Dereler, seller, insanlar

0
652

Artık her sağanaktan sonra sellerle boğuşmak, can vermek, bağımızdan bahçemizden olmak “normal.” Nitekim yine öyle oldu. Bursa, İstanbul Esenyurt, Rize, Artvin’de yaşanan sel felaketlerine şahit olduk. Artık görülme sıklığı daha artan hortumlara da… Bilim insanları, ekolojistler sellerin “doğal felaket” olmadığını ne kadar anlatmaya çalışsa da durum değişmiyor. Aynı tas aynı hamam devam ediyor yaşam.

Sellerden sonra herkes günah keçisi oymuş gibi iklim krizinden dem vuruyor. Ama iklim krizinin nedenleri ve sonuçlarına dair hiçbir açıklama yapılmadan, iklim krizi “doğal” bir durummuş gibi, ilahi takdirmiş gibi ele alınmaya devam ediliyor. Böyle ele alınması elbette 20 yıllık iktidarında işlediği büyük insani suçların yanı sıra birçok da iklim/ekolojik suç işleyen hükümetin işine geliyor. Bugün sel, kuraklık, gıda krizi gibi ceremesini çektiğimiz ve giderek daha da artacak olan bu faturanın esas nedeni hükümetler eliyle yürürlüğe sokulan iklim krizi, ekolojik dengeler gibi olguları tamamen göz ardı eden kalkınma projeleri…

Karadeniz için hazırlanan kalkınma “master planları”nda hiçbir şekilde iklim krizinin adı dahi geçmiyor! Oysa 4 Aralık 2018’de Katowice İklim Zirvesi’nde yayımlanan Küresel İklim Riski Endeksi Raporu’na göre Türkiye’de 2017 yılında gözlemlenen meteorolojik afetler toplamda 1.9 milyar dolar ekonomik hasara yol açtı. Türkiye’de Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 598 iklim afeti gerçekleşmiş. Türkiye’de son 20 yılda iklim afetlerinin yıllık ortalama 462 milyon dolar ekonomik hasar verdiğini ifade ediyor.

İklim krizinin Türkiye’ye kısa-orta-uzun vadede etkilerine dair birçok raporu mevcut. İklim krizinden en fazla etkilenecek ülkelerden biri Türkiye. İklim krizine bağlı olarak iklim kuşakları, yerkürenin jeolojik geçmişinde olduğu gibi, ekvatordan kutuplara doğru yüzlerce kilometre kayabilecek ve bunun sonucunda da Türkiye’nin, bugün Orta Doğu’da ve Kuzey Afrika’da egemen olan daha sıcak ve kurak bir iklim kuşağının etkisinde kalacağı öngörülmektedir. Türkiye iklim değişikliği birinci ulusal bildiriminde ise, gelecekte Türkiye’nin güneybatı kıyılarında ciddi bir yağış azalmasının (özellikle kışın), Karadeniz sahil şeridinde ise yağış artışının olacağı öngörülmektedir.1

Karadeniz’de artık her sağanak bir afete dönüşüyor. Birçok kez heyelanlar oldu, taşkınlar oldu, can ve mal kaybı yaşandı. 2002’de Rize’nin Güneysu ve Çayeli ilçelerinde yaşanan sel felaketinde 34 kişi hayatını kaybetmişti. 2005 yılında Rize ve Trabzon’daki sel felaketlerinde ise toplam 32 kişi hayatını kaybetti. 2009 yılında Artvin Borçka’da 5 kişi, 2010 yılında Rize Gündoğdu’da 12 kişi sel sularında ve heyelan altında kalarak öldüler. 2012’de Samsun’da yaşanan taşkında, nehir yatağına yapılan konutlar su altında kalmış ve 13 kişi hayatını kaybetmişti. Ağustos 2015’te Artvin’in Hopa, Arhavi ve Borçka ilçelerinde yaşanan sel felaketi 9 insanımızın yaşamını yitirmesine, çok sayıda yaralanmalara ve bölgede büyük maddi kayıplara neden oldu. 2019 Haziran’ında Trabzon Araklı’da yaşanan sel felaketinde ise 9 kişi hayatını kaybetti. Bölgede son 10 yıl içerisinde 100’e yakın insanımız bu şekilde hayatını kaybetti. Ve bu sadece insani kayıp. Diğer canlılar için hala kayıt tutmuyoruz maalesef.

Bütün bu sel ve heyelan felaketlerinden sonra geçen sene (12 Temmuz 2019) Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, Karadeniz Bölgesi’ndeki 6 ili kapsayan, 15 maddelik ‘İklim Değişikliği Eylem Planı’nı açıkladı. Bölgede dere yatağında bulunan, iklim değişikliği nedeniyle risk altında olan, acil ve öncelikli taşınması gereken 1950 bina tespit edildiğini belirten Kurum, “Riskli bölgelerde yaşayan 2000 aileyi, kentsel dönüşüm kapsamında yapacağımız konutlara taşıyacağız” dedi. Kurum, Karadeniz´deki iklim değişikliğine bağlı afetleri azaltmak için hazırlanan eylem planının, Türkiye’nin tamamı için de uygulanacağını söyledi. Fakat bu “eylem planı” bölgeye yönelik “kalkınma” anlayışında herhangi bir değişiklik getirmedi.

Bu eylem planı, aslında iktidarın yirmi yıldır yaptığı bütün işlerin yanlışlığının kabulü sayılabilir. Başta bütün sahilleri taşla dolduran sahil yolu yapıldı; bu yolda deniz dolgusu için Karadeniz’in her vadisi taş ocağına çevrildi, dere yataklarına istinat duvarları çekildi, alanının işgal edilmesiyle yapılaşmaya açıldı. Hidroelektrik santralleri için birçok dere yatağı borulara, tünellere alındı, bunların yapılması için olur olmaz yollar açıldı, patlamalar gerçekleştirildi, orman yapıları bozuldu. Aynı şey iletim hatları için de yapıldı. En son, birkaç gün önce Danıştay tarafından iptal edilen “Yeşil Yol Projesi” kapsamında yapılan asfalt yollar vb… Bütün bunları düşününce yaşananlar bile bile lades oluyor… Karadeniz’de köylerde bile doğal bir dere yatağı kalmış değil. Hepsinin yatağı beton duvarlar içine alınmış, kenarına yol yapılmış, apartman yapılmış. Karadeniz’in kentlerinde “yeşil alan” yok! Samsun’dan Artvin’e kadar… Köy yolları, hatta yayla yolları bile betonlaştırıldı.

Türkiye’nin hükümetlerinde Karadenizli başbakanlar, bakanlar çok etkili oldu. Yirmi yıldır tek başına iktidar olan AKP ile ise bu etki çok daha arttı. İktidarın arka bahçesi Karadeniz. Kamu idaresi, belediyeler, siyasi kayırmacılık ilişkileriyle yurttaşın her yasadışı işine olur veren bir liberalizm uyguladı, uyguluyor. AKP döneminde devletten en fazla ihale alan şirketler AKP başkanı Erdoğan gibi Rizeli olan Mehmet Cengiz’in Cengiz Holdingi, Limak, Kalyon gibi Karadenizli müteahhitler oldu. AKP aynı zamanda taşeron sistemi ile tepeden tırnağa herkesi elindeki her şeyi paraya çevirmeye çalışan birer girişimci yapmayı teşvik eden bir sistem kurdu. Ve bunun için uygun bir hukuk sistemi kurdu. AKP’nin yaptığı en büyük mesailerden biri özellikle çevre koruma kanunlarının, Çevre Etki Değerlendirme sürecinin şirketler lehine kolaylaştırılması, kamu denetiminin kaldırılması yönlü oldu. Böyle bir kalkınma modeli uygulandı. Bütün bunların bir ceremesi olacak, oluyor da. Tarım bitti, aşırı betonlaşma, yapılaşmanın havanın ısınmasına etkilerini görüyoruz, her yağış sellere neden oluyor…

Yapılması gerekenler basit ama uygulanması zor. Bazı tahribatların giderilmesi de çok maliyetli. Mesela dere yataklarını daraltan istinat duvarlarının kaldırılması gerekiyor, dere yataklarının eski haline getirilmesi gerekiyor. HES’lerin kaldırılması gerekiyor. Madencilik faaliyetlerinin durdurulması gerekiyor. Özellikle Kaçkarlar ve Karçallar’da yayla turizminin yasaklanması gerekiyor. Bunları yapmamız gerekiyor ki, her sağanakta sel yaşamayalım, orman varlıklarımızı, su kaynaklarımızı gelecek kuşaklara taşıyabilelim…

1Cemil Aksu, İklim krizi ve çayın geleceği, https://www.polenekoloji.org/iklim-krizi-ve-cayin-gelecegi/

Önceki İçerikAyasofya’da yeni dönem!
Sonraki İçerikBilimsel uyarı: Ya İstanbul ya kanal
Cemil Aksu
Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü'nü bitirdi. İstanbul Bilgi Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde yüksek lisans yaptı. Sudan Sebepler, Türkiye'de Neoliberal Su-Enerji Politikaları ve Direnişleri kitabının (Sinan Erensü ve Erdem Evren ile birlikte) ve Ekoloji Almanağı 2005-2017'nin (Ramazan Korkut ile birlikte) editörlüğünü yaptı. Birçok dergi, gazete ve internet sitesinde yazıları yayımlandı. Polen Ekoloji Kolektifi aktivisti.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz