İhanetin nefesini ensede hisset(me)mek

0
431

“Kant, ilke olarak merkeze aldığı akıl konusunda şöyle der:
“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. “Sapere Aude!” yani “Aklını kendin kullanma cesaretini göster!” sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır.” (Aydınlanma Çağı Nedir. Deneme Yazısı. Immanuel Kant)
İnsanoğlunun geldiği bu süreçten sonra şunu sorma hakkımız olsa gerek:
“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır” sözü ne kadar gerçekleşebilmiştir?”1
Jıneps Gazetesi’nin Ekim 2015 sayısındaki ŞEREF’SİZ AKIL, AKIL’SIZ YOLDUR, başlıklı köşe yazımda Kant’tan alıntı yapmış ve paragrafın sonunda şu soruyu sormuştum: “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır” sözü ne kadar gerçekleşebilmiştir?
Soruyu şöyle de sorabiliriz: İnsan ne kadar aydınlanmıştır? Yani, İnsanoğlu aklını ne kadar kullanmaktadır? Burada, aklını ne kadar kullanabilmektedir, sözünden maksat, mükemmel bir arabayı üreten, üstün teknolojik akıl değildir elbette. Maksat aklın önce sahibiyle, eşyayla, çevreyle, ötekiyle ve toplumla ilişkiyi kuran sosyal akıldır. Tarihin en ilkel döneminde hakkı olmadığı halde başkasına ait bir tutam otu gasp eden ve bunu kar(!) hanesine yazan akılla günümüzde de kendine büyük rantlar sağlayan hak mütecavizi akıl arasında bir fark yoktur. Ve ya gece yarısı sahibi olmadığı bütün teçhizat, imkân ve yetkileri kullanarak, kimini korku, kimini umut, kimini hile, kimini de aklını ve bedenini devşirerek bir gece yarısı baskınıyla ya da F-16’larla gece yarısı köprüde insanları tarayarak insan avcılığı ve hak gaspına çıkmak aydınlanma ile nasıl izah edilebilir? Böylesi bir sosyal akıl mümkün olabilir; ancak böylesi bir akıl aydınlanmış ve gelişmiş bir akıl ve ya aydınlanmış bir insan olarak izah edilemez. İslami – Dini bir söylemi kullanarak, şeytani herhangi bir sosyal cinayeti yeğlemek ancak geri kalmış bir şeytani aklın (!) enaniyetinden başka bir şey değildir. Yeğlenen bu sosyal cinayet ise insanoğluna ihanetin kendisidir.
Adalet insanlığa güven verirken zulüm ise insanlara onarılamaz yaralar açabilmektedir. Diyanet Vakfı: Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler. (Yunus Suresi/44)
Bedir savaşına kadar Resul-ü Zişan’ın kendisine ve tabilerine karşı sürgün dâhil acımasızca tüm insanlık dışı uygulamalara rağmen karşı güç kullanmayışının nedeni teröre yönelmemek olsa gerek. Zira risalet sunumlarının halkın nezdinde kabul görmediği bir ortamda yapacağınız güç kullanımı şiddet kullanımı olarak algılanacak ve düşüncelere halka zorla kabul ettirme yöntemi seçilmiş olacaktır. Bu da ilahi ve insani bir metot olmayacaktır. Diyanet Vakfı: Onlardan sana bakan da vardır. Fakat -hele (gerçeği) göremiyorlarsa- körleri sen mi doğru yola ileteceksin? Yunus/43
Dolayısıyla bir düşünceyi başkalarına kabul ettirmek için şiddeti kullanmanın gerekçesi halkı koruma yetkisine sahipken saldırıya uğrama durumunda olabilir. Burada da akıl her zaman doğruyu bulamamaktadır. Bahse konu olan akıl, Kant’ın deyimiyle “Aklını kendin kullanma cesaretini gösteren akıl”dır.
Halkın çoğunluğunun ilahi görüşleri benimsemesinden sora şiddet kullanma eylemi ise ancak ve ancak şiddet kullanana misillemeden öteye gidemez. Burada maksat ise haksız güç kullanımını bertaraf etmektir ki bu hem meşru hem de elzemdir. Aksi takdirde halkın hakkını korumak mümkün olamayacaktır.
“Kötülüğe karşı dur; ancak birisi senin sağ yanağına vurursa, sol yanağını da ona dön. “ (Matthew: 5: 39). Allaha ve yoldaşlarına vefa abidesi olan Hazreti İsa’nın bu sünneti de ancak yukarıdaki gibi yorumlanabilir: Terörize olmamak. Ancak kötülüğü de benimsemeyeceksin ve karşı duruş sergileyeceksin. Dahası en yakın arkadaşlarından gelecek bir ihaneti bilsen dahi. Zira insanlar neden yaptığından çok ne yaptığına bakarlar.
Hazreti İsa en büyük ihaneti en yakınındaki havarilerden birinden görür. İlginçtir ki ona karşı bir önlem de almaz. Hiçbir müdahalede dahi bulunmaz.
Tevrat, “Akşam olunca İsa on iki öğrencisiyle yemeğe oturdu. Yemek yerlerken, “Size doğrusunu söyleyeyim, sizden biri bana ihanet edecek” dedi. Bu söz onları kedere boğdu. Teker teker, “Ya Rab, beni demek istemedin ya?” diye sormaya başladılar. O da, “Bana ihanet edecek olan” dedi, “Elindeki ekmeği benimle birlikte sahana batırandır. İnsanoğlu, kendisi için yazılmış olduğu gibi gidiyor, ama İnsanoğlu’na ihanet edenin vay haline! O adam hiç doğmamış olsaydı, kendisi için daha iyi olurdu.” (Matta 26: 20-24) diye nakleder.
Hz. İsa, 12 havarisinden Yehuda İskoryo’nun ihanetine uğrar. Ve Hz. İsa’nın ölümüne neden olur! Hz. İsa, Yahudiler tarafından yargılanıp, ölüme mahkûm edilir. Romalı valinin onayıyla çarmıha gerilerek öldürülür.
Ne kadar zor bir şey: Akitleştiğin birilerinden ihanetin nefesini ensende hissetmek ve onu gördüğün halde bir şey yapamamak… Aynı tabağa, aynı anda ekmeğini birlikte bandığın insandan ihanet görmek… Biliyorsun ve ancak eyleme dönüşmediği içinde güç kullanmıyorsunuz. Eyleme dönüştükten sonra da iş işten geçmiş oluyor. Zira, artık kullanacak gücün de yoktur. Çünkü henüz devlet gibi bir aygıtın yok.
Nuh peygamberin de İbrahim’in ve tüm diğer peygamberlerin de yöntemi aynıdır. Halkın benimsemediği bir şey adına güç kullanmak illetli bir yöntemdir. Halkın benimsediği ve emanet ettiği bir yetkiyi de sahiplenmemek emanete ihanettir.
1Jıneps Gazetesi, Ekim 2015

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz