Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Çanakkale Savaşı’nda esir düşen Çerkes Tletseruk Mahir’in nefes kesen hikâyesi

Fransızlar, Çanakkale Muharebeleri sırasında ele geçirdikleri Osmanlı esirlerinin bir bölümünü önce Mondros’a, sonra Korsika Adası’na ve son olarak da Fransa’nın Hérault bölgesi kıyısında bulunan Sète yerleşim yeri üzerinden Béziers kampına götürdüler. 5 Aralık 1916’da Kızılhaç heyeti tarafından denetlenen kampta 645 Türk esiri bulunmaktaydı. Bunlardan 29’u astsubay, 612’si er, 3’ü sağlık görevlisi ve 1’i imamdı. İşte bu esirlerden biri de Kumkale muharebeleri sırasında esir düşen Düzceli Mahir idi.

Çerkeslerin Tletseruk sülalesinden olan Mahir, Béziers kampında esir olarak bulunurken 20 arkadaşıyla birlikte buradan kaçmış, 17 arkadaşı yolda ele geçtiğinden yalnızca iki arkadaşı ile İspanya’ya geçmeyi başarmıştır. Düzceli Çerkes Mahir, İspanya’da iken Barselona Şehbender Vekili Aziz Nizamettin’in kendilerine yaptığı kötü muameleyi şikâyet eden bir mektubu İstanbul’daki yetkili makamlara göndermiştir.1 Fransa ile İspanya arasında Pirene Dağları’nda 13 gün 13 gece süren var kalma savaşını kazanan Mahir nihayetinde İstanbul’a dönmüştür. Mahir arkadaşlarıyla birlikte görülmemiş zorluk ve tehlikeler atlatmış, Pirene Dağları’nı aşarken birkaç patatesle birkaç baş soğandan başka bir şey yememiştir. Kahramanımız Hollywood filmlerine taş çıkartacak macerasını 1935 yılında Akşam Postası muhabirine2 şöyle anlatıyor:

“O zaman daha gençtim. Sakalım, bıyığım henüz yeni çıkıyordu. Sıhhiye onbaşısı olarak Birinci Çanakkale Harbi’nde bulundum. Talihimiz kötü gitti. 500 kişiyle birlikte Fransızlara esir düştük. Fransızlar bizi ilk önce Mondros’a götürdüler. Burada 9 ay kaldıktan sonra Korsika Adası’na nakledildik Burada da 2 ay kaldık. Bundan sonra bizi Bezi’ye ve oradan da Halet’e götürdüler. Esir düştükten beri sürekli olarak kaçmayı düşünüyordum. Fakat nasıl yapabilirdim? Gardiyanlar, muhafızlar bizi gözlerinden bir türlü ayırmıyorlar, esirlerin karargâhından kuş uçurmuyorlardı… Fakat biz ne olursa olsun muhakkak surette kaçmaya karar vermiştik. O zamana kadar çat pat Fransızcayı da sökmüş bulunuyorduk. Yalnız sırtımızda yollu mahpus elbiseleri vardı. Bununla dışarıda hemen yakalanırdık. Bu rağmen kaçmak azmimiz bize her şeyi unutturdu. Her şeyi göze aldık. Ve bir gece vakti yirmi kişi birden Pirene Dağları’nın yolunu tuttuk. Hep birden ele geçmemek için ufak ufak gruplara ayrılmıştık. Bu şekilde ilerlerken sürekli arkadaşlarımızın yakalandığını duyuyorduk… Kaçma planımız çok basitti. Gündüzleri tarlalara veya ormanlara gizlenip yatıyor, geceleri ise durmadan yol yürüyorduk. Bu şekilde elene elene ancak bizim grup kaldı. Ben, Beykoz’un Hüseyinli Köyü’nden 25 yaşlarında Ali ve Erzurumlu 45 yaşlarında Kadir… Diğer bütün arkadaşlar yeniden Fransızların eline düşmüş, kaçak olarak yalnız bir biz kalmıştık. Fransız hükümeti her ne pahasına olursa olsun mutlaka bizi ele geçirmek istediğinden her tarafa müfrezeler çıkarmış, izimizi takip ediyordu. Yol bilmiyorduk. Gündüz güneşe, gece aya bakarak istikametimizi tayin ediyor, ilerliyorduk. Fakat tahminimizin aksine günler geçiyor, bir türlü sınıra varamıyorduk…”

Yaşanan binbir türlü zorluktan sonra kahramanımız Mahir için 13 gün sonunda zaferi müjdeleyen ilk durak Barselona olur. Çerkes Mahir o anı şöyle aktarıyor:

“…Bu şekilde 13 gün görülmemiş eziyetler ve sıkıntılar atlattık. Üstümüze köpekler hücum etti. Askerler tarafından kovalandık. Beş altı defa daha açlıktan ve yorgunluktan ölüm tehlikeleri geçirdikten sonra nihayet bir gece yarısı Fransa-İspanya sınırını geçmeyi başardık. Oradan Barselona’ya vardık. Barselona’da elçiliğimiz falan yoktu. İşlerimize Alman elçiliği bakıyordu. Bizi ilk önce tahtelbahirle (denizaltı) Almanya’ya kaçırmak istediler. Fakat İngilizler işi keşfettiklerinden bu teşebbüs suya düştü…”

Macera filmlerine taş çıkartan bu serüven ‘mutlu son’ ile noktalanır ve Mahir İstanbul’a ayak basar basmaz vatan toprağını öper. Son söz yine onun:

“…Barselona’da iş bulmuş, epey de para biriktirmiştim. Şimdi bir an evvel İstanbul’a ailemin yanına gitmek istiyordum. Fakat İstanbul işgal altındaydı. Fransızların eline düşmek de benim için bir felaketti. Hiçbir vapur beni İstanbul’a götürmüyordu. Nihayet güç bela bir vapur sekiz İngiliz lirasına karşılık olarak beni Pire’ye götürmeyi vadetti. Sahte bir pasaport ele geçirdim ve hareket ettim. Pire’de de ayrıca bir İtalyan vapuru buldum. İstanbul’a kadar gelmek için üç İngiliz lirasına bir bilet aldım. Hareket ettik. İstanbul limanına gelmeden evvel pasaportlarımızı topladılar. Biraz sonra herkese iade ettikleri halde bana vermediler. Vaziyet gayet nazikti. Vapur Galata rıhtımına da iyiden iyiye yaklaşmıştı, vakit tam gece yarısıydı. Ne olursa olsun diyerek bu esnada vapura tırmanan bir kayıkçı ile anlaştım. Eşyalarla birlikte iplere asılarak kayığa indim. Sirkeci rıhtımına ayak basar basmaz yere kapanarak toprağı öptüm. Fakat bundan sonra da gümrük memurlarıyla uğraştım. Ne ise adam Türk olduğundan halimi anladı. Ve bir otele kapağı atabildim…”

Düzceli Mahir İspanya’da iken Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti (günümüzün Kızılay’ı) tarafından 1912’de uluslararası kuruluşlarla bağlantılı olarak kurulan Üsera Heyeti’ne (Esirler Komisyonu) yazdığı Ekim 1919 tarihli şikâyet mektubunda Çanakkale’nin Kumkale ve Seddülbahir cephelerinde yiğitçe savunma yaparken Fransızlara esir düşen askerlerin İspanya’ya göç ettiklerinde karşılaştıkları kötü muameleden bahseder. Mahir Hulusi, İspanya’da bulunan Osmanlı elçilik memurlarının askerlere kolaylık gösterip yardımcı olacağı yerde, iade edilmek kaydıyla paralarına el konup tutuklandıklarını, aç ve susuz bırakıldıklarını belirtir. Mektupta Roma İmparatorluğu’nda hüküm sürmüş ve zalimliği ile bilinen ‘Neron’un bile kabul etmekte utanacağı’ benzetmesi ile bu süreçte yaşadıkları zulüm ve işkencelere vurgu yapılmakta ve vatana dönmek için yardımcı olunması istenmektedir. Düzceli Mahir’in mektubunda dikkat çeken bir başka çarpıcı nokta ise İspanya Konsolos Vekili Aziz Nizamettin’in kanun ve adalet namına cezalandırılmasını talep etmesidir. Hollywood filmlerine taş çıkartan bu hikâye mutlu sonla neticelenir.

Düzceli Mahir’in oğlu Kuyumcu Sami olarak bilinen Tletseruk Sami Altun Düzce’de yaşamakta ve aile kuyumculuk yapmaktadır.

1BOA, HR. SYS. 2713/8, Belge No: 25-26.

2Akşam Postası gazetesi. “On Üç Gün Ölümle Pençe Pençeye!”, 11 Temmuz 1935, s.9.

Derleyip yayına hazırlayan: Gut’e Nejat Özsoy

 

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Yazarın Diğer Yazıları

3 gemide 3.000 Çerkes

Kıbrıs’ta can pazarı Fransa’nın Larnaka konsolosu Louis Dumesnil de Maricourt’un oğlu Léon de Maricourt (1842-1902), 1864’ün ekim ayının sonlarında Kıbrıs’a gitmişti. Daha sonra Kudüs’ü ziyaret...

CHP’de ön seçim

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), cumhurbaşkanı adayını belirlemek amacıyla 23 Mart Pazar günü ön seçim yapma kararı aldı. Yaklaşık 1,6 milyon üyesi bulunan CHP, bu...

EĞİTİM-SEN etkinlikleri

Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’ndan (Eğitim-Sen), 21 Şubat Dünya Anadili Günü dolayısıyla yapılan açıklamada, anadilde eğitimin temel bir hak olduğu ifade edildi. Eğitim-Sen’in açıklamasında şunlar...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img