Kimlik Sorunlarımız Üzerine Bazı Düşünceler

0
453

Kimlik; Sosyoloji, Antropoloji, Psikoloji ya da diğer bir değişle Toplumbilim, İnsanbilim ve Ruhbilim çalışmalarının en hassas konusudur. Bunların altında Siyaset, Tarih, Mitoloji, Arkeoloji konuyla yakından ilgilenen alanlardır. En altta yer alan grup ise adeta “mikroskobik” incelemeler sonucu ‘kimlik’ kavramıyla ilişkilenerek bu sorunu büyük çelişkilere, çatışmalara, yol açacak bir duruma getirmektedir; Kan! Gen! Irkçılık! Savaş! Katliam! Soykırım! 

O halde, plastik kaplı resimli kağıtlardan söz etmediğimize göre, kimlik üzerine düşünce belirtirken daha dikkatli, daha duyarlı olmalıyız. Üstelik yalnızca dışımızdakilerle tartışırken değil, kendi içimizde de bu böyle olmalıdır. Siyasi kaygılardan öte, biz Kuzey Kafkasyalıların birlik sorunu da kimlik sorunuyla iç içe geçmiş durumdadır.  

Modern toplumlarda çoğul kimliklerle yaşıyoruz. Ancak hem toplumsal hem de bireysel olarak bizleri kuşatan belli bir kimliğin baskınlığı her zaman hissedilebilmektedir. Modern ekonomik ve politik paradigmalarla ortaya çıkan ulus-devletler ulus kimliklerine dayalı bir toplumsal ve siyasal kimlik inşasına yönelmişlerdir. Bu nedenle ulus-kimlik, ulus-devletin dayandığı en temel meşruiyet kaynağı olmuştur. Ancak onca yaşanan zaman, yerküremizin bizi ilgilendiren tüm parçalarında (Kafkasya ve Diaspora) bu türden sorunlarımızı giderememiştir.  

Bazı kimlik tanımlamalarında Kuzey Kafkasyalılarda da en büyük handikap olan ‘dil birliği’ önemle vurgulanmaktadır. Ancak bugün dünyamızın birçok bölgesine baktığımızda bunun böyle olmadığını görebilmekteyiz. İrlanda, İskoçya ve Galler yüzlerce yıldır İngilizce konuşmalarına ve üstelik kendi iç-devlet yapılanmalarına rağmen hala büyük bir kimlik sorunu yaşamaktadırlar. Aynı şekilde tarih sahnesine çıktıklarından beri aynı dili konuşan Arap halkını da tek bir kimlik altında toplamak pek mümkün gözükmemektedir. Mezhep farklılıkları dahi kimlik sorununu sürekli gündemde tutabilmektedir.  

Bir de bu örneklerin aksine yaşanan durumlarda var; iki bin ayrı dilin konuşulduğu, bir milyar nüfuslu Hindistan’da –istisnalar hariç- halk ‘göz yaşartan Hindu’ (bu durumu anlatan kendi halk deyimleri) kimliği altında yaşayabilmektedir. Buna bir de İsviçre örneği eklenebilir. Yedi yüz küsur yıllık ortak yaşam ve devlet geleneği olan İsviçre 4 ayrı resmi dil ile dünyanın refah düzeyi yüksek, sorunsuz(!) ülkeleri arasında yer alabilmektedir.  

O halde ‘dil birliği’ kimlik sorunlarımıza bakarken bizce çok büyük bir sorun olmamalıdır. 

Peki ‘kimlik’ nedir? Bizce kimlik; hissedilen ruh ve tarih birliğidir. ‘Aidiyet’tir. Hissedilen ruh ve tarih birliği ortak kültürü oluşturur. Kuzey Kafkasya Halklarında ortak kültür, ruh ve tarih birliği fazlasıyla mevcuttur.  

Sırasıyla gitmekte yarar var. Biz neye aidiyet hissediyoruz? Biz kimliğimizi neyle adlandırıyoruz? Biz kimiz? 

Bu konuda kendini ‘biz’ hissedenler, ‘biz’i adlandırmada 3 farklı görüşe sahibiz:  

Çerkesiz. 

Kuzey Kafkasyalı Halklarız. 

Abhazız. Adigeyiz. Çeçeniz. Kabartayız. Wubıhız… 

Bizim dışımızdakilerin zaman zaman bize sundukları kimlikler de var şüphesiz: “Türk boylarındansınız”, “Rus-Slav ırkısınız.” Bu tür zorlama safsataları bir kenara bırakıp bizim bizi tanımladığımız üç adlandırmamızı tek tek değerlendirmeye geçmeden önce bu adlandırmaların etimolojik köklerini de incelemekte fayda vardır. Cir-cass, Çer-kes; Cau-cass, Kaf-kas kelimeleri bizi ister istemez buna zorluyor.  

Tüm bu kelimelerin merkezinde ‘Kas’ kelimesi vardır. Antik çağlarda bu topraklarda yaşamış bir halkın adıdır Kas. Bu halk dünyada ilk defa atı evcilleştiren halk olarak da bilinmektedir. Bundan dolayı bu halkın kendilerini ‘atlı-Kaslar’ yani ‘Çı’r’Kas’lar olarak adlandırdığı varsayılmaktadır. Kuzey Kafkasya’daki dillerin anahtarı olduğu bilinen Wubıhça’da, Abhazca’da ve eski Adige dilinde ‘Çı’, ‘a-çı’ at anlamına gelmektedir. ‘Çırkas’ kelimesini ‘Çerkes’ olarak ilk defa söyleyenler Tatarlar ve Türkler olmuştur. Buradan da diğer dünya dillerine adapte edilmiştir. 

Diğer bir varsayım ise eski Yunanlıların bu bölgede yaşayan halkları ‘Kerket’ olarak adlandırmaları ve daha sonra bunun günümüz halini almasıdır. Eski Yunan uygarlığından bahsedince, Yunanca’nın bu kelimede etkisinin olduğu düşüncesini güçlendirebilecek farklı yaklaşımlar da mevcuttur. Yunanca’daki –es, -is, -os gibi tamlamalar, –lardan, -lerden, -giller manasına gelmektedir. Popudopul-os, Karamanl-is, Neflok-ses gibi. Yunan soyadlarının % 99’u bu şekildedir. Yunan ticaret gemileri çok eski zamanlarda bölgeyle ticarete başlamışlar ve bölgede ticaret kolonileri oluşturmuşlardır. Bölge halkına ‘Çerk-es’ yani ‘anlaşılması zor dilli –lerden’ demişlerdir. 

Bir diğer iddia ise, diasporalı Kuzey Kafkasya aydınlarına aittir. Buna göre kelimenin kökeni Çerek-hes sözcüğüdür. Çerek bugünkü Çeçenya sınırları içerisinde bulunan bir nehrin adıdır. Sonuna gelen ‘hes’ eki ‘o bölgede yaşayan’ anlamını verir. 

Bir de Kuzey Kafkasyalıların Rus çarlarını yüzyıllar boyu uğraştırmasından olsa gerek Çar-Kes kelime grubundan türediği de söylenmektedir. Ancak bu Türk Dil Kurumu’nun zorlama-uydurma gayretlerinden öte bir şey değildir.  

Etimolojik kökeni ne olursa olsun Çerkes tanımlaması Kuzey Kafkasya’nın otokton halklarının tamamını adlandırmak için kendilerinin kullandıkları bir kelime değildir. Kelime diasporadaki Kuzey Kafkasyalıların Osmanlılar tarafından bir bütün halinde adlandırılması halidir. Aslında bütünleştirici bir durum söz konusu olmasına rağmen, diasporada dahi tartışmalar yaratmaktadır. Çerkes kelimesinin Adige grubunu belirttiği konusunda yaygın bir görüş hakimdir.  

Ayrıca tüm handikaplarımıza rağmen tarihin hakkını vermek gereklidir. Bizler, uluslaşmasını tamamlayamamış halklarız. Doğal asimilasyon-entegrasyon-konsolidasyon süreçlerinde dönemin dünya halkları gibi doğal süreçleri yaşayamamış, tüm tarih boyunca topraklarımızı parça parça işgale gelen güçlere karşı, o parçada bulunanlar olarak sülalelerimizi, boylarımızı savunmak adına savaşmışız. O yüzden; dünyada hiçbir halkta görülmeyen bir şekilde savaşçı kıyafeti geleneksel kıyafetlerimiz halini almıştır. Ayrıca anavatandan uzak diasporada, bu konuda özellikle anavatanda ve diasporanın diğer parçalarında bir konsensüs sağlanmadan, geneli kapsayacak bir adlandırma yapmak bizce doğru değildir.  

Abhaz, Adige, Çeçen, Wubıh vb. adlandırmalara, hele hele bu şekilde ayrışmalara gelince; doğrudur, bizler Adige’yiz, Abhaz’ız, Çeçen’iz, Wubıh’ız… Ancak ortak kültür, ruh ve tarih birliğini yaratmış Kuzey Kafkasya halkları için günümüz konjöktöründe bu yaklaşım mikro-milliyetçilikten öte bir şey değildir. Bu türden yaklaşımlar asıl sorunumuz olan birlik konusunda en büyük engeldir ki, birliği oluşturmaya bugün her zamandan çok ihtiyacımız vardır.     

Tüm bu açılımlardan sonra bizce Kuzey Kafkasya halkları tanımlaması doğru bir tanımlamadır. Yaşanan tüm süreçlerden sonra Kuzey Kafkasya coğrafi bir tanım olmaktan çıkmış, politik, kültürel bir tanım haline bürünmüştür.  

Tarih önümüze yeni bir fırsat koymuştur; birlik oluştururken iç dinamiklerimizi açığa çıkarıp, onların doğallığık içinde bütünleşmesinin önündeki engelleri kaldırmalıyız. Bunu yaparken siyasi çizgi olarak oldukça toleranslı olmak gerekmektedir. Kuzey Kafkasya burjuvazisi, işçi sınıfı, aydını, devrimcisi, İslamcısı, misyoneri, hatta milliyetçisi bu bütünleşme içerisinde kendini yaratacaktır/yaratmalıdır. Böylesine toleranslı bir çizgi ancak gerçek anlamda bütünleşmeyi, asıl adıyla uluslaşmayı sağlayacaktır. Bu gerçekleştiğinde, bu dönüşüm kendi adını da doğallığıyla bulacaktır ve buna bu bütünleşmeyi sağlayanlar zamanı geldiğinde karar verecektir. 

Bizim şimdi yapmamız gereken, o zaman gelene kadar tüm Kuzey Kafkasya halklarının, anavatanın ve diasporanın tüm parçalarında, varlıklarını içinde barındıran ve haklarını koruyan, coğrafi tanımdan öte, politik ve kültürel bir tanım halini almış Kuzey Kafkasya kimliğimizi korumak ve kullanmaktır.  

  

Sayı : 2006 01