Güneş dünyanın öte ucundan, yavaş yavaş aşağılara inerken, kızıllığı gökyüzüne yansıyor, dağların bu yüzü ise yavaş yavaş karanlığı kucaklıyordu. Toprak yolda yorgun argın rampayı çıkan kafile, sırta vardığında, kolcuların mola emriyle, tek tük ağaç ve çalıların olduğu yol kenarına öbek öbek dağılıp, uzun yolculuğun verdiği yorgunluğu dinlenip atmak, biraz olsun açlıklarını bastırabilmek için, çıkınlarında kuru ekmek, peksimet, kuru peynir ne varsa ortaya koyup yemeye koyuldu. Kolcular ikişerli şekilde kafilenin çevresini çevirip, onlar da kumanyalarını yemek üzere, yere bağdaş kurup oturdular.
Ermeni tehcir kafilesiydi…
Mola verdikleri yerin az ilerisi, yöre halkınca Aktoprak denen mevki idi. Köylüler buradan toprak alıp evlerini bembeyaz sıvarlardı…
Kaçıncı kafile idi bu, kimse bilmiyordu…
Oysa yolun bir adı vardı; Örme Yol… Neden böyle dendiği bilinmiyordu.
O mevkinin bir adı daha vardı; “Ermeni Mezarlığı” diye anılıyordu bilenlerce…
Çerkes Şhumaf ile Muhacir Behram iyi arkadaşlardı. Ayrılmaz ikiliyi oluşturuyorlardı. Kafilenin Aktoprak mevkiinde mola verdiğini haber aldıklarında, gidip görmek hevesine kapılarak, atlarına atladıkları gibi yola koyuldular.
Sabahın erken saatinde vardılar. Kolcuların bir kısmı ile tehcir kafilesinden bazıları kalkmış çeşitli işleri ile uğraşırken bir kısmı hâlâ geleceklerinden kaçabilmek için uyukluyorlardı. Şhumaf ve Behram kolculardan gözlerine kestirdiklerini seçerek yanlarına gidip, selam ve hatır sormalardan sonra sohbet etmeye başladılar. Bir yandan da kafileyi göz hapsinde tutarak inceliyorlardı.
İki kafadar gelmeden önce kafalarına koymuşlardı, gözlerine kestirip, beğendikleri kızlardan birer tane alıp kendilerine eş yapacaklardı…
Korucularla sohbeti koyulaştırıp, allem edip kallem edip, kolculara birkaç gümüş kuruş da verip, göz koydukları kızları aldıkları gibi terkilerine atıp köye vardılar. Böylece hanımlarının üstüne birer eş daha almış oldular…
Aradan yıllar geçti…
Şhumaf öldü ama anası hâlâ sağdı. Oğlu Sımır yetişkin delikanlı olmuştu. Babasının tehcir edilen Ermenilerden aldığı kadından iki de kızı olmuştu. Babaannesi durmaksızın fırsat buldukça genç oğlanın kafasını şişiriyor, binbir nasihat veriyor, sonunda da “Kurtul şunlardan” diyerek sözünü bağlıyordu.
O kadar uzun süre ve o kadar çok söylenmişti ki, sonunda sabrı tükenen Sımır, kadını ve kızları alıp evden çıkıp gitti.
Gece yarısına doğru tek başına geldi. Ne annesi sordu ne de babaannesi, kimse bir daha “Kadınlara ne yaptın?” diye sormadı. O da kimseye bir şey anlatmadı.
Kendisi ile Tanrı arasında büyük bir sırdı…
Sımır zamanı geldiğinde evlendi; bir kızı, bir oğlu oldu…
Oğlu yüksekten düşüp öldü…
Kızından iki torunu oldu. Kabadayılık yolunda kabadayılarca vuruldular…
Örme Yol çok şey görmüştü…
Göre göre “Gören Yol” oldu…
Kimse bilmez neler gördüğünü…
O görür ama kimse bilmez “Gören Yol” olduğunu…
Sırrı kendisinde saklı, toprak gibi sıcak, derin…