Türkiye coğrafyası deprem kuşağında ve topraklarımızın %78’i deprem riski altında. Tarihsel süreçlere de bakıldığında yaşanmış olan depremler ve acılar bu gerçeği hatırlatmakta. İşte bu gerçeklere rağmen bilimi ve tekniği yok sayan politikalar nedeni ile 1999 Marmara depreminin ardından Türkiye, batısında bu derece büyük bir afeti yakın zaman içinde yaşamamıştı. Bu Türkiye’de deprem miladı olarak ele alındı.
Ancak 2020 Elazığ, Van ve İzmir depremlerinden sonra, son yüzyılın en büyük felaketi 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş, 20 Şubat 2023 Hatay ve 11 ili kapsayan deprem ile yaşandı. Bu art arda deprem ölçeği içindeki yüksek değerlerle yaşanan ve çok büyük bir alanı kapsayan deprem olarak tarihe geçti. Bu felaket 14 milyon vatandaşımızı etkiledi. Resmi verilere göre 53 binin üzerinde vatandaşımızın kaybı kayıtlara işlenmişse de gerçek kaybın bu değerlerin çok üstünde olduğu bilinmektedir. Aradan geçen iki yıllık zamana rağmen, afetin dolaylı ve dolaysız etkileri bölgede ve Türkiye’de devam etmektedir.
Afetin yaşandığı günden itibaren, geçici barınma, enkaz kaldırma, konut yapımı inşaları ve kentsel alanların yeniden yapılanması büyük göçlere neden olmuştur. Yapı stoklarındaki ağır hasarlar ekonomiyi, barınmayı, ulaşımı ve haberleşmeyi ciddi bir şekilde etkilemiş, sosyal ve kültürel yaşam da bu felaketin yaralarını saramamıştır. Depremin yaşandığı andan itibaren tüm Türkiye ve dünyada gelişmeler takip edilmiş, bir deprem ülkesi olan ve 1999 depremini yaşayan Türkiye’de afete hazırlıklı bir yönetim anlayışı görülmemiştir. Geçmiş dönemde yaşanan afetler ve alınan sözde tedbirlerin tamamen ranta dayalı sistemi, ne yazık ki burada da ortaya çıkmıştır.
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile sadece vaziyet planına dayalı bir çizim ile başta tarım alanları olmak üzere TOKİ aracılığında yeni yerleşim alanları yaratılırken deneyimsiz, yabancı ortaklı bürolara geçmişi binlerce yıllık kültürel değere sahip kentlerin planlaması yaptırılmıştır. Kentlerin kültürel belleğini silen, yeni rant ve kazanç kapıları yaratan bu uygulamalar diğer afetlerde de görüldüğü gibi süregelmiştir. Barınma imkânı olmayan vatandaşa bile Kızılay aracılığı ile çadır satan bir afet yönetimi içinde, toplum sorunları ile baş başa bırakılmıştır. İmkânları olanlar yeni hayatlar kurma hayali ile büyük kentlere göç etmiş, koşulları uygun olmayanlar da kaderlerine terk edilmiştir. Bu afette bile konut dağıtımında (Konut bedelleri vatandaştan taksitle alınıyor) anahtar teslim töreninde halka şanslı oldukları söylenebilmiştir. Denetimsiz, plansız, projesiz ve kentleşme ilkelerine aykırı bir şekilde, sadece fiziki yapı yaratma anlayışı ile konutlar üretilmiştir.
Depremin 2. yıldönümünde siyasal iktidar geleceğine dayalı oy kaygıları içinde, alanda birtakım konut teslim törenleri düzenlemiş, aynı günde kullanacakları yolları bile asfaltlayıp bu afeti de kendine reklam aracı olarak gösterişli şekilde kullanmıştır. Bölge halkının yerinden anlattıkları ve teslim edilen konut sayısı ile açıklananların birbirini tutmaması, aradan geçen bunca zamana karşın 700 bin kişinin hâlâ konteyner kentlerde kalıyor olması gerçekleri net bir şekilde ortaya koymuştur. Bölgedeki barınma, sağlık, eğitim, ekonomi, sosyal ve kültürel yaşama dair sorunlar devam ederken, afetlere karşı sağlıklı, güvenli kentleşme ve üretimin sağlanması, kültürel ve tarihi mirasın korunması, alınacak önlemlerin bilimsel, planlı, ilkeli ve gerçekçi yaklaşımlar içinde yapılması gerekir. Merkezi hükümet ve yerel yönetimlerin bu manada geliştireceği politikalar biliminsanları, meslek odaları, üniversiteler ve her türlü kurumun katkı, koordinasyonu ve işbirliği içinde kamu ve toplum yararına sürdürülmelidir. Marmara depremini bekleyen İstanbul başta olmak üzere depreme karşı tedbirlerin acilen alınmasına yönelik bir SEFERBERLİK gerekir. Bu bizim var olma gerçeğimizin ta kendisidir.