Kibele ve Artemis Anadolu Tanrıçalarıdır. Onlar kutsal meşe ormanlarının koruyucuları ve sahipleriydiler. Dünyanın bilinen en eski efsanelerinden Argonaut Seferi, Kolhide’ ye, Kutsal Meşe ağacında bulunan Altın Post için yapılmıştı. O sefere çıkan Argo adlı gemi ve pruvası da kutsal meşe ağaçlarından imal edilmişti.Şarap meşe ağacından yapılan fıçılarda mayalanır ve tadını alır.
Eski toplumların hemen hepsinde Meşe Ağacı kutsal idi.
“Yaşamın, aşkın, özlemin, sevdanın, koruyup kollamanın rengi olan “kırmızı” kelimesinin kaynağı, Anadolu’nun meşeleridir; onlar altlarında yaşayan insanları; yiyecek ve ilaçlarıyla koruyup kolladıkları gibi kırmızı ve sarı boyalarıyla, yeniden doğuş ve aşk düşüncesinin renklerini de Anadolu’ya armağan etmişlerdir. Meşe ağacı meyvelerinden ekmek elde edilmesinin yanı sıra, meşe üzerinde yaşayan bir böcekten elde edilen tatlı özütten kudret helvası yapılır. Anadolu’da “mana” veya “kudret helvası” da denen yiyecek şark mazı meşesi olarak bilinen Quercus infectoria subsp. boissieri’den yapılır. Doğu Anadolu’da mazı meşesindeki bu tatlı maddeye “gez balı” veya “gezo” gibi adlar verilir. Bu bal, Irak’ta da halk ilacı olarak ve koz helva yapımında kullanılmasının yanı sıra, 16. yüzyılda bu yörede müshil olarak da sabahları yenilmekteydi. Bu tatlı madde Türkiye’de toplandıktan sonra eritilerek ondan “akıt” denilen kırmızı bir pekmez ve “Kürt baklavası” denen bir tatlı yapılmaktadır.” (Hasan Torlak, Bilim ve Gelecek dergisi)
Günümüzde ise meşe ağacı geleneğine saygı Bask halkında hala yaşatılmaktadır. Guernica şehrinde, 14.Yüzyıldan beri koruma altında olan meşe ağacı, hem Bask bölgesinin bayrağında, hem de çeşitli Bask spor kulüplerinin armalarında sembolleştirilmiştir. Jose Mari Iparragirre ‘nin 1800 lü yıllarda yazıp söylediği “Gernikako Arbola” şarkısı tüm Basklar için bir sembole dönüştü ve milli marş oldu.
Kelt halkında da Meşe ağacı kutsal idi. Bir ruhban sınıfı olan “Druid”ler meşe ağacının koruyucusu sayılırlardı. “drid: meşe ağacını bulan / bilen” anlamına geliyor (Meşe-Yunanca: Drys(dra,dai,draj), Latince:Druidae(robur), Galya:Druvis(druvids), İrlanda:Dair)
Abazaca da, “dr: bil, drra: bilmek, drga: bilme işareti” anlamına gelmektedir. Dzdrid: “onu bildim, tanıdım” demektir. Bu benzeşme tamamen bir tesadüf mü yoksa Keltlerle çok uzak akrabalıktan kalan bir miras mı? Bu konuyu biliminsanlarına bırakıyoruz.
Basklar sembollerine sahip çıkarken bizler ne yapmışız?
Bunu da Osmanlı belgelerinden öğreniyoruz; “Kırk sene kadar Abaza ve Çerkeş kabileleri arasında dolaşarak bunların yarısı kadarını İslam etmiş ve hatta taptıkları ağaçlan kestirip yaktırmış olan Rizeli Dersiam İbrahim Efendi…” (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Belge No: C.EV.128/6385 Tarih:11 Ş 1211).
Bu uygar çağda bir adam dünyanın herhangi bir yerine gitse, oranın kutsal değerlerine hakaret etse, yaşayabilmesi şüphesiz ki mucize olurdu. Oysa bir kişi, ikiyüzyıl önce kalkıp Kafkasya’ya gidip binlerce yıllık geleneğimizi, yanlış bilgilenmeden dolayı silip süpürebiliyor ve biz ona kırk sene el üstünde bakıyoruz.
İşte bizim yalnızlığımız da buradan başlıyor.
O, toplumsal mutabakatlara vardığımız kutsal meşe ağacının altından dağılıp, ayrıldığımız günden bu yana yalnızız. Her birimiz başka yöne gitmiş, kendimize yabancılaşmış başkalaşmışız.
Başkalaşıp yalnızlaşmışız, çünkü birbirimize verdiğimiz değeri ve saygıyı orada, o ağacın altında bırakmışız.
Yalnızlaşmışız, çünkü toplumsal birikimlerimizi yazıp ne kendi toplumumuza aktarabilmiş nede diğer halkların önüne koyamamışız.
Başkalaşmışız. Hristiyandan daha Hristiyan, Müslümandan daha Müslüman, tüm yurtseverlerden daha yurtsever, tüm kahramanlardan daha kahraman ve de tüm hainlerden daha hainiz ve de onun için bu dünyanın dört bir yanında kraldan daha çok kralcıyız.
İşte bunun için yalnızız!
Ve bunun için “birken çok, çokken azız.”(Münteha Gülsu)
“Geç olmuş olsa da, yalnızlığımız kronikleşmiş olsa dahi”( Mansur Balcı), onu aşmanın tek bir yolu var; kendimiz olmak!
Kendimiz olmak için de önce birbirimize saygıyı özümsemeli, hiçbir ferdimizi “işe yaramaz” ve “küçük” görmemeliyiz.
Sonra hep beraber, bizim için üreten yazar, şair, ressam, müzisyen, sanatçı, araştırmacı ve biliminsanlarımıza, dergilerimize, gazetelerimize, kitaplarımıza, varlığımızı sürdürmek için çaba sarf eden vakıf, dernek ve diğer kurumlarımıza sahip çıkarak, toplumumuzun kendisini yeniden üretmesine katkı vermek ve sahiplenmek suretiyle önce kendi içimizdeki yalnızlığı fırlatıp bir kenara atmak, sonra da toplumsal yalnızlığımızdan kurtulmak içinde evrensel insan hakları temelinde diğer toplumlarla işbirliği oluşturarak evrensel dayanışma ve kardeşliği yakalamaktır.
Kendi değerlerine sahip çıkmayan başkalarının değerlerine de sahip çıkmaz!
“Yalnızlıktan kurtulmadan ne birey/vatandaş ne de dünya uluslar toplamı içinde bir ulus olunabilir.”(Mansur Balcı)
Dinle hey KOTIJ, seni kesen baltaları toprağa gömeceğiz.
Senin kesilmiş gövdende bıraktığımız yalnızlığı, yeşeren filizinden yeniden alacağız.
Sen ki binlerce yıldır hep yeniden kök saldın, bizde senin çocuklarınız, biz de yeniden kök salacağız.
Khiase, senin gölgende alacak kararlarını.
Khiabze, senin gölgende yeniden şekillenecek.
Bense unutacağım yalnızlığımı serin gölgende, barışı senin gölgende yaşayacağım.
Yamçımı, kalpağımı senin dalına asacağım. Atımı senin dalına bağlayacağım.
Senin gölgende helalleşeceğim kardeşlerimle, senin gölgende buluşacağım sevdiklerimle.
Sen ki kutsal koca Kotıj’sın, biz birer meşe palamudu, düşeceğiz toprağa, filiz vereceğiz, koskoca ”bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeş” BİZ olacağız.
Sayı: 2011 07