Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Şapkeka…

Vadi, iki yamaç üzerinde, karşılıklı uzanıyor, tabandan akan dere, vadiyi iki yakaya ayırıyordu. İki yaka da ormanlıktı, çeşitli ağaçlarla kaplıydı. Ağaçlar bahara durmuştu, kimi dallar yapraklanırken kimi dallar çiçekleniyordu. Her sabah ve akşam, vadinin iki yakasında, ormanda, konakladıkları ağaçtan iki kuş karşılıklı birbirlerine sesleniyorlardı:

-Şapkeka, şapkeka…

Diğer yönden öbürü cevaplıyordu:

-Şapkeka, şapkeka…

Bulunduğum yerden, sabahın serinliğinde, ormandan yayılan mis gibi havayı ciğerlerime çekerken, kuşların o sesi beni, 7 yaşında yurdundan edilen dedemin çıplak ayağıyla yollarda bıraktığı izlere götürüyordu…

Bugün, geçmişimizin zorunluluğunu, atalarımızın çıplak ayaklarla yürüyüşlerini, içselleştirmek zorunda olduğumuz acılarımızı, bu sesleniş, şapkeka, şapkeka diye, tüm çıplaklığı ile hatırlatıyordu…

Mayıs, çırılçıplak bir halde belleğimizde duruyordu; bahar değil, baharın ölümüydü bu…

Büyük Labe’nin vadisinden, çırılçıplak, zorla yola koyuluşumuz, çıplak ayaklarımız, pırtık urbalarımız sırtımızdan dökülürken, yanı başımızda refakat eden Moskof soldatların süngüleri güneşte pırıl pırıl parlıyordu…

Sert toprak yol üzerinde çıplak ayaklar, vücudun ağırlığı ile yerde yayılıyor, aynı kuşların seslendiği gibi, şapkeka oluyorlardı…

Sürgünümüz çırılçıplaktı, görünmüyordu…

Sürgünümüz sessiz idi, duyulmuyordu…

Sürgünümüz ağırdı, hissedilmiyordu…

Aynı bugün olduğu gibi…

Gökyüzü gri, donmuştu…

Denizler kapkara, susmuştu…

Dünya kulaklarını kapatmış, sağırdı…

Bütün dünya uyurken, biz kırıldık, sessizce ağladık…

O gün atalarımızın her biri birer Prometheus olmuş, zincirlenmiş, Moskova Çarı bir kartal gibi, her bir canın ciğerini, tekrar tekrar söküyordu…

Ağlamıyorlardı, her gün yeniden doğuyorlardı; hem o kahrolası acıya karşı koymak hem de yarınlarda var olmak için…

Görünmüyorlardı, konuşmuyorlardı, anlatmıyorlardı…

Çelik bir kama gibi hayata dimdik duruyorlardı…

Vatanlarına olan özlemleri o kadar büyüktü ki…

Yıllarca döneceğiz diye derme çatma yapılarda konakladılar…

Bataklık kenarlarında sıtmadan kırıldılar…

Savaşlardan uzaklaştık derken, her cephede kırıldılar…

“Hırsız” oldular, hain oldular, kendilerini unutup kahraman oldular…

Görünmez kılındılar, yok sayıldılar…

Her birinin içerisinde, yedi dallı o kutsal yaşam ağacı öylesine kök salmıştı ki, yalnızca hayatta kalabilmek adına yaşadılar…

Bir nesil geçtikten sonra söylemler değişti: “Osmanlı bize şöyle iyilik yaptı, böyle iyilik yaptı, yemek yediğin kaba pisletemezsin”, “Ruslar sayesinde dilimiz, vatanımız yok olmaktan kurtuldu, sonsuza kadar Rusya ile”… Ne adına?

Kendin olmamak ve başka her şey olmak adına…

Onlara sormak lazım;

Yetim çocuklarımızı ne yaptınız?

Kimsesiz kızlarımıza ne oldu?

Dilimize, kültürümüze, masallarımıza, destanlarımıza, şarkılarımıza ne oldu?

Biz biz miyiz, yoksa siz miyiz?

Çırılçıplak olan Mars’ta ne yapacağız sorusunu sormak bize çok uzak, şimdi bu yaşadığımız dünyada, yarın var olabilecek miyiz?

Tüm bu geçmiş, tüm gelecek, çıplak bir ayak gibi karşımızda…

Ya mamur yapacağız ya da ağıtlar eşliğinde Khades’e yolcu edeceğiz…

Sonsuzluk ve sessizlik ölüm demek…

Halkımız ölü toprağı serilmiş gibi, geçim derdi ile boğuşurken, var olma sorununa uzak…

Oysa şu yemyeşil vadiden seslenen kuşlar, o uzun geçmişimizi hatırlatmak, unutturmamak adına, her gün ama her gün sabah ve akşam sürekli, karşılıklı şakıyorlar;

Şapkeka, şapkeka…

Geçmişi unutmadan, acılardan ders çıkararak, var olabilmenin geleceğini, bu halk kurgulamak ve başarmak zorunda.

Çırılçıplak bu gerçek karşısında yılmadan yol alabilmek her yiğidin harcı olmasa gerek; ciğeri her gün parçalanan Prometheusların her birinin yanına birer Sosrukua, Nesren Jake de gerek…

Nasıl ki çıplak ayaklarla yola çıktık, tüm acılara rağmen çıplak ayaklarımızla yol alabilme cesaretini gösterebilmeliyiz…

Dünyanın sessizliği cesaretimizi kırmamalı, çünkü onların değil bizim, kendi çıplak ayaklarımızın üzerinde doğrulup, dik durarak, özgücümüze güvenerek, dünyanın genel kabul ettiği demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük, birlik, bağımsızlık, insan hak ve özgürlükleri ışığında yol almak bizi varmak istediğimiz hedefe ulaştıracaktır.

21 Mayıs, bir gün öncesi kış iken, bir gün sonrası bize bahardır…

O zorlu, zorunlu yolculuğu yapmış olan şapkekaların ruhu şad olsun.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Jiy Zafer Süren
Jiy Zafer Süren
1951’de Samsun’da doğdu. Üniversite’yi terk etmiş ve muhasebeci olarak çalışarak emekli olmuştur. Çeşitli dergilerde şiir ve araştırma yazıları yayınlandı. Kafkasya üzerine yayın yapan, As Yayın’ın kurucuları arasında yer aldı. “Çipxe, Kafkas Aile Armaları” (derleme) ve “Tama Bahar Gelmeyecek” (şiir) isimli iki kitabı vardır. Nisan 2008 itibariyle Jıneps gazetesi yazarları arasında yer aldı, Ocak 2011 tarihinden bu yana yayın kurulu üyesidir.

Yazarın Diğer Yazıları

Шьапкека…

Аҩхаа наҟ-ааҟ еиҿаԥшуа ҩ-наарак рыла еиҵыхын, ҵаҟа илеиуаз аӡиас аҩхаа ҩганкны еиҟәнагон. Аҩганкгьы бнаран, еиуеиԥшым аҵлақәа рыла ихҟьан. Аҵлақәа ааԥынра иазыхиан, рымахәқәа џьоукы шәҭуан,...

‘Gören Yol’

Güneş dünyanın öte ucundan, yavaş yavaş aşağılara inerken, kızıllığı gökyüzüne yansıyor, dağların bu yüzü ise yavaş yavaş karanlığı kucaklıyordu. Toprak yolda yorgun argın rampayı...

Hatko Mahmut

25 Mayıs 1919 günü karargâhını Havza’ya taşıyan Mustafa Kemal, ülkeyi kurtarmak için gerekli girişimlerin ilk adımını atmaya başlar. O sırada, Garp cephesinde gerekli çalışmaları...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img