Çev. Ajıba Faruk
Yaşlı Sıgu Hanaş bahçesindeki çınar ağacının gölgesinde oturup tek oğlu Temir’in ayakkabılarını dikiyordu. Derken köpek havlar. Hanaş kafasını kaldırıp bakınca bir gencin telaşla avluyu aşarak geldiğini görür. Ayağa kalkarak gelen misafiri karşılar.
– Hoş geldin evladım, eve buyrun!
– Hoş bulduk. Beni öldürmek için peşimdeler. Lütfen beni sakla.
Hanaş, “Beni takip et” diyerek misafirin önüne geçer. Hızla giderek merdiven getirip duvara dayar. Sonra misafire eliyle işaret ederek:
– Yukarı çık evladım, tavana! Orada yün var. Gidip içine otur. Geleni ben karşılarım. Sen korkma.
Misafir tavana çıkıp saklanınca Hanaş merdiveni evin arkasına götürerek saklar. Sonra biraz ilerleyerek sağa sola bakınır ama gelen giden kimseyi göremez. Hızla misafirin altına gelerek
– “Beni öldürmek için peşimdeler” dediğin kimler? Gelen giden kimse yok. Seni niye öldürmek istiyorlar?
– Ben birisini öldürdüm.
Yaşlı adam hayretle:
– Birisini öldürdüm mü dedin! Peki niye öldürdün? Yaşlı adam çok şaşırmıştı.
Misafir bu soruya
– Ben atla gösteri yaparken kamçısı ile atıma vurdu. Bu, bana vurdu demekti.
Ev sahibi
– Dilin bana biraz bozuk ibi geldi. Sen Aşıua’mısın?
– Evet. Ben Aşıua’yım.
– Konuşmandan anladım. Sen atının üzerinde iken bir başkasının atına kamçı ile vurması sizde daha büyük bir hakaret sayılıyor. Öldürdüğün kim?
– Tanımıyorum. Daha önce hiç görmedim derken köpek havlamaya başlar.
Ev sahibi
– Sesini çıkarma, geliyorlar herhalde
der ve dışarı çıkar. Yakınlarda kimseyi göremeyince köpeğin havladığı tarafa doğru biraz ilerleyip elini gözlerinin üzerine siper ederek uzaklara bakınca gelenleri görür.
“Acaba bize mi geliyorlar, yoksa başka yere mi gidiyorlar” diye düşünürken bir çocuk hızla gelerek bahçe kapısını açar. Bahçeye az sayılmayacak bir kalabalık girer. Sedye ile getirdikleri, üzeri yamçı ile örtülü ölüyü gölgeye bırakırlar.
Şaşkın yaşlı adamın sorusuna fırsat vermeden yakın komşusu Baz Habib kalabalığın arasından çıkarak yanına gelir.
– Metin ol Hanaş, dünyada herşey olabilir. Bugün biricik oğlun Temir’i öldürdüler.
Hanaş o anda bütün gücünü kaybederek yere yığılır. Komşusu Baz Habib devamla
– “Çekmeyen bilmez” derler. Geçen sene bu vakitlerde benim karşılaştığım felaket bugün senin başına geldi.
Fakat Hanaş kendinden geçmişti. Anlatılanları duymuyordu.
Komşular toplandı. Ortalığı ağıt ve ağlama sesleri kaplamıştı.
Hanaş kendine gelince
– Bunu bana kim yaptı? diye sorar.
– Bir Aşıua ile at oynarken tartışmışlar. Aşıua silahını çıkartarak ateşlemiş. Eceli ondanmış, Temir o anda öldü.
– Nereli? Nereden geldi? Onu kim tanıyor?
– O kadar sordum, soruşturdum; tanıyan çıkmadı. Oyun alanına bir tanıdığı ile gelmiş olabilir. Ama başına bu olay gelince arkadaşı kendisini açığa çıkarmamış olabilir.
– Peki sebep neydi?
– Anlattıklarına göre Aşıua atının üzerinde iken Temir onun atına kamçı ile vurmuş. O da bu hareketi büyük hakaret saymış.
Hanaş güçlükle
– Her şey anlaşıldı.
Ölünün evde sedir üzerinde bekletildiği üç gün üç gece boyunca Hanaş gizli gizli tavandaki misafirine su ve yemek vermeyi sürdürdü. Dördüncü gün ölüyü defnedip kalabalık dağılınca Temir’in arkadaşları Hanaş’la birlikte eve gelirler.
Arkadaşlardan biri
– Geberesice Aşıua! Buralarda bir yerde ormanın içine saklandı. Yolları kestik. Arıyoruz ama daha elimize geçmedi.
Bir başkası:
– Bulunur. Nereye kaçabilir ki? Sen hiç karışma oğlunun arkadaşları bizler görevimizi yerine getirmeliyiz. Ben Temir’in öcünü almadan eve dönmemeye yeminliyim.
Gençler böyle konuşup dağıldıktan sonra Hanaş yalnız kalınca bir torbayı yiyecekle doldurur. Merdiveni getirip duvara dayar ve misafirine seslenir:
– Evladım misafirim artık in. Yalnızım, başka kimse yok.
Misafir iner. Hanaş içi yiyecek dolu torbayı misafirine vererek,
– İçinde yiyecek var. Evine gidinceye kadar kendine yettir. Öldürdüğünün arkadaşlarının söylediklerini duydun mu?
Tepeye doğru tırmanan patika yolu işaret ederek,
– Bu yoldan çıkmadan gidersen, peşindekilere yakalanmadan tepeleri aşıp köyüne ulaşabilirsin. Yolun açık olsun.
Misafir hiç konuşmadan Hanaş’ın eteğini öperek, karanlığa karışır.
MİHA LAKIRBA
APSUA ANBAN, 97-99
Sayı : 2006 01