Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Warada’yla büyülü Abhazya

Birgül Asena Hızal

Dedim ki; evet Karadeniz ama Karadeniz gibi değil sanki, Akdeniz iklimi var o ülkede, denizi bile buradaki Karadeniz’e benzemiyor.
Can arkadaşım gülümsedi ve "ben gittim biliyorum, basbayağı Karadeniz" dedi.
Haklıydı belki ama bana sorarsanız büyülüydü Abhazya. Sırtını yasladığı dağlar ile Karadeniz arasına saklanmış, kendine özel bir iklim yaratmış sanki o coğrafyada. Kimsenin tanımadığı ama kanla canla kurulmuş bir Cumhuriyet olarak karşımızda duruşu nasıl ezberleri bozuyor kafaları karıştırıyorsa iklimi de öyle şaşırtıyor insanı.
Politik ve ekonomik realite bir yana.
Ben çok sevdim bu ülkeyi, ağladım dağlarına bakıp, o dağlardan, komşu dağlardan sürülen insanlarımı düşündüm. Ubıh babaannemi hatırladım. ‘Soykırım nedir?’ diye sordum kendime. Neden yapılır? Nereye kadar savaş, sürgün,neden sonra soykırım demek gerekir? Kaç insan ölmesi gerekir mesela!!!? Kaç neslin taşıması gerekir bunu!!!?
Yıllardır gitmek istiyordum bu coğrafyaya ve kısmette tamamı kadınlardan oluşan ‘Warada Mızıka’ grubu ile ayak basmak varmış.
Aslına bakarsanız uzun süredir planlanan bir geziydi. Warada Mızıka, Ruhet Gürbüz hocanın hazırladığı Metod ile diasporada ‘pşine’ ile seslendirilen müziklerimizin ana melodilerini zapt etmek ve nesilden nesile bozulmadan aktarabilmek düşüncesiyle bir araya gelmiş kadınlardan oluşuyor. Düğünlerimizde ‘cemiyet’lerimizde keyifle dinlediğimiz, oynadığımız, tahta vurduğumuz, melodiye rengini ve ruhunu veren coşkulu süslemeler de eğer nesilden nesile aktarılırken kaybolup, değişmediyse bu ana melodinin üzerinde dans ediyor aslında. ‘Gunda’ ise Abhazya’da, etnik müzik aletlerimizle olağanüstü bir performans sergileyen ve Warada Mızıka gibi sadece kadınlardan kurulu bir grup. Mahinur Tuna’nın girişimleri ile bu iki grubun birbirini kardeş grup olarak benimsemesi ve ifade etmesi Abhazya’daki Cumhuriyet kutlamalarına, üstelik en önemli sahnesine taşıdı pşinelerimizi. Unutulmaz bir deneyimdi.
A.H.L’nin önünde bütün ekibi tastamam gördüğümde mi inandım bu seyahate yoksa Soçi havaalanının karşısındaki kiliseyi gördüğümde mi bilmiyorum. Zamanımız çok kısıtlıydı ve sanırım hiçbirimiz hiçbir anı kaçırmak istemiyorduk. Bizi karşılayan minibüsümüz, rehberlerimiz, sınırdan geçerken hissettiğim eski bir filmin içerisinde rol almış olma duygusu ve olağanüstü bir doğanın içerisinden yaptığımız yolculukla geldik başkente ve otelimize yerleştik. Lobide beni bir sürpriz bekliyordu. Otuz yıldır görmediğim bir arkadaşım kutlamalar için Adıgey’den Abhazya’ya gelmiş, karşımdaydı.
Hemen ilk akşam sahile indik ve nefis şaraplar eşliğinde kurulmuş sofralarda ciğerlerimize çektik taze olanın kokusunu. Taze bir Cumhuriyet’ti burası, binalardaki silah izleri tazeydi, sahilde gördüğümüz savaşta yakılmış bina tazeydi. Dayanışma, tuzak, zafer ve anılar tazeydi. Destek için Türkiye’den gelenlerin ülkeye girdiği noktaları göstermişti rehberimiz, belki bildiklerim vardı içlerinde belki yoktu. Bendeki anıları tazeydi. Kime sorsanız anlatacak bir hikayesi vardı o günlerle ilgili. Sohbet biraz ilerlediğinde ise bugünden ve yarından duyulan endişeler düşüyordu masaya. Bizse coşkuyla bir oraya bir buraya koştuk. Botanik bahçesine şaşırdık, görkemli kilisesiyle büyülendik, Stalin’in Daça’sını gezerken çok düşündük, Ritza gölünün güzelliği, nefis balıkları ve yöre mutfağının kurutulmuş etleri ile şenlendik. Neden Kafkasya’daki atların, Arap atları gibi ufak tefek ve narin olmadıklarını anladık o sarp dağlara bakarken. Pazar yerinde heybelerimize doldurduğumuz baharatlar hala taşıyor Kafkasya lezzetini mutfaklarımıza. Nefis bir havai fişek gösterisi izledik. Biliyorduk ki; savaş, sürgün, soykırım ve yine savaş yaşamış insanlarımız için bu ülkede kutlanacak şeyler vardı o gece. Ya da biz olmasını çok derinden istiyorduk.
Abhazyalı yetkililerin konukseverliği ile onurlandık. Konser salonunda ve sonrasında Gunda’nın sıcak dostluğu ile sarılıp sarmalandık.
Aradan geçen bunca zamandan sonra dönüp tekrar düşündüğümde, çıldırmış gibi yağan yağmurun altında yapılan Cumhuriyet kutlamaları geliyor hep gözümün önüne. Tören esnasında sadece çok ıslandığımızı ama mutlaka orada olmak istediğimizi hatırlıyorum. Yerel televizyonlarda defalarca yayınlanırken izlediğimizde ise neden orada olmak istediğimizi anlamıştım. Şehitlerin önünde selam veren herkesin yüzünde yağmur, samimiyet ve saygı vardı.
Abhazya’dan evlerine dönen grubumuzun ise; çok güzel anıları, yeni soruları ve pekişmiş dostlukları.
Not: Bir de güzel haber; GUNDA Nisan ayında Türkiye’de olacak.
 
 
 
 

Sayı : 2012 03

Yayınlanma Tarihi: 2012-03-01 00:00:00

Yazarın Diğer Yazıları

Aidiyet yolculuğu ve ikilemler

Papirüs Yayınevi’nin “2 ağaç arasında...” kitabının yazarı Can Karakaş için düzenlediği tanıtım etkinliği 19 Ekim’de Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı’nda gerçekleştirildi. Atalarının kökenini ileri yaşlarında...

Judoda gümüş madalya

19-20 Ekim’de Kosova’da yapılan U23 Balkan Judo Şampiyonası’nda İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) adına mücadele eden Çkippa Gökçe Güneş, gümüş madalyanın sahibi oldu. Sakarya Mesudiye Köyü’nden...

Sevda Alankuş’a Medya Araştırmaları Ödülü

Basın Özgürlüğü ve Medya Araştırmaları Derneği’nin (BAMAD) 10-13 Ekim tarihleri arasında düzenlediği 2. İzmir Basın Kampı’nın son gününde Basın Özgürlüğü ve Medya Araştırmaları ödülleri...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img