Düzce’nin ünlü su değirmeni (psışhal)

0
2190

Düzce’nin Aydınpınar (Şaguç) Köyü’ndeki su değirmenini ziyaret ettik. Mine Yalçın çekimleri ve Murat Çimen asistanlığında gerçekleştirdiğimiz söyleşide, 120 yıla yakın bir süredir devam ettirilmeye çalışılan ancak artık bitmek üzere olan bir geleneğin hikâyesini dinledik.


-Sizi tanıyabilir miyiz?

-Adım Kenan, soyadım Macit. Şu an bulunduğumuz Aydınpınar Köyü’nde doğdum ve burada ikamet etmekteyim. Asıl kökenim; 1864 göçlerinden sonra bu köye yerleşen ve bu köyün kurucusu olan Çerkeslerdenim. Şaguç sülalesine mensubum. Mevcut olan bu değirmen dedemizden, büyüklerimizden, atalarımızdan kalma. Aşağı yukarı 120 yıla yakın bir süredir bu değirmen kesintisiz işlemekte ve ben de onu şu an itibariyle devam ettiriyorum. Yanı sıra köyde oturmuş olmam itibariyle de çiftçilikle, fındıkla uğraşıyoruz ve günlerimiz bu şekilde geçiyor.

-Çalıştırdığınız bu değirmenin özelliği nedir?

-Değirmen suyla çalışıyor. Yanı başımızdan geçen bir akarsudan bir kanal vasıtasıyla bize yetecek kadar su miktarını alıyoruz. Kanaldan bir sonrası oluğa, oluktan da yatay şekilde çalışan bu değirmene basınçlı bir şekilde ulaşıyor. Suyun kuvvetli bir şekilde yatay bulunan taşın altındaki çark dişlerine vurması ve çarkın da taşı harekete geçirmesiyle değirmen çalışıyor. Su daha sonra orayı terk ediyor ve kanal vasıtasıyla tekrar ana dereye kavuşuyor. Yani su olmazsa bu değirmen çalışmaz. Aynı sistemi elektrik ile çalıştırıyorlar fakat suyla çalıştırılan değirmenlerden alınan randımanı alamıyorlar. İnsanların da genelde arzu ettiği şey bu suyla çalışan değirmenler oluyor.

Yukarıda tekne diye tabir edilen değirmenin bir üst kısmına, çıkaracağınız zahireyi koyuyorsunuz. Daha sonra değirmeni harekete geçirmek gerekiyor fakat herhangi bir şekilde çıkarmayacaksınız; gelen müşterinin arzu ettiği şekilde kalınlık ve incelik çok önemli! Mevcut olan aparatlarla mısırın dökülme şeklini, inceliğini-kalınlığını ayarlıyoruz. Mısır, buğday, arpa, yulaf, çavdar, nohut, toz biberi yapılmak üzere önceden hazırlığı yapılmış biber gibi getirilen muhtelif zahireleri istenilen şekliyle burada çekiyoruz ve hazırlayıp gelen müşterinin ihtiyaçlarına cevap veriyoruz.

-Tüm ürünler aynı standartta mı çıkıyor?

Muhtelif zahirelerin çıkarma şekilleri birbirinden farklı. Şöyle ifade edecek olursak; mesela Çerkeslerin, Gürcülerin, Karadenizlilerin mısırı işlendikten sonra damak tadına göre isteyiş şekilleri var. Biz onların arzu ettiği şekilde çıkarıyoruz. Normal bakan insan fark etmese de biz müşterinin isteğine göre belirli farklılık ve inceliklerde çıkarıp müşteriye sunuyoruz.

“Fabrikaların açılması dolayısıyla değirmenler devre dışı kalmaya başladı”

-Düzce’de hâlâ kullanımda olan başka değirmenler de var mı?

-Su değirmenleri Düzce’de genelde yatay çarklıdır. Anadolu’nun belirli yerlerinde dikey çarklar vardır ama benim bildiğim kadarıyla Düzce’de tüm çalışan değirmenler yatay çarklı. Düzce Ovası’nda su miktarlarının azalması, su olmaması nedeniyle sayılı derecede değirmen kalmıştır. Güney yakasında Beyköy beldesinde, bizim köyde, İmamlar’da, Gölyaka Cevizlik denilen köyde ve buna benzer bir-iki yerde… Kuzey yakasında da belli başlı yerlerde, mesela Yığılca üzerindeki Çavuşlar Köyü’nde bir değirmen var. Birçok değirmen vardı oralarda ama hepsi köreldi. Şu an itibariyle değirmen sayısı çok az denilecek kadar.

-Çerkesler değirmeni hep kullanırlar mıydı?

Tabii kullanırlardı. Çerkesçe ismi de ‘şhal’dır. Büyüklerimiz geldiğinde burası yerleşke değildi. Yaşamın gereği olarak ektikleri biçtikleri şeyleri bir şekilde un yapmak gerekiyor, bu değirmenleri yapmaya karar verdiler. Tabii o zamanlar burada daha çok değirmen vardı. İhtiyaçtan doğan bir durum… Bu değirmenler 70’li yılların ortalarına kadar büyük bir kapasiteyle çalışıyordu. Sonradan fabrikaların açılması dolayısıyla biraz devre dışı kalmaya başladı. Zaten değirmenlerin yok olma nedenlerinden bir tanesi de bu… Şimdi geri dönüş gibi eskileri arama durumu ortaya çıktı fakat bu sistemi kurmada en büyük sorun su olayı. Yine de çalışıyor, eskiye bir dönüş var ama ne kadar olacak bilemiyorum.

“Su sorunu çok büyük mesele”

-Şu an ilgi ne durumda, her gün çalışıyor mu değirmen?

Aşağı yukarı her gün çalışıyor. Tabii su sorunu çok büyük mesele, iklim şartlarının değişmesiyle birlikte bu yıl son 50 yılın en büyük kurağı yaşandı. Eylül, ekim, kasım, aralık ayları öyle oldu. Son anda yağan karlar ile birlikte yine normal seyrini aldı.

-Yok olma ihtimali olan bir iş bu… Devletin bu konuda bir desteği oluyor mu?

-Şu an devletin değirmenleri çalıştırmada herhangi bir desteği yok ama kanal veya suyu aldığınız yerle ilgili herhangi bir sorun olduğu zaman Devlet Su işleri, o konuyla ilgili büyükler sağ olsunlar yardım ediyorlar. Gereken neyse yapıyorlar. Onun dışında herhangi bir destek yok.

“Benden sonra devam ettirecek yok”

-Sizden sonra bu değirmenin çalışmasını devam ettirecek birileri var mı?

-Benden sonra devam ettirecek yok. Bunun çalışma sistemi basit fakat basitliği nispetinde zorluk durumu da var. Sanki su kanaldan geliyor, çarka vuruyor, taşı çeviriyor gibi ama bu suyu muhakkak tedarik edeceksin. Bu kanallar bozulmayacak, o çarkta herhangi bir arıza olmayacak, bu taşta balans olmayacak. Bu taşın dişleri yenilenecek. Dişleme diye bir tabir var, özel çekiçleri var. Bu 500 kiloluk taşı kaldırıyorsun, değişik şekillerde dişliyorsun, tekrar yerine koyuyorsun. Bir sürü şey var, ilk etapta çok basit geliyor ama o kadar da basit değil. Sonra bu malzemeleri yapan insan da kalmadı. Hiç bozulmayan bir şeyi devamlı böyle kullanmak gibi düşünüyor insanlar. Bunun bütünüyle ilgileneceksin, bir tanesi eksik olursa işe yaramaz. Aslında zor. Hizmet olarak güzel insanlara yardımcı olmak ama milletin sandığı gibi de değil. Ürünlerin çıkarılması konusunda da belli bir tecrüben olacak, o hemen bir günde öğrenilmiyor. Öğrenme konusunda da insanlar çok meraklı değil. Yani yeni jenerasyonda böyle bir merak yok. Sadece geliyorlar, “Aa şöyleymiş, böyleymiş”, o kadar.

-Değirmenin çalışma sistemi ya da kullanılan parçalar yıllar içinde değişti mi?

-Daha önce kullanılan taşlar granitti. Burada da bir tane mevcut, daha önce kullanılmış, dışarıda duruyor. Onu da jeoloji mühendisi bir abimizden duymuştum. Granit taşlarının içinde silisyum mevcut, camın hammaddesi… İki tane taş simetrik bunun altında. İçindeki bu hammadde nedeniyle uzun süre çalışınca ürünü yakıyor. Yani nasıl yakıyor, acı yapıyor. Makinede de çekiyorlar mesela bunları, o da böyle acı olur, ne çekersen çek… Bu kullandığımız taş daha sonradan alındı. İzmir Foça bölgesinden çıkan bir taş var, volkanik kaya şeklinde, andezit denilen bir yapı. En büyük özelliği, içinde silisyum denilen o madde bulunmadığından dolayı 24 saat çalışsa da hiç kızmıyor, çıkarmış olduğu ürünler tatlı oluyor. Yani halkın da bu nedenle “Ben oraya götüreceğim, o taşta çıkarttıracağım” gibi bir anlayışı var.

Bu mevcut olan bina değişti mesela… Daha önceden çıtaları örüp toprakla sıvadıkları bir binayken 70’li yılların başında bu taş bina yapıldı. Mevcut olan kanallar ağaçtandı, yine 70’lerde onlar betonarme oldu. Yani değişebiliyor ama sistem hep aynı. Tek bir şey eksik olduğunda çalışmıyor.

-Müşteri malzemeyi getirdikten sonra bunu işleme ve tekrar müşteriye sunma süreci nasıl ilerliyor?

-Değirmende en önemli özelliklerden bir tanesi bu konik tekne. Değirmende öğütülecek olan şeyi bunun içine koyuyoruz. Daha sonra altındaki ufak tekneye iniyor, oradan da bir delikten taşın orta kısmından taşın içine dökülüyor. Tabii bu arada değirmen dönerken bu dönen taş, aşağıda çarktan itibaren bir aparatla yukarıya bağlı. Sabit taşın üzerinde “baltacık” denilen, taşın üzerinde döndüğü bir metal var, onun altına geçiyor. Oradan kanallar ürünü alıyor ve bir turdan sonra un olarak veya istediğiniz şekilde çıkarmış oluyor.

Öğütüldükten sonra onları müşterinin getirdiği çuvala veya torbaya koyuyoruz. Müşteriye öncesinde “Şu zamanda gel” diye bilgi veriliyor. Çuvallarına isim, soyadı, telefon numarası yazıyorum. Bazen bitince ben arıyorum, gelip alıyorlar. Tabii bunları en kısa sürede naylon torbalardan çıkarıp daha sağlıklı bez torbalara, kaplara koymak gerekiyor. Saklama şeklinde mümkün mertebe kimyasallardan uzak tutmak ve hemen tüketime geçmek gerekiyor. Bunun bedeli de şöyle oluyor; değirmenlerde genelde getirilen zahireden emeğinin bedeli onda birdir. Bunun adına da “hak” deniyor. Yani 10 kg mısır getirildiyse 1 kg alıyor değirmenci. Aslında piyasadaki ticari duruma da bakacak olursak çok düşük, amme hizmetinin de ötesinde. Veyahut da diyor ki müşteri: “Onu alma, ben ücretini vereceğim.” O zaman da un haline getirilmiş şeklinin ücretini alıyorsun.

 -Aslında maddi getirisini de düşününce çok zor ve zahmetli bir işiniz var…

-İnsanların eski klasik anlamda doğallık, natürellik, organik ürünler konusunda bir eğilimleri var. Bu eğilimlerin olması da bence çok güzel bir şey. Devam etmesi gerekiyor zaten de kalmadı. İsteseler de yok. Bizim yaptığımız hizmetin kıymetini de bilmeleri lazım, hiç kimse de yapmaz. En iyisini yapmaya çalışıyoruz. Bunu birisini tutsan uğraşmaz, yapmaz. Mesela bana 30-40 km uzaktan geliyorlar çok az bir şey almak için. Yani güzel yapacaksın, temiz yapacaksın, hijyen ortamı olacak, ortam temiz olacak. Getirilen şeyi zamanında ve istediği şekilde yapacaksın. Hizmet sadece bunu çıkarmakla bitmiyor, müşteri memnuniyeti diye bir şey var. Hizmeti yaptığın zaman da müşteri bunun ne anlama geldiğini, kıymetini biliyor. Güzel aslında, yok olmaktan iyidir. Biz de bunun mücadelesini veriyoruz.

-Çok teşekkür ederiz.


CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz