Sussam Gönül Razı Değil

0
1812
Türkiye’nin seçim virajına girdiği bu yoğun gündemde insan ne yazacağını şaşırıyor. Kafasında kurguladığı yazı hızla değişen gündem sebebiyle bir anda bayatlayabiliyor. Aylık peryotla çıkan bir gazetede bu açıdan bir yazı kaleme almak oldukça zor aslında.
Bir de biz Çerkesler gibi diasporik bir halkın gündemini düşününce işler daha da zorlaşıyor. Türkiye’nin yerel gündemi, Kafkasya’daki gelişmeler ve Türkiye’deki Çerkeslerin kendi içlerindeki sıcak gündem konularından hangisini ele alsanız bir diğeri için içinizde bir ukde kalacak.
Mart ayı bahsettiğim bu üç konu açısından da oldukça hareketli geçti. Sırasıyla bakacak olursak eğer önce anavatana bakmak lazım.
Kafkasya’da Kabardey-Balkar Cumhuriyeti içten içe kaynamaya devam ederken gelinen noktada ilan edilen bir OHAL ilanı var. OHAL denince insan ister istemez düşünmeden edemiyor. Türkiye’nin uzun süre OHAL ile yönetilen bölgelerindeki sancıları bilmem burada uzun uzun anlatmaya gerek var mı? Allah oradaki soydaşlarımıza yardımcı olsun demekten başka sanırım, korkarım ve hayıflanırım ki diasporadaki Çerkeslerin yapabilecekleri hiç bir şey yok. Ve yine korkarım Ruslar 1864’ lerin, 1944’lerin senaryolarını yeniden sahneye koymaya çalışıyorlar.
Türkiye’nin sıcak gündemi malum seçimler. Partilerin milletvekili adaylarını açıkladıkları şu günlerde listeleri incelediğimizde görünen o ki biz Çerkesleri mecliste temsil edecek insan sayısı yok denecek kadar az. Benim görebildiğim bir Raif Balkaroğlu (CHP) ve Sait Açba ve Ender Serbes (AKP) var listelerde. Bir de benim tanımadığım ama bizlerin bildiği ama kendilerinin bile Çerkes olduğunu bilmediği üç beş isim daha…  Serbes ve Balkaroğlu’nun seçilme şansı neredeyse sıfır. Sayın Açba’nın meclise girme ihtimali var ama onun da bizleri ne kadar temsil edeceği şüpheli. Hal böyle olunca insan ister istemez düşünüyor. Suç kimin?
Siyaset kurumunu içerisinde kimliği ile olmayan hemşerilerimize mi kızacağız yoksa bizleri her türlü partide bir türlü görmeyen-göremeyen-görmek istemeyenler mi?.. Bu yumurta tavuk ikileminde sorunun cevabı horozdan geliyor hep: “Ben kalanına karışmam, vazifemi yaparım” diyen horoz misali anlayacağınız. Anlayacağınız önümüzdeki beş yıllık süreçte sanırım ve korkarım bizlerin sesi olabilecek bir yiğit sesi çok arayacağız yine. Devlet horozu da bol bol ötecek yine kendi çöplüğünde.
Türkiye gündeminde Çerkeslerin kendi iç dinamikleri de oldukça yoğundu geçtiğimiz ay. Ortak Akıl Toplantıları (toplanmamaları mı desek acaba), 12 Mart Ankara Mitingi ve arkasından gelen Murat Bardakçı tartışmaları.
Kendi adıma bu konudaki görüşlerimi Cherkessia Net’teki yazımda uzun uzun yazdım ama Jıneps sayfalarında da kısaca bir iki noktaya değinmem lazım. Ankara Mitingi’nin altında imzası olan yedi kişiden birisi olarak bazı eleştirileri göğüslemem gerekir elbet. Sonrasında gelen eleştirileri gördükçe insan bir kere bir kere daha düşünmeden edemiyor. Gerçi ben bunu ÇHİ içerisinde de sıklıkla dile getirdiğim için gönlüm biraz müsterih. İnisiyatif içerisinde ‘sevimsiz’ gelen bu eleştirilerimi hemen mitingin akabinde dile getirdiğimde gördüğüm o ki guruptaki arkadaşlarımın en azından bazıları eleştiriden son derece rahatsız. İstiyorlar ki dikensiz gül bahçesi olsun… İstiyorlar ki -en azından bazıları için- o an aklına geliveren düşünce galip fikir olsun.
Yangından ilk kurtarılacak eşyaya döndürülen miting fikirlerinden (ve de tarihlerinden) benim bile sonradan haberim olduğu için bu noktada gelen eleştirilere son derece hak vermeye başladım. Doğru olabilecek bir süreç yanlış yönetilmeye başlandı maalesef. Ve sonrasında -en azından ben- ‘kendi kalesine gol atmaya doyamayan’ stoperi tutmakla görevli bir defans oyuncusuna benzetmeye başladım kendimi. Bu yazıyı 17 Nisan mitinginden önce (13 Nisan) yazdığım için şunu da rahatlıkla söyleyebilirim. Mitingin sonucu her ne olursa olsun ben bu düşündüklerimin arkasındayım. Ama bir taraftan da hemşerilerimizi 17 Nisan’a davet etmeye devam ediyorum. Sonrasında nasılsa eteğimizdeki taşı dökeriz ortaya.
O malum örgüt-teşkilat disiplinleri adına kişisel özgürlüklerin ortadan kalktığı, bireyin birey olmaktan çıkıp sürü haline geldiği özellikle 12 Eylül öncesinin siyasi yapılanmalarındaki sakat düşünceden fellik fellik kaçan ben; geldiğim noktada öyle bir şeyle karşılaştım ki eleştiri mekanizması hakikaten bazı arkadaşlarımızda alerji yapıyor. Kırk yıllık Kâni de değişmeyeceğine göre benim öyle bir yapının içerisinde olmamam gerekir diye düşünüyor ve arkadaşlarıma başarılar diliyorum. Sapla samanı da karıştırmamalı diyerek bu konuyu da şimdilik kapatıyorum. Böylesi hem onlar için hem de benim için daha hayırlı olacaktır.
Murat Bardakçı terbiye özürlüsü de bu hengamede sahibinin sesi olup abuk sabuk konuşmaya devam ederkeeen!…
Bizler de -misyonerlik faaliyetleri yasak olduğundan- patrikhanelerimizi yıkıp; kurduğumuz yeni tekkelerimizde çorbamızı içip keyfimizi süreceğiz.
Afiyet olsun!
*Ezber bozan
 
 

Sayı: 2011 04