopersky alayına bir askeri ekip gönderildiğinde, Kazaklar müfrezeye karşı birlikler halinde dizildi, her an kanlı bir savaş başlayabilirdi. Aynı güçlü protesto Karadeniz bölgesinde de yapıldı. Kazaklar yeniden yerleşime direneceklerini yüksek sesle haykırdı. O zaman Yekaterinodar’daki askeri lider, General Kusakov’du. Ayaklanma çıkan şehirden kaçmak istedi, ancak Kazaklar peşinden gitti ve onu zorla geri çevirdi. “Sen bizim atamanımızsın ve Kazak çıkarlarını birlikte savunmak için bizimle birlikte olmalısın” diye haykırdılar. Sözde Karadeniz soyluları, yani Kazak subayları, bir protesto düzenleyerek, yeniden yerleşim emrinin, II. Katerina tarafından Kazaklara verilen belgelerle çeliştiğini belirtti. Evdokimov’a iletmesi için belgeleri Kusakov’a verdiler.

Kazaklar, kendileriyle aynı fikirde olmayanlara baskı uygulamak için şiddetli önlemler aldı. Hâlâ çok popüler olan Kazak General Yakov Kukharenko, Petersburg ‘da Philipson planının lehine oy kullanmıştı ve ordu bu yüzden ondan nefret ediyordu. Çok geçmeden intikam aldılar. Kukharenko, Stavropol’e giderken, Çerkeslere topraklarını harabeye çeviren General Babich’in geçeceğini haber verdiler. Bu nedenle Çerkesler, nefret ettikleri Babich olduğunu düşünerek Kukharenko’nun arabasını pusuya düşürdü. Kazak konvoyu hemen kaçtı. Bu şekilde düşmanların eline verilen Kukharenko, ilk başta kılıçla cesurca karşılık verdi, ancak kısa süre sonra yaralandı ve Çerkesler onu bir kementle köylerine sürükledi. Esirlerinin Babich olmadığını öğrendiklerinde ona fidye vermeye hazırlardı, ancak Kukharenko birkaç gün sonra öldü. Kazaklar, Kukharenko’nun çiftliğine saldırarak, ellerine geçirdikleri aile fertlerine ağır hakaretlerde bulundu.

 

“Artık Çerkeslerle değil, kendi Kazaklarıyla savaşmak zorunda kalacaktı”

Kazakların yeniden yerleşime oybirliğiyle karşı çıkması, Evdokimov’un tüm planlarını altüst etmişti. Artık Çerkeslerle değil, kendi Kazaklarıyla savaşmak zorunda kalacaktı. Üstelik böyle bir gidişat, elbette imparatorun gözünde de tüm planları tehlikeye atacaktı. Evdokimov, herhangi bir savaştan çok daha fazla fedakârlık ve beceri gerektiren tavizler vermeye başladı. Önceden belirlenmiş yeniden yerleşim planını derhal iptal etti, birlikleri geri çekti ve Kazaklara yaptığı açıklamalarda, konuyu basit bir yanlış anlama şeklinde sundu.

Kazaklar, köylerindeki tehlikeli insanların tahliye edilmesi konusunda uzun süredir ısrarcıydı. İddialara göre Evdokimov, onların arzularını yerine getirip, Trans-Kuban bölgesini bu tür insanlarla doldurmak istiyordu. Tüm köylere dokunmadan, yalnızca birkaç aileyi tahliye ederek, yeniden yerleşim için sadece Kuban Kazaklarını değil, Don ve Terek Kazaklarını da içeren, hazineden büyük menfaatler sağlayan yeni kurallar hazırladı. Kazaklar sakinleşmişti ve Evdokimov’un elinde toplumun kararıyla tahliye edilmiş veya gönüllü olarak şanslarını Kuban dışında denemeye karar vermiş yeterince insan vardı. Ve imparatorun yeniden yerleşim planının uygunluğu hakkında en ufak bir şüphe bile duymaması için Evdokimov, II. Aleksandr ile kişisel bir görüşmede Kazakların haklı olduğunu ve ilk plan konusunda kendisinin hatalı olduğunu bile söylemişti.

Oysa suçlanacak olan o değil, Philipson’du. Genel olarak Evdokimov, Batı Kafkasya’ya boyun eğdirmek için hem kendisini hem de başkalarını esirgemeden her şeyi yapmaya hazırdı. Yeniden yerleştirilenlere gelince, onlar için her türlü menfaati sağlamıştı. Önceden kulübeler ve barakalar hazırlandı, yeni kurulan Kuban ordusu ve kiliselerin inşası için büyük ödenekler sağlandı. Hazineden üç veya beş yıl boyunca yiyecek verildi (çok net hatırlamıyorum). Bütün bunlar sorunsuzca hallolmuştu.

 

“Ya düzlüğe taşın ya da Türkiye’ye git”

Geriye sadece tek bir tehlike kalmıştı: İmparator, Çerkeslerin kaderine acımamalı ve onların tamamen sınır dışı edilmesi kararını iptal etmemeliydi. Tahliye planı Çerkeslerin önüne Rusya’yı terk etme zorunluluğu getirmemiş, herkese bir seçenek sunmuştu: “Ya ‘düzlüğe’, yani Maykop yakınlarındaki Kuban topraklarına taşın ya da Türkiye’ye git”.

Ama Çerkesler kalmak isterse bu “düzlük” hepsini barındırabilir miydi? Bu bölgeye ancak 100 bin kişi sığabilirdi. Ve böylece resmi istatistikler oluşturmaya başladılar, utanmadan tüm kabilelerdeki Çerkes sayısını azalttılar. Ne yazık ki şimdi sayıları hatırlayamıyorum ama yalan söylediler, dağlıların nüfusunu beş veya on kat az gösterdiler. Bu rakamlar, iki veya üç yıl sonra, nakledilenlerin resmi sayısı ile çürütüldü, ancak St. Petersburg’un yüksek çevrelerini ve imparatoru kandırmak için yalnızca bir dakika bile yeterliydi. İmparatoru Rusya’ya karşı uzlaşmaz olduklarına dair ikna etmek gerekiyordu. Evdokimov bunu 1861’de başardı.

 

Eylül 1861

1861’de İmparator II. Aleksandr, kısmen bu bölgeyi araştırmak, ancak en önemlisi Evdokimov’un nihai emirleri beklemeden ateşli bir hızla çözdüğü Çerkes sorununu sonlandırmak için Kuzey Kafkasya’ya geldi.

Evdokimov, imparatorun beklenen gelişini göz önünde bulundurarak bir numara yaptı. Çerkesler arasında pek çok arkadaşı vardı ve onları etrafına toplayıp konuştu: “Kendisi Çerkesleri seviyordu ve tahliye edilmelerini hiç istemiyordu ama Prens Baryatinsky’nin emirlerine uyması gerekiyordu. Şimdi bizzat imparator geliyor ve Çerkeslerin temsilcileriyle şahsen konuşmak istiyordu. İmparator, tüm insanları mutlu etmek isteyen, nezaket sahibi bir insandı. Dağlılar, tam bir güvenle ona tüm isteklerini ifade edebilirlerdi”.

Evdokimov’un parlak hayallere kapılan arkadaşları, dağlara dağılarak ondan ilham aldıkları fikri her yere yaydı. Politikadan çok az anlayan dağlılar, kolayca tuzağa düştü. Eylül 1861’de imparator, Nijniy Lara Nehri üzerinde konuşlanmış müfrezemize geldi. Şapsığlar, Natukhaylar, Ubıhlar ve diğer kabilelerden delegelerle toplantı yaptı. Delegeler, herkesin önünde temiz yürekle taleplerini dile getirdiler. Topraklarındaki Rus tahkimatlarının yıkılmasını ve birliklerin geri çekilmesini istediklerini beyan ettiler. Ayrıca topraklarında hiçbir Rus yerleşimi ya da herhangi bir Rus idaresi olmamalıydı; bu koşullar altında Rus Çarı’nın üstün gücünü tanımaya ve barış içinde yaşamaya hazırlardı. En muzaffer düşmanın bile Rusya için hayal edemeyeceği bu tür taleplerin yaratacağı etkiyi gözünüzde canlandırabilirsiniz. İmparator emin olmuştu. Ve artık bu işin bitirilmesi için gereken enerji iki katına çıkmıştı.

Çizim: Duğ Aytek Doğbay

Avrupa ve Türkiye

Dağlıların ilk başta Avrupa ve Türkiye’nin şefaatini umdukları not edilmelidir. Delegelerini oralara gönderdiler. İngiltere’ye seyahat etmiş olan Natuhay prensi Kostanuk’un (İsmail Bey) Novorossiysk’e (Tsemez) nasıl döndüğünü hatırlıyorum. Yanında kalabalık maiyeti vardı. Konaklama kampı, Tsemez Nehri’nin kenarındaydı ve Novorossiysk’ten çok net bir şekilde görülebiliyordu.

Tanıdıklarımızdan Dr. Doroshevich, prensin yakın arkadaşlarından birinin hastalığı vesilesiyle çağrılınca Kostanuk’u ziyaret etti. Ancak delegelerin getirdiği haber sevindirici değildi. Herhangi bir yardım bulamamışlardı. Yerleşimcileri sadece Türkiye kabul ediyordu. Çerkeslere baskı yaparak onları kıyıya iyice yaklaştıran hükümetimiz, elbette sahilde olabildiğince çok sayıca gemi olmasını ve Türkiye’nin tüm kapılarını açmasını diliyordu. Dağlılara bir an önce ülkeden ayrılmaları için çağrı yapıldı. Evdokimov, gönüllü olarak tahliye olan ailelere yardım için 100 bin ruble tahsis edilmesini bile istedi. Evdokimov’un diğerlerini devletten para alma umuduyla ülkeyi hızla terk etmeye teşvik etmek için bir söylenti çıkarması gerekiyordu.

Çerkesler önce kendilerini savundular, ittifaklar halinde birleştiler, ölümüne savaştılar. Ama tabii ki her yerde hezimete uğradılar ve dağlılar yavaş yavaş cesaretlerini kaybettiler, hatta kendilerini savunmayı bile bıraktılar. Rus müfrezeleri onları sürekli bir zincir halinde geri itti ve terk ettikleri yerlerde kulübe ve barakalarla dolu köyler kurdu. Onları Kazak yerleşimciler izledi ve hazırlanan köylere yerleştiler. Çerkesler, zaten tamamen kafaları karışmış ve cesaretleri kırılmışken direnemediler ama ayrılmadılar da.

Çabucak toparlanmaları mümkün olmadı, ne yapılacağına, nereye gidileceğine karar vermek de olanaksızdı. Uzun süre düşünmelerine izin verilmedi. Tüm bölgelere müfrezeler gönderildi ve bunlar da birkaç kişilik gruplara ayrıldı. Bu küçük gruplar, köylerin olduğu yerleri veya en azından dağılmış Çerkeslerin saklandığı derme çatma kulübeleri arayarak bölgeye dağıldı. Bütün bu köyler ve kulübeler yakıldı, mülkler yok edildi veya yağmalandı, çiftlik hayvanları ele geçirildi. Dehşet içinde dağıldılar, ormanlara saklandılar, henüz yağmalanmamış köylere sığındılar. Ancak yıkıcı fırtına devam etti ve onları yeni sığınaklarda da buldular.

Sayıları artan mülksüzleştirilmiş kalabalıklar batıya doğru daha uzağa kaçtılar ve amansız kasırga onları daha da uzağa attı, sonunda büyük yığınlar halinde Karadeniz kıyılarına sürükledi. Hayatta kalanlar, buharlı gemilere ve basit teknelere yüklenerek Türkiye’ye gönderildi. Kıyıdaki bu bekleyiş de korkunçtu, çünkü çok az vapur ve yelkenli vardı. Yurtdışına yarım milyondan fazla kişi yollandı. Böylesine bir kalabalığa tekne ya da vapur bulmak kolay değildi ve talihsiz insanlar aylarca kıyılarda sıralarını beklediler. Evet, hiç kimse ulaşım araçlarının zamanında tedarik edilmesini düşünmemişti. Türk hükümeti böylesine büyük bir göçmen kitlesi karşısında şaşkındı. Ve bizim hükümetimiz neden buharlı gemilerin kiralanması gibi önemsiz işlerde bile sınırlı davrandı, bilmiyorum. Muhtemelen, yanlış istatistiklerle aldatıldı ve ayrıca yüz binlerce göçmen beklemiyordu. Yaylalılardan çok para alıp, onları fıçılardaki ringa balığı gibi sandal ve kayıklarına tıkıştıran özel girişimciler, sürgünün hizmetine girdi.

 

Vahşi zulüm

‘Geçmişin Gölgeleri’

Tüm bu vahşi zulüm -başka bir kelime bulamıyorum- yaklaşık dört yıl sürdü ve 1863’te doruk noktasına ulaştı. Çerkeslerin yaşadığı felaketler tarif edilemez. Zulümden kaçarak, kışın eksi 20 dereceye dayanan ayazda barınak ve yiyecek olmadan dolaştılar. Kış ayları, sanki kasıtlıymış gibi alışılmadık derecede soğuktu. Çerkesler arasında özellikle tifüs olmak üzere bulaşıcı hastalıklar oluşmaya başladı. Aileler dağıldı; babalar, anneler evlatlarını kaybetti. Dağlıların kovulmasının dehşetinden bir görgü tanığı olarak söz ediyorum. Tahliye zorunluluğu Novorossiysk’e ulaştığında, Tsemez Vadisi’ni ve körfezi çevreleyen dağların tümünde, yanan köylerden çıkan dumanlar tütmeye başladı ve geceleri her yer alevlerle parıldadı. Bu uğursuz tablo belki bir ay gözümüzün önünde durdu. Sonra köylerden çıkan alev ormanlara sıçradı.

Bu süre zarfında açlıktan, soğuktan ve hastalıktan kaç dağlı öldü, bunu yalnızca Tanrı bilir. Ormanlarda ve civarında cesetleri sayacak kimse yoktu ve bu zaten imkânsızdı. Bizim gözetimimiz altında olan kıyıda bile, ölenler aceleyle gömüldü. Tifo hastalarının cesetlerinin enfeksiyonu yaymayacağına inanıyorlardı. Daha sonra babam bana onların gömüldüğü yerleri (körfezin diğer tarafında) gösterdi, cesetlerin sönmemiş kireçle kaplı olduğunu, çok sayıda olduğunu söyledi ama kesin sayıyı asla veremedi. Literatürde bu konuda herhangi bir veriye rastlamadım. Farklı raporlar, Türkiye’de göçmenlerin farklı yerlerde biriktiğini söylüyor, örneğin “50 bin göçmen, günde 200 kişi öldü” gibi…

Yerleşimciler, tüm Karadeniz kıyısı boyunca Türkiye’ye savruldu, ana tahliye noktası Novorossiysk’ti. Resmi istatistiklere göre, 500 bin göçmenden 100 bini Novorossiysk’ten geçti. Belirli sayıda dağlının dağ kenarlarındaki kısımlarda saklanmayı başardığı belirtilmelidir. Tabii ki sayıları çok değildi. Kazakların yıllar sonra bir Çerkes kampına rastlayıp onlara saldırdığı ve bir Kazakın öldürüldüğü (veya yaralandığı) ve Çerkeslerin kaçtığı bir vaka biliyorum. 1880’lerde, 20 yıldır saklanan birkaç yüz dağlı kıyıya indi ve iki aul (köy) kurdu.

 

“Herkes bugün değilse de yarın bir gemiye veya tekneye binmeyi hayal ediyordu”

Novorossiysk’te dağlıların sayısı sürekli olarak 10-20 bin arasında değişti. Bazıları geldi, diğerleri ayrıldı, ancak sürekli olarak büyük kamplar vardı. Çerkesler, paçavralara dönmüş giysileriyle geziniyordu. Aralarında çok sayıda hasta vardı. Birçok yetim gözüme çarptı. Çerkesler kısmen surların yakınındaki eski Novorossiysk harabelerinde, kısmen Tsemez’in bataklık kıyısında, kısmen de körfezin diğer tarafında yaşıyorlardı. Onlar için en uygun bina, duvarların yarısının hâlâ sağlam bir şekilde ayakta durduğu Serebryakov’un evinin kalıntılarıydı. Pek çok Çerkes sürekli olarak burada toplanıyordu, en azından rüzgârdan korunmak için…

 

Hastalıklar ve açlık

Başka yerlerde durum daha kötüydü. Orada direklerden sefil kulübeler inşa ettiler, ellerine geçen her türlü malzemeyle kapladılar. Birçoğu geldikleri arabalarda yaşıyordu. Herkes bugün değilse de yarın bir gemiye veya tekneye binmeyi hayal ediyordu. Hayvanları ve halı, tabak, sandık, elbise vb. ev eşyaları yanlarındaydı. Novorossiysk sakinleri de göz atmak ve beğendiklerini satın almak için kamplara gidiyordu. Her şey ucuzdu. Türkiye için para biriktiren Çerkesler sadece gümüş karşılığında satış yaptı. O zamanlar Novorossiysk halkının da altını yoktu. Bakır sürahiler, demir kaplar vb. satın aldılar.

Çerkesler arasındaki hastalıklar ve açlık, şehrin sakinleri için o kadar görünürdü ki birçoğu kadınları ve çocukları soğuktan bir şekilde korumak için yiyecek ve çeşitli giysiler getirmeye başladı. Genelde çok şefkatli olan annem, yarı çıplak Çerkes kadınları ve çocuklarına yardım konusunda harekete geçen ilk kişiydi sanırım.

Pek çok Novorossiysk kadını aynı şeyi yaptı ve sonunda herhangi bir tüzük olmaksızın bir hayır kurumu olarak birleştiler. Kampları ziyaret ederken, ebeveynleri ölen veya bir yerlerde kaybolan çok sayıda yetim çocuğu fark ettiler. Birçoğu bu yetimleri almaya başladı. Kazakların bile çocukların sefil kaderinden etkilendiğini ve onları evlerine götürdüğünü söylüyorlar.

Çocuklardan birinin hayatı, dağlarında hayal bile edemeyeceği şekilde gelişti. Doktor ve şarap üreticisi Mikhail Fedotovich Penchul tarafından evlat edinildi. Penchul, evlatlık çocuğunu vaftiz ettirdi, soyadını verdi, çiftliğine götürdü ve ona işlerini öğretti. Bu çocuk, Sergei, akıllıydı ve çok iyi bir mizaca sahipti. Büyüdüğünde, Mikhail Fedotovich onu Kırım’daki Magarach Şarapçılık Okulu’na gönderdi, eğitimin sonunda Sergei vaftiz babasının asistanı oldu ve bir süre sonra yaşlı Penchul ona Sus-Khabl Vadisi’nde kendi bağını oluşturma fırsatı verdi.

Sergei Penchul daha sonra evlendi, Novorossiysk şehrinde ticarete başladı, kamu görevlerine seçildi ve sonunda Novorossiysk’in belediye başkanı oldu. Oldukça zengindi ve saygı görüyordu. Bu arada, Sergei Penchul, elbette içtenlikle ve derinden dindar bir Hıristiyandı.

 

Kafesa ve Bjiz’in kaderi

Annem de iki Çerkes yetimi evlat edinmişti. Kafesa adında bir kız ve Bjiz adında bir erkek çocuğu… Tabii ki ikisini de vaftiz ettirdi.

Kafeza büyüdü ve son derece güzeldi. Uysal, mütevazı ve itaatkâr olan Kafeza, Novorossiysk’e yerleşen bir askerle evlendi, hatırladığım kadarıyla oldukça mutlu yaşadı. Ancak Bjiz, vaftiz adıyla Alexey’in oldukça zor bir insan olduğu ortaya çıktı.

Onu bize getirdiklerinde küçük değildi, yaklaşık 14 yaşındaydı. Öfkeli ve inatçıydı, çalışmaktan nefret ediyordu. Onu açlıktan kurtaran insanlara minnet duymadı, aksine çalışmak zorunda kalmaktan utandı ve annemle babama bir tür düşmanlıkla davrandı.

Subay olmayı hayal ediyordu ama bunun için zorlu bir eğitim ve disiplinden geçmesi gerektiğini bir türlü kavrayamıyordu. Rusçayı çok iyi öğrenmiş olmasına rağmen çok zeki değildi.

Hep kasvetli ve küskündü, istemsizce bir korku uyandırıyordu ve onu ailede tutmak çok zordu. Sonunda bizi soydu, hapse girdi ve sonra ufkumuzdan kayboldu. Ona ne olduğunu kimse bilmiyordu.

Alexey’i yargılamanın benim için zor olduğunu itiraf ediyorum. Ruhunu kimseye açamadı. Belki de anavatanlarını yok eden Ruslardan genel olarak nefret ediyordu ve kendi ortamında yaşasaydı çok daha iyi olabilirdi. Her anlamda vahşi doğaydı. Görünüşü de bunu ifade ediyordu: Şahin gibi kıvrık bir burun, delici bakışlar, yırtıcı kuş ifadeli bir yüz. Dağlarda kalsaydı, muhtemelen bir abrek olacaktı ve bu anlamda soydaşları arasında ün bile kazanabilirdi.

 

“Dağlıların bize karşı büyük bir nefret duymamaları mümkün değildi”

Ve Çerkesler, elbette, Ruslardan nefret etme hakkına sahip. Tarih, Batı Kafkasya’da olduğu gibi, bütün bir halkın imhası hakkında çok az vakayı yazacaktır. Karadeniz’den Laba’ya kadar dağlıların tam sayısının ne kadar olduğunu söylemek zor ama bence 1 milyona yakındır. Bunlardan sadece 100 bini düzlüğe taşınarak bizimle birlikte hayatta kaldı. 500 binden fazlası Türkiye’ye gitti ve çok büyük bir kısmı gemilerde ve Türkiye’de öldü. Sürgün sırasında Rusya kıyılarında gemilere yüklenmeyi beklerken ölenlerin sayısı da sanırım her halükârda birkaç yüz bindir.

Böylece uçsuz bucaksız, verimli, büyüleyici topraklar, binlerce yıldır orada yaşayan nüfustan kökten “temizlendi”…

Dağlıların bize karşı büyük bir nefret duymamaları mümkün değildi ve gemilere tıkıştırılan büyük kalabalıklar, Rusları lanetleyen ve terk ettikleri topraklarının Ruslara hasat ve meyve vermemesini dileyen ağıtlar söylediler.

Büyük bir insanlık dramı yaşandı ve kayıtsız doğa, ne şefkat ne de öfke duymadan sonsuz güzelliğiyle daha önce Çerkesler için parladığı gibi Ruslar için de parlamaya devam etti. (vk.com)

 

Çeviri: Serap Canbek

 

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Yazarın Diğer Yazıları

Инлиорен / Хэусай

Хьатукъуай къуажэ. Хэусхэр зы лъэпкъыцIэщ, Къуажэм хэусу дэс лъэпкъхэр; Хьагъошкъо, Гуэтыжъкъо, Тывкъо, Балкъо. IутIыжъуи лъэпкъиплI дэсщ: Асчэрыкъо, Нэгъожкъо, Гъуаланкъо, Пшырыкъо (Джэтгъэжъ). Къуажэр Хьатукъуай къуажэщ, къуажэр хэкум Кубан...

Аҧсҭазаара алҵра

Аҧсны Милаҭытә Фырхаҵа, 1992-93 Аҧсны-Қырҭтәыла аибашьра ахәра зауыз, Ҭырқәтәылатәи Аҧсны Хаҭарнакра Абжьгаҩы, Аҭрышьба Қафқас Қьаамил Озҭурқ иҧсҭазаара далҵит. Иҭаацәа, иҭынхацәа, иуацәа ачҳара ҕәыҕәа рзеиҕьаҳшьоит.

«Аҵыхәҭантәи Ахәыҧса»з апремие

Аҧсуа режьисиор Наур Гармелиа «Аҵыхәҭантәи Ахәыҧса» зхьӡу икьино филм, 30. Жәларыбжьаратәи Ауааҧсы Изинқәа Фестваль «Сталкер» адамыҕа аанархит. Ҧхынҷкәнмза 9-15 мшқәа ирҭагӡаны Москва иеиҿкааз фестваль...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img