Özgürlükçü; demokratik anayasa Çerkeslerin de ihtiyacı
2 Temmuz Genel Seçimlerinin ve Cumhurbaşkanı seçiminin tozu dumanı dağılmamışken Türkiye bu kez de Anayasa tartışmasının sathı mahalline giriverdi. Seçimlerdeki başarısının ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasının rüzgarını arkasına alan AKP hükümetinin “Sivil Anayasa” baslığı altında akademik bir heyete hazırlattığı ve Sapanca’daki parti kampında son seklini verdiği taslak, önümüzdeki birkaç ay boyunca kamuoyunda çok tartışılacak. Hatta bu tartışmaların daha şimdiden son sürat başladığını söylemek de yanlış olmayacaktır.
AKP’nin Türkiye’nin ilk sivil Anayasası olarak lanse ettiği bu taslak ile ilgili ilk anda üç tip tepkinin geldiği görülüyor. Bunlardan ilki bu çalışmayı alabildiğine olumlayan, taslaktaki kimi liberal açılımları ve ilk defa bir askeri darbe olmadan ortaya yeni bir Anayasa çıkmasını bile yeterli bulan kesimlerin süreci tamamen olumlayan tepkilerdir.
İkinci tip tepki ise, laiklik ve üniter devlet yapısı ile ilgili kaygılar nedeniyle, AKP’nin Yeni Anayasa çabalarına mesafeli duran hatta “Yeni Anayasa için Kurucu Meclis gerekir” vb. bahanelerle bu girişimin önünü kesmeye çalışan statükocu kesimlerin tepkileridir.
Son olarak da DİSK; KESK; TMMOB gibi sendika ve demokratik kitle örgütleri ile ÖDP,EMEP, SDP, DTP gibi partilerin; Yeni bir Anayasa ihtiyacı konusunda AKP ile hem fikir olan ancak bu partinin ortaya koyduğu taslağı özgürlükler, demokratikleşme ve sosyal haklar bakımından eksikli bulan tepkileridir.
Biz Çerkesler açısından da bu sürecin gerçekten kritik bir öneme sahip olduğu tespit edilmelidir. Zira bu güne değin Anayasal metinlerde diğer etnik ve ulusal kimlikler gibi Çerkes kimliği de yok sayılmış, Türk etnik kimliği tek meşru kimlik olarak bize de dayatılmıştır. Sözde ayrımcılık yapmamayı hedefleyen ama özünde inkarcı olan bu yaklaşım neticesinde Anadolu’daki Çerkes Kültürü ve kimliği gün be gün erimiş, acımasız asimilasyon binlerce yıllık mazisi olan bir halkın sürgünden yadigar en büyük kollarından birini adeta kuru bir ağaca çevirmiştir. Bu süreç durdurulacak ve tersine çevrilecekse, bunun kalkış noktalarından birisinin, diğer farklı kimlik ve kültürlerle birlikte Çerkeş Halkının varlık ve meşruiyetinin resmiyette tanınmasını; korunup geleceğe aktarılmasını mümkün kılacak yeni “özgürlükçü-clemokratik bir Anayasa” zemini olacağı hiç kuskusuzdur.
Çerkesler olarak bu nedenle Anayasa tartışmalarının kıyısında, kösesinde değil tam da merkezinde olmalıyız. Anadolu’da bir söz vardır: Ağlamayan bebeğe emzik verilmez. Çerkeslerin sürgün edilmiş bir halk olduğunun uluslararası planda tescili, kimliğimizin resmi düzeyde tanınması, çifte vatandaşlık hakkımızın verilmesi, Ah hazya, Çeçenya, Adigey ve Osetya’daki sorunlara Türk Hükümetinin seyirci kalmaması, anadilde eğitim, çocuklarımıza kendi dilimizde isim verebilme, Çerkesçe aile adlarımızı resmileştirebilme, köylerimizin Çerkesçe gerçek adlarının yeniden geçerli kılınması gibi temel taleplerin hepsinin Anayasa’daki dayanağı olacak yeni bir vatandaşlık tanımının yapılabilmesi için bu süreci çok ama çok iyi değerlendirmeliyiz. Şunu iyi bilmeliyiz ki, böylesi fırsatlar toplumların tarihinde sık sık ortaya çıkmazlar.
İşte tüm bu saydığımız nedenlerle biz Çerkeslerin de Anayasa tartışmalarına üçüncü tür tepki veren kesimle birlikte hareket etmesi ve özgürlükçü-demokratik-sosyal bir Anayasa mücadelesine omuz vermesi gerekiyor.
Artık gerçek çıkarlarımızın nerede olduğunu görmemizin vakti geldi de geçiyor…
Sayı : 2007 09