Behiç Aşçı’nın Yaşamı İçin Herkes Duyarlı Olmalı 

0
421

Savunmanın Onurlu Sesi Susmasın

122 insanın ölümü ile 500’ün üzerinde insanın ağır bir biçimde fiziksel ve ruhsal olarak sakatlanması sonucunu doğuran “ölüm orucu” eylemi, tek kişilik izolasyon ve üç kişilik küçük grup izolasyonu olarak yürütülen tecritten kaynaklanmaktadır. Bu insanlık dışı uygulama son dönemde Avukat Behiç Aşçı’nın yürüttüğü ve 5 Nisan 2006 tarihinden bu yana aralıksız süren “Ölüm Orucu” ile tekrar kamuoyunun gündemine geldi. Başta ünlü yazar Yaşar Kemal ile Meclis Başkanı Bülent Arınç olmak üzere çok sayıda kişi ve DİSK, KESK, HAK-İŞ, Tabipler Birliği, İstanbul Barosu, ÇHD gibi çok sayıda meslek kuruluşu ve sivil toplum örgütü tecridin bir insan hakları ihlali olduğu konusunda beyanlarda bulundular ve Av. Behiç Aşçı’nın taleplerinin haklılığına vurgu yaptılar. Peki nedir bu tecrit. Acaba neden bir avukat müvekkilleri için hayatını ortaya koymaktadır.  

Tecrit bir insanın dış dünyadan koparılarak kendi haline bırakılması olayıdır. İlişkide bulunduğu topluluktan çıkarmak, sosyal ekonomik ve kültürel olarak yalızlığa terk etme halidir. Bir mekanda mekanla baş başa sessiz sessiz ömür tüketmenin adıdır tecrit. Tecrit uygulaması fiziksel (görsel, işitsel vb.) tecrit ağır sonuçlar doğurmaktadır. Tecritte bırakılanlarda görme ve işitme zorlukları, konuşma bozukluğu, denge ve motor davranış bozuklukları yaygındır. Türkiye’de tecrit uygulaması sadece pasif tecrit olarak değil, “Cezaevi Master Planı” adı verilen bir metine dayalı olarak birçok sistemli “tretman” programı çerçevesinde “aktif” olarak uygulanmaktadır. Ülkemizde tecrit, “Kötü idare uygulamaları”, “ihmal” veya “kötü niyet” nedeniyle değil sistemli bir programın parçası olarak yaratılmaktadır: Bu konuda ÇHD’nin şu tespitleri mevcuttur: 

  1. “Sayım” adı altında son derece keyfi ve onur kırıcı uygulamalar yürütülmektedir. Askeri tekmil niteliği kazandırılmaya çalışılan sayımlar yoluyla tutuklu ve hükümlüler keyfi talimatlara itaate zorlanmaktadırlar. Bunun reddi halinde kalabalık bir infaz koruma personeli grubu tarafından dövülmektedirler. Sayım yapılacak yerlerin 12–25 metrekarelik ve 1–3 kişilik hücreler olduğu düşünüldüğünde amacın’ gerçekten “saymak” olmadığı açıkça anlaşılabilmektedir.
  2. Tutuklu ve hükümlülere günlük almaları gereken ilaçlar tek tek (açık drajeler halinde) verilmektedir. Tutuklu ve hükümlüler bu ilaçların ne olduğunu bilmediklerini, bu durumun hijyenik ve tıbben doğru olmadığını, daha önce başka ülkelerde yaşandığı gibi bazı ilaç firmalarınca denek olarak kullanılma ihtimalini öne sürerek tek tek verilen bu ilaçlan kullanmayı reddetmektedirler. Bu durum en sıradan hastalıkların dahi tedavisinin yapılması imkânsız hale getirmekte ve genel sağlık tablosunu son derece ağırlaştırmaktadır.
  3. Musluk suyu içilmeyecek durumdadır. F Tipi cezaevlerinde musluktan artezyen (kuyu) suyu akmaktadır. Bu yolla kantinden içecek su alınması zorunlu kılınmıştır. Aynı zamanda suyun haftalık (toplu) alınması istenmektedir. Tutuklu ve hükümlülere temiz ve ücretsiz içme suyu temini zorunluluğuuluslar arasısözleşmeler ve infaz tüzüğünde açıkça düzenlenmiş olmasına rağmen bu tutum açık ve ağır bir temel hak ihlali olarak sürdürülmektedir. 
  4. Hastane, mahkeme, sevk ve avukat görüşlerinde zorla ayakkabı çıkartılıyor ve hiçbir somut nedeni olmayan bu gereksiz onur kırıcı uygulama nedeniyle mahkemelere ve hastanelere yalınayak gidiliyor. Örneğin Kütahya cezaevinde ise mahkûmlar hastaneye götürülürken, polis memurları tarafından çırılçıplak soyunmaları dayatılmaktadır. Soyunmayı kabul etmeyen mahkûmlar hastaneye götürülmediği için tedavileri yapılamamaktadır.

Mahkûmların tedavileri bazı kabul edilemez uygulamalar ile engellenmekte, daha sonra görevlilerce hazırlanan “mahkûmların tedavi kabul etmediklerine” dair tutanaklar ile bu durum kapatılmaya çalışılmaktadır.  

  1. Şikâyet ve dilekçeler çoğu zaman hiçbir gerekçe gösterilmeden reddedilmekte veya hiç teslim alınmamaktadır. (Savcılığa hitaben yazılmış şikâyet dilekçeleri, yasalardaki açık hükümlere rağmen, infaz hâkimliğine gönderiliyor ve infaz hâkimlikleri üç ya da dört cümlelik gerekçesiz matbu kararlar ile şikâyetlerin yerinde olmadığını belirterek sonuçsuz bırakıyor.) İnfaz hâkimleri, idare tarafından tutulan tutanaklar dışında hiçbir inceleme yapma gereği duymuyorlar. Özellikle idari veya askeri personelin uygulamalarını şikâyet eden dilekçe veya mektupların avukatlara veya ailelere gönderilmesi engellenmektedir.
  2. Teslim edilmesi gereken dergi ve kitaplar ancak aradan uzun bir süre geçtikten sonra teslim ediliyor. Bazıları için ise herhangi bir toplatma kararı bulunmamasına rağmen okuma komisyonu tarafından uygun görülmediği ileri sürülerek hiç verilmemektedir. Bazı günlük gazeteler de (cezaevlerine göre değişmekle birlikte Evrensel, Zaman, Yeni Asır, Cumhuriyet) okuma komisyonları tarafından uygun görülmediği için içeri alınmamaktadır. 
  3. Avukat görüşleri yer olmadığından fiili olarak kısıtlanmaktadır. Birçok avukat şehirden çok uzak olan F tipi Cezaevlerine gidip hiç görüş yapamadan geri dönmektedir. Görüşme olanağı bulanlar ise diğer meslektaşlarının kapıda beklemesi nedeniyle görüşmelerini kısmak zorunda kalmaktadır. CMUK 144 ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu 58 maddelerine rağmen evrak incelemesi ve dosyalara el konulması uygulaması sürmektedir.
  4. Kantindeki malların yüksek fiyatlarla satıldığı, bütün mahkûmlar tarafından şikâyet edilmektedir.
  5. Yemekler olağan ihtiyaçtan az miktardadır. Bu durum mahkumları hastalıklara karşı korumasız hale getirmektedir.
  6. Kalorifer soğuk havalarda düzenli olarak yakılmadığı gibi, yakıldığı zamanlarda bazı kısımlar ısınmamaktadır. Isınma, aydınlanma ve su kullanma gibi en temel hakların dahi bu ölçüde merkezi idarenin kontrolüne terk edilmesi ve hatta infaz koruma personelinin bireysel amaçlı kötü kullanımına imkân tanınması kabul edilemez. Kontrol panelleri ve vanaların yerleri bunun mümkün olduğunu göstermektedir.
  7. Gerek mahkûmlara gelen gerekse, mahkûmların gönderdiği mektuplar idare tarafından engellenmektedir.
  8. Aile görüşlerinde ailelere karşıda insani olmayan muameleler dayatılmaktadır.

 

Çözüm Ne Olabilir? 

Başta Çağdaş Hukukçular Derneği; olmak üzere konuya duyarlı tüm hukuk çevreleri “F Tipi Kapalı Cezaevi” projesinin çağdaş ve insani bir infaz rejimi açısından kabul edilemeyeceğini düşünmektedir. Bu çevrelerin haklı yaklaşımıyla sorun şu şekilde aşılmalıdır: 

1-F Tipi Cezaevleri kapatılmalı, kapsamlı bir mimari tadilat gerçekleştirilip, sağlıklı bir infaz kanunu yürürlüğe sokuluncaya kadar çalıştırılmamalıdır. 

2-Tek kişilik veya üç kişilik (küçük grup) izolasyonu terk edilmelidir. 

3-Siyasi tutuklu ve hükümlülerin “İslah”, “iyileştirme”, “sağaltma”, “tretman” gibi infaz uygulamalarına tabi tutulmasına son verilmelidir. Ceza infazına “hasta tedavi etmek” perspektifiyle bakan bu çağ dışı düşünce kabul edilemez. İnsanların siyasal, kültürel ve sosyal bütünlükleri en az vücut bütünlükleri kadar kıymetli ve dokunulmaz kabul edilmelidir. 

Ancak; devam etmekte olan Ölüm Orucu eyleminin sona ermesi için bu kadar kapsamlı ve vakit alacak bir düzenlenmenin beklenmesi mümkün değildir. Bu nedenle; 

“Belirli ve makul sayıda tutuklu ve hükümlünün, gün içerisinde kabul edilebilir bir süre boyunca, hiçbir ıslah– tretman koşuluna bağlı tutulmaksızın ortak yaşam alanlarında bir araya getirilmesi” yoluyla,”yoğunlaştırılmış tecrit” ortadan kaldırılarak ölümlerin durması sağlanabilecektir. Bu uygulama herhangi bir mimari tadilat, yasa değişikliği yahut mali külfet getirmemektedir.  

Yazıma son verirken meslektaşım Av. Behiç Aşçı’nın çözülmesi için hayatını ortaya koyduğu bu sorunun; bedel olarak onun hayatına da mal olmadan makul bir çözüme kavuşturulabilmesi için herkesi daha duyarlı olmaya ve somut adımlar atmaya çağırıyorum. 

 

Sayı : 2007 01