Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Çağdaş vampirler ve “ölümlü insanlar”

Dünyayı bir kez daha kan ve barut kokusu sararken, yüzyılımıza özgü çağdaş vampirler, “ölümlü insanlar”ın boyunlarından bir türlü inmiyor, indirilemiyorlar. “Ölümlü insanlar”, Doğuda sarımsakla, dualarla ve “Allah Allah” nidalarıyla vampirlerden korunmaya çalışırken, Batıdakiler de haçlarla ve haçlılarla kendilerini koruyabileceklerini sanıyorlar. Ama olmuyor, yakın geçmişte de olmamıştı, insanlık tarihi boyunca da olmadı! Ama insanlık unuttu, “insanlık” da unutuldu! İnsanlığın hafızasını sıfırlayan, çağdaş vampirlerin çağdaşı Alzheimer ya da Parkinson değil çünkü. Daha kötüsü! Haber alma hakkının gasp edilmesi, ifade özgürlüğünün gasp edilmesi, bilgi edinme hakkının gasp edilmesi. Öğrenemeyen, gerçeği bilemeyen, F tipine dönüşen evlerinde beyaz camlarla hipnotize edilerek, kendi yaşam haklarına bile karşı çıkacak hale getirilmiş, bireysel hak ve özgürlüklerinin ihlalini haklı bulacak kadar “iyi” formatlanmış  “ölümlü insanlar”a sadece kendi istedikleri politikalara inanmaları seçeneği veriliyor. Onlar da inanıyor ve ölüyorlar. Vampirlerin daha fazla kana ihtiyacı olduğu için öldüklerini asla bilmeden hem de… Kan üzerinden kazanılan servetlere kendi kanlarını kattıklarını hiç anlayamadan hem de… 

Onurlu bir yaşam için direnenler ise ölmüyorlar, öldürülüyorlar. Hem de çocuk, yaşlı, kadın demeden… Filistin’de, Lübnan’da, Çeçenya’da, Irak’ta, Türkiye’de insanlar ölüyor ve öldürülüyorlar. Ölümden ötesi yok ama kötüsü var. Beyninizi ve bedeninizi özgürce kullanamama! Yani bir tür felç olma hali. Bizi, hepimizi, insanlığı “felç” yapmaya hazırlanıyorlar. Felç yapamadıklarını da imha etmeye… Her ikisi de olmazsa yalıtmaya, yalnızlaştırmaya, eritmeye, boyun eğmeye… 

Doğrusu hepsinden biraz, bazılarından daha çok, başardılar. Bütün bunları tartışabildiğim insan sayısı (sadece tartışabildiğim) bile azaldı, bırakın paylaşmayı… Artık en çok duyduğum cümle “sen hâlâ bunlarla mı uğraşıyorsun” oluyor. Pek çok eski dostum, bütün bu olup bitenlerle ilgili tartışmalarda kendi görüşlerini, oldukça tepeden, yüksek perdeden ve tek doğru edasıyla söyleyip bitirdikten sonra, peşine mutlaka bu cümleyi ekler oldu. Hem de onlar, bunlarla daha fazla uğraşırken! Ama uğraş alanlarımız farklı! Onun için de kolayca o cümleyi kuruveriyorlar. 

Bu cümle içimi “cız” ettiriyor. Çünkü azınlık olduğumuzun ifadesi,  “başka” yani “öteki” sayılmanın, yalnızlaşmanın, dışlanmanın kilidi. Onlar kabullenmenin rahatlığını, vicdanlarını rahatlatmanın yollarını bulmuşken, siz, onlara hatırlatan, hafızalarını ve vicdanlarını zorlayan bir “kısa devre”siniz, en kısa sürede devre dışı bırakılması gereken. Bu cümle umutlarımı kırıyor, her duyduğumda kulaklarım zonkluyor, öfkem kabarıyor, fark ediyorum ki ben de “onlar” diyorum artık! Çünkü tek tek sayamayacağım kadar çoklar. 

Çoğunluğun görüşüne hep şüpheyle yaklaşmak gerektiğini öğrenmemin üzerinden neredeyse çeyrek asır geçti. Ortaokula yeni başlamıştım. Sınıfa girmiş, birbirini çekingen gözlerle süzen sınıf arkadaşlarımın arasında bir yer bulup oturmuştum. Zil çaldı ve ilk öğretmenimizle tanıştık. Öğretmenin derse başlamadan önce ilk yaptığı; bizi boy sırasına göre yerleştirmek oldu. Ben, her zamanki gibi en arka sıraya uygun bulunmuştum. Orta sıraları düzenlerken hiç beklenmedik bir şey oldu. Bir öğrenci, öğretmenin uygun bulduğu sıra arkadaşına itiraz ederek, onunla asla yan yana oturmayacağını çünkü onun “Kızılbaş” olduğunu söyledi. Bu kelimeyi doğrusu ilk kez duymuştum. Ama “Kızılbaş” öğrencinin yüzü kıpkırmızı olmuş, başını öne eğmişti. Çocuk aklımla, bahsedilen şey, ne kadar kötü olsa da birinin böyle, herkesin içinde utandırılmasına gönlüm razı olmamış, ayağa kalkıp “o arkadaşla ben oturabilir miyim öğretmenim” demiştim. Böylece hem yıllar sürecek bir dostluğun temeli atılmış hem de ben önemli bir deneyime sahip olmuştum. Ona soramıyordum ama eve gelince ilk yaptığım babama “Kızılbaş”ın anlamını sormak olmuştu. 

Babam Kerbela vakasından bahsetmiş, aile dostlarımız Dudu teyzeleri, Kemal amcaları örnek vererek Aleviliği anlatmıştı. Ama hâlâ anlamadığım bir şey vardı, niye haksızlığı yapan Sünniler olduğu halde, onlar kötüleniyordu? Babamın yanıtı basit ve netti: “Çünkü onlar azınlık, biz çoğunluğuz!” 

Keşke zaman bunu değiştirseydi. Ya da zaman beni değiştirseydi. İkisi de olmadı, ama o dostum değişti. Artık o da “sen hâlâ orada mısın” diyenlerden… İçim cız ediyor gerçekten! 

 

Sayı: 2006 08

Yazarın Diğer Yazıları

Çerkes halkı faktör değil aktör olmalı

Türkiye, kendimi bildim bileli ‘özel koşullar’da olan bir ülkedir; ne zaman “demokrasi, adalet, hak, hukuk” desek, karşılığı hep ‘özel koşullar’ bahanesiyle dayatılan “özel yasalar”...

1989’daki Perestroyka Çerkesler için bir milattır

1 Eylül Dünya Barış Gününün önemini dünyada en çok anlayanlar Çerkes topluluklarıdır. 1864’ten sonrası geçen yıllarda hep başkaları için savaşmış, Balkanlar’dan Asya’ya, Kafkaslar’dan Afrika’ya...

Resmen ‘nefret’le yönetiliyoruz

Einstein’in ünlü sözüdür: Önyargıyı kırmak, atomun çekirdeğini kırmaktan zordur. Nefret söyleminin kökeninde yatan önyargı, klişe devlet söylemiyle sık sık ‘milliyetçi refleks’e dönüşüp, linçlere uzandığında bu...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img