Kendi içimizde açtığımız cepheler yetmezmiş gibi dışarıya karşı da birkaç cephe açalım da Amerikan filmlerinin yenilmez kahramanı Rambo’ya öykünelim biraz.
Rambo’ya özenmeden önce hafif meşrep bir fıkra anlatalım ki önce “ahlâk sukut etti” diyenler haklı çıksın. Eminim fıkrayı okuyunca önce Yahudi kardeşlerimiz sonra da Çerkes arkadaşlarımız kızacaklardır şahsımıza.
Efendim fıkramıza gelince:
Salomon cin gibi bir adam. Mişon ile ortaklığı bozmuş. Mal paylaşımı için de tekliflerini sıralamaya başlamış. “Kuzim Salomon Bebek’teki yalı benim, Balat’taki ev senin” Mişon cevaplamış: “Tamam kuzim öp beni !” Böylece devam etmiş paylaşım. “Mercedes benim, Serçe senin…” “Tamam kuzim öp beni” “Boğazdaki yat benim, Haliç’teki sandal senin…” “Tamam kuzim öp beni!” Neyse efendim böylece paylaşım bitmiş ama Salomon’u merak salmış. Kuzim Mişon paylaşım iyi güzel de bu “öp beni neyin nesi?” Mişon cevaplamış: “Eee insanlar becerilirken öpülmekten hoşlanır ya, ondan.”
Ben bu fıkrayı düşündükçe hep aklıma devlet karşısındaki Beyaz Türk olmayan vatandaşlar aklıma gelir. Devlet kurulurken Çerkes’i Kürd’ü, Türk’ü Laz’ı ile bir ortaklık kurmuş ve elbirliği ile T.C. oluşturulmuş. Sonrasında ise ve hâlâ da ortaklık tek yönlü bir tasfiye süreci ile devam etmekte. Sonunda duyulan ses ise hep aynı. “Tamam kuzim öp beni” Film hep aynı. Değişik zamanlarda film tekrar beyazperdeye aktarılıyor ama senaryo hiç değişmiyor.
Başrolde Beyaz Türk olan bazen Tecavüzcü Coşkun bazen de Nuri Alço oluyor.
Hiç kimse kusura bakmasın, ağzımı bozdum bir kere ve sonuna kadar gideceğim. Aklıma geleni satıra dökeceğim. Sanal alem sayesinde sosyal pornografinin tavan yaptığı ve tüm gerçekliklerin çırılçıplak ortada olduğu bir durumda zaten ne gizli kalıyor ki?
Kılıçdaroğlu’nun “ana aa”sı ile Başbakan’ın “ana dil” görüşlerindeki ‘lapsus’ nasıl her şeyi ortaya koyuyorsa bizim içimizdeki fırlama çocuk da bu yazıyla ortaya dökülsün biraz.
Size bir de Türkçe’deki sanatlardan bahsedeyim. Bilirsiniz hani
“Bir evde dü zen olsa
O evde düzen olmaz”
Yanisi bir evde iki zen (zenne=kadın) olsa o evde düzen olmaz…
Buna ben de bir ilave yapayım isterseniz. “O evde ancak düzen olur”
“Düzen”in de kim olduğunu varın söyletmeyin artık.
Savaş öncesi söylem güzel. “Vatandaş! Ey ehl-i İslam vatan elden gidiyor!..”
Hurra toplanmış millet… Topyekûn bir savaştan sonra devlet kurulmuş. Sonrasında ne olduysa bütün millet tek ırk, tek din, tek mezhep olmuş. Ne Mutlu Türk’üm diyene ile bir gecede Türkleştiğimiz gibi; Müslüman ahali de Hanefi-Maturîdi ekseninde örgütlenmiş.
Çerkes, Kürt, Laz unutulmuş. Tekke ve Cem evi kitaplarda kalmış. İşin garibi bu yapılanmayı sağlayan zihniyeti de en çok Aleviler sahiplenmiş. Sanki tekke ve zaviyeleri kapatan, Diyanet’in Hanefi- Maturîdi ekseninde örgütlenmesini sağlayan uzaylılar…
Gerçi geldiğimiz noktada Kürt ve Aleviler bazı kazanımlardan sonra Türkiye ve dünyanın sadece kendileri için kurulduğuna inanmaya başlamışlar. Dünyada ve Türkiye’de kendilerinden başka insanların yaşamadığı gibi bir vehmin sarhoşluğuna kapılmışlar. Ve hatta daha da acıklısı buna kendilerinin yanı sıra sağı ve soluyla tüm medyayı ve de neredeyse tüm aydınları(!) ve hatta hatta iktidar ve muhalefeti ile tüm siyaset alemini; üstüne üstlük yazılı ve görsel medyayı da bu masala inandırmışlar.
Evet gülmeyin gerçekten öyle. Bunlar ‘Seyyar Tayyar’ı da geçtiler. Her şeyi onlar buldu ve bildi . Güneş Dil teorisinden sonra Kürt ve Alevi Güneş Dil Teorileri gelişirse şaşmayın. Türkiye ve Dünya Beyaz Türkler, Beyaz Aleviler ve Beyaz Hanefi Kürtler’ den kuruludur.(İnanmayan medyaya baksın)
Geldiğimiz noktada bu zımni ortaklığın tezahürünü Başbakan’ın Siyaset Meydanı’nda sarf ettiği cümleler gayet net ortaya koyuyor. Çerkeslerin “anadili eğitimi” talepleri üzerinden siyaset yaparak ‘bu da nereden çıktı’ demeye getiriyor.
Tabii o da haklı. Çerkesler ve diğer halklar uzaydan bir anda ışınlandı Türkiye’ye. Ne güzel mesut bahtiyar yaşıyordu Beyaz Türkler, Kürtler ve Aleviler. Birine TRT ŞEŞ diğerine mebzul miktarda Cem Evi yeter de artar bile. Zaten artık Kürt sorunu da kalmadı. Sadece Kürt vatandaşların sorunu vardı bu ülkede.
Açıkçası son zamanlardaki Mehteran Bölüğü tavırları zaten rahatsız etmeye başlamıştı ülkedeki tüm demokrat kesimleri. Mehteran Takımı’nın iki ileri bir geri yürüyüşü Sayın Başbakan’a tam sirayet etmiş ola ki sürekli bir yalpalama hali var. Ona destek veren demokrat kesim -ki içlerinde bugünün mimarları diyebileceğimiz YDH kadrolarının bütün isimleri de var- de son zamanlarda umudunu yitirmeye başladı iktidardan. O demokrat kadrolardan teşrik-i mesaimiz olanlar dahil bir çok isimde açıkçası beni hayal kırıklığına uğrattı. Onlar da Türk-Alevi- Kürt üçgenine fikslenip diğer unsurları göz ardı ettiler. Hırant Dink ve Agos popülaritesi üzerine kalem oynatmak prim yapınca arada Ermenilerin ağzına da bir parmak bal çaldılar ama genelde diğer bütün unsurları mazide kalan hoş bir seda olarak gördüler. Hele hele Çerkesleri tamamen folklorik bir unsur olarak lanse ettiler neredeyse.
Türkiye’nin üçüncü büyük etnik gurubu olan Çerkesleri, ‘her ne hikmetse’ ‘Gizli İktidar’, İktidar ve Muhalefet Partileri, istisnasız bütün yerel/ulusal, görsel ve yazılı medyası tarafından ısrarla görmemeye gayret ettiler. Biz Çerkesleri “Çerkes Kızları Güzeldir” “Çerkes Tavuğu” ( Lavuk diyen o lavuğa bile laf etmediler) ve “Çerkes Peyniri” gibi birkaç kelime ile anılacak folklorik bir öğe olarak görmeye devam eden bütün katmanlar bakalım ne zaman ayılacaklar merak ediyorum(uz).
Atatürk’ün yanında yer alan Çerkesler neredeyse ‘Beyaz Türkler’e FASON bir devlet kurarken etnik kökenleri hiç vurgulanmadı. Siz bu ülkenin ‘asli unsurusunuz’ masalı ile uyutulan ama ortaklık paylaşımında ‘hep öpülen’ konumda olduk. Asimilasyonun ağababasını yaşadık. Dilimiz koparıldı. İleriki kuşaklara aktarılacak kültürümüz kalmadı. Anadilinde yazan ve okuyan nesillerimiz hiç olmadı ve bu süreç bizi yok oluşa doğru götürüyor.
Ey Türk-Kürt ve Alevi üçgeninde ülkeyi konumlandırmaya çalışan siyaset mühendisleri!
Ey bu ülkenin ‘hâlâ’ demokrat dediğimiz aydınları!
Ey bu ülkenin tüm medya kuruluş ve mensupları!…
Bu ülkede ÇERKESLER de yaşıyor !!! Haberiniz var mı???
Hasankeyf’te baraj altında kalacak tarihi kalıntılar için üzülen demokrat sanatseverler!
HES projelerinin tahribatından muzdarip çevreciler!
Kelaynaklar için ömrünü adayan uzmanlar!
BU ÜLKEDE ÇERKESLER YAŞIYOR!
BU ÜLKEDE EN SON UBIH DİLİNİ KONUŞAN İNSANLA BİRLİKTE BİR DİL KAYBOLDU!
VEE!!!
BU ÜLKEDE ÇERKESLERLE BİRLİKTE DİLİMİZ- DİLLERİMİZ-KÜLTÜRÜMÜZ YOK OLUYOR!
Bütün bunları görmeyen hemşerilerimizi ve Türkiye’nin halklarını bu yok oluş ve yok sayılmadan dolayı duyarlı olmaya çağırıyorum. Bu vesile ile tüm soydaşlarımıza seslenmek istiyorum.
Bu yok sayılma karşısında gelin biz de tüm partileri yok sayalım.
Başta iktidar partisi olmak üzere (ki ben üyesiyim ve istifamı sizler huzurunda veriyorum ve en kısa zamanda yasal olarak da gereğini yerine getireceğim) bütün partilerdeki (AKP-CHP-MHP ve diğerleri) hemşerilerimizi parti üyeliklerinden istifaya davet ediyorum.
12 Mart seçimlerinde aday olanların adaylıktan istifa etmelerini (ki zaten seçilebilecek yerde neredeyse hiç adayımız yok gibi) diliyorum.
Ola ki seçilebilecek olanların da seçim sonrası partilerinden istifa edip bağımsız vekil olmalarını bekliyorum.( Evet çok ahlaki bir teklif gibi görünmüyor ama zaten içinde bulunduğumuz durum da bir “ahlaksız teklif” değil mi?)
Bu tekliflerin dışında belki de en pratik ve çözüm üretici teklifim de seçimlerde oy kullanmamak. Seçimleri boykot etmek.
Ben kendi adıma bunun kararını verdim ve uygulayacağım.
Bir kararım da 21 Mayıs’ta, saat 13.00 – 15.00 ve gece Beşiktaş meydanındaki üç ayrı organizasyonda bağımsız hareket etmek.
Eğer o güne kadar bu organizasyonlarda beraber hareket etme gibi bir irade oluşmazsa ‘ben ve kalpağım’ sembolik olarak saat 12.00’de tek başına Taksim’den Rus konsolosluğuna yürüyüp evime döneceğim.
Bu kadar yok sayılmanın tavan yaptığı bir ortamda; en azından 21 Mayıs gibi bir asgari müşterekte bile bir araya gelemeyen hemşerilerimi ben de bu şekilde kınamak istiyorum.
PKK seçimlere kadar savaşa ara verirken; savaşlara bayram günü vesileleri ile ara verilmişken; vakti zamanında Arafat ve İsrail aynı masaya oturmuşken bizler sadece 21 Mayıs’a özel bir metnin etrafında buluşamıyorsak ve tüm kurumlarımızla ortak tek bir eylem yapamıyorsak dışarıya karşı da başımız biraz eğik kalmaya mecbur olacaktır.
Kimin haklı ya da haksız olduğunu tartışmaya açmak değil derdim. Derdim sadece 21 Mayıs’ı adam gibi anmak. Rusya, Türkiye ve Dünya kamuoyuna tek yürek tek ses olarak haykırmak.
Ondan sonrası yine herkes kendi doğrusunda yürüsün elbet. Doğrusu ve güzeli de budur muhakkak.
21 Mayıs’la ilgili somut önerim yine Taksim’de 1 Mayıs benzeri bir örgütlenme ile toplanmak; sonrasında bütün o belirlenen saatleri çöpe atıp, yeni bir saatte yürüyüşümüzü yapmak. Rusya Konsolosluğu önünde bildirinin okunmasından sonra Unkapanı- Dolmabahçe gibi bir yerde de denize ‘siyah çelenk’ atma ritüelini yapıp, gece programını gerçekleştirmek…
Sayı: 2011 05