Ulus-Devletten Cemaat Devlete

0
478
’’Ceza sistemi iktidar olarak iktidarın en açık tazda kendini gösterdiği biçim değil mi? Birişni hapse atmak, onu beslenmeden, ısınmadan yoksun bırakmak, dışarı çıkmasını, sevişmesini engellemek, vs. bu ikgidarın hayal edilebicek en ölçüsüz tezahürüdür.’’ (Entelektüelin Siyasi İşlevi, Michel Foucault)
20.yy. ve sonrasında ‘’iktidar’’ denildiğinde ilk akla gelen düşünürlerden biri Michel Foucault’dur. Gerçi, üstad birçok kitabında iktidarı tanımlasa, analiz etse de bunu ‘’özne’’yi anlamak adına yaptığını belirtir. Yani bir anlamda özneyi anlamak iktidarı anlamaktan geçer. Yalnızca güç, yasaklama ve nihayet hukuksal çerçeve ile anlaşılmayacak olan iktidar karmaşık bir yapıdır. O, bir takım şeyler üretir, zevk yaratır, bilgi oluşturur ve en önemlisi de söylem inşa eder. Bu yazının konusu kuşkusuz ki Foucault’nun iktidar kavramını anlamak, çözümlemek, olmamakla birlikte; son dönem içinde bulunulan kasvetli ve ürkütücü hava için yazının başındaki alıntı bir tutaç görevi görecektir.
Ergenekon dalgası henüz bitmemiş iken muktedir olamayan iktidar sahipleri KCK suçlaması ile rakamları net olmamakla birlikte içinde aydınların da olduğu binlerce varan kişiyi tutukladı. Kendi kavramlarını kendi tanımlayan (Kendi tanımladığı Kürt dışındakiler terörist, ulusalcılar Ergenekoncu) ve bunun dışında bir tanımı ‘’Suçlu’’ ilan eden muktedirler, ‘’Toki’’lerden sonra cezaevleri için de bir ‘’Ağaoğlu’’ fenomeni yaratırlarda sanırım hiç kimse şaşırmayacak. Meclise girdiği günden beri ‘’barış’’tan başka bir kelime ağzına almayan BDP çoktan hedef gösterildi bile. He çatışmanın ardından yanlış bir mantıksal çıkarımla tüm Kürtleri suçlu ilan edenler, Kürtlerin yoğun olduğu coğrafyada yaşanan depremin ardından yardım için taş, sopa ve bayrak göndermeyi imal etmedi.
Bu infiali nasıl anlamalı? 28 Şubat’ın mağdurlarının bu derece tahakkümünün ardında olan şey ‘’iktidar’ olmasının doğası mıdır? Mevcut siyasal yapıyı nasıl tanımlamalı? Soruları çoğaltmak elbette ki mümkün. Bir tanımlama yapılacaksa eğer geçmiş deneyimlerimize başvurmak sanırım daha doğru olacaktır. 1930’ların sonunda başlayan ulus-devlet şiarı yerini cemaat-devlet şiarına bırakmış gibi görünüyor. Bu yapının dinamiklerinde farklı etnisitelere, demokratik taleplere, farklı inançlara, ekolojiye, cinsiyetler arası eşitliğe, sınıfsal eşitliğe yer yok. Bu yapının dinamiklerini, giderek zenginleşmekte olan sınırlı bir cemaatte, her şeyin tüketimin nesnesi haline dönüştürülmesinde, saadeti öte dünyaya ertelemeyi reddedip hem bu dünyaya hem de öte dünyaya talip olmakta, gerektiğinde milliyetçi söyleme de göz kırpmakta, Arap bahar için kendine pay biçmekte tereddüt etmemekte aksine kurucu unsur olmakta aramak gerekir.
Yalnızca Kürtler değil çizilen çerçevenin ve tanımın dışına çıkan herkes bundan fazlasıyla payını alacak. Bu arada anmadan bitirmeyelim nerede başlıyordu faşizm? Atılan ilk bombalarla ya da üzerine çokça yazılan terörle değil, iki insan arasındaki ilişkide değil mi? Ve akılda tutmak gerekir ki, faşizm modernliğin istisnası değil, kuralıdır.
Küçük bir öneri: Bu yazı basıldığında hala gösterimi devam eder mi bilemiyorum ama yönetmenliğini Özcan Alper’in yaptığı ‘’Gelecek Uzun Sürer’’ adlı filmi özellikle faili meçhul cinayetleri ve Kürt meselesini bir kez daha düşünmek adına herkese tavsiye ederim.

Sayı : 2011 11