Kafkasya’nın ilk Rus asıllı intihar bombacısı

0
403

Dağıstan’ın etkili dini liderlerinden Şeyh Said Efendi bir intihar saldırısı sonucunda evinde öldürüldü. Saldırı Rus asıllı bir kadın tarafından gerçekleştirildi.

İntihar bombacısı Alla Saprykina eskiden tiyatrocu ve dansçıydı. 2009 yılında İslam dinine geçtikten sonra adını Aminat Kurbanova olarak değiştirdi. Selefi mezhebini seçen 30 yaşındaki Kurbanova, 28 Ağustos’ta bir taksiye binerek Sufi lider Şeyh Said Efendi’nin Chirkei köyündeki evine gitti ve üzerindeki bombayı patlattı. Bu patlama sonucunda şeyh, karısı, 11 yaşındaki bir çocuk ve Kurbanova dahil 8 kişi öldü. Aminat, şeyhin yakın çevresine Rus olduğunu ve İslam’a geçmek istediğini söyleyerek içeri girmişti. Bazı görgü tanıklarına göre ise hamile taklidi yapmıştı. Kurbanova 4 kez evlenmişti ve kocalarının hepsi militandı.

Uzmanlar, 10 bine yakın müridi olan 74 yaşındaki şeyhin ölümünün Sufi ve Selefi mezhepleri arasında barışçıl bir köprü kurmaya çalışan arabulucular için büyük bir darbe olduğu konusunda hemfikir.

Selefilerin ‘katışıksız İslam’ düşüncesi gençlere cazip geliyor. Kuzey Kafkasya’yı şeriatla yönetilen bir İslam ülkesi yapmayı amaçlıyorlar.  Dağıstan’ın başkenti Mahaçkale’de 2 tane camileri var, oysa bundan 5 yıl önce bu camiler yoktu. Dağıstan devlet başkanı Magomedov, 2 yıl önce Selefilerle müzakereler yapmaya başlamıştı, ancak Selefilerin saldırıları barış çabalarına sekte vurdu.

Suikast sonrasında çeşitli görüşler ortaya atıldı. Rusya İslam Komitesi Başkanı Haydar Cemal, şeyhin ölümünün Rus yetkililerin işi olduğunu söyledi. Bazı kaynaklar, şeyhin ölümünün bir intikam cinayeti olduğu yönünde açıklamalar yaptı. Bir diğer iddia ise saldırının 15 milyon Doları aşan Hac gelirleriyle ilgili bir iç çekişmeden kaynaklanabileceği yönünde.

Liberal Demokrat Parti milletvekili ve Duma başkan yardımcısı Yaroslav Nilov bu saldırıların dış mihrakların işi olduğunu belirtirken “Said Efendi’nin öldürülmesi dinler arasında çatışma yaratmak çabasından kaynaklanmaktadır” şeklinde açıklama yaptı.

Suikastın hemen ardından istihbarat kaynakları, saldırı emrini Kafkasya Emirliği lideri Doku Umarov tarafından birkaç ay önce Dağıstan valisi olarak atanan Rüstem Asilderov’un verdiğini belirtti. Bu iddiaya göre Said Efendi, Vahabileri sevmiyordu ve dini görüşünün kurbanı olmuştu. Kafkasya Emirliği bu iddiaları reddetti.

Şeyh Said, son birkaç yıldır geleneksel İslam ve radikal kanadın mutabakatı için çalışmalar yapıyordu. Tarafları masada buluşturdu, Dağıstan halkının geleceğinin uzlaşma ve birleşme yoluyla güzelleşeceğine inanıyordu. Nisan ayında Sufi ve Selefi liderler işbirliği yapmak üzere bir bildiri imzalamıştı.

Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme) örgütünün Avrupa-Orta Asya koordinatörü Hugh Williamson, saldırının Sufi ve Selefiler arasında gerilim yaratabileceğini belirterek şöyle dedi: “Yerel ve federal yetkililer, ülkenin insan hakkı ihlali girdabına kapılmasını önlemek için ellerinden geleni yapmak zorunda. Güvenlik güçlerinin uyguladığı insan hakkı ihlalleri husumeti kışkırtırken Dağıstan ve Kuzey Kafkasya’nın bütününde şiddeti devamlı kılmaktadır.  Yetkililer suikastla ilgili soruşturmayı adil bir biçimde yaparlarsa barış ve istikrar isteyen tarafların bir araya getirilmesiyle ilgili çabalara da katkı sunacaklardır”

“Yeni Dünya Düzeninde Totaliter Demokrasi” kitabının yazarı, gazeteci ve tarihçi F. William Engdahl ise Said suikastını şöyle değerlendirdi: “Eski Sovyetler Birliği’nin Kafkasya, Özbekistan ve Kırgızistan gibi bölgelerindeki Müslüman nüfus, 1990’da sona eren Soğuk Savaş’tan bu yana A.B.D ve NATO’nun çeşitli istihbarat operasyonlarının hedefi haline geldi. Washington, Müslüman grupların manipülasyonunu Rusya ve Orta Asya’da dizginlenemeyecek bir kaos yaratmanın aracı olarak görüyor. Bu görev, Suriye’de Esad karşısında kaos yaratmaya çalışan aynı örgütler tarafından yürütülüyor. Rus güvenlik güçleri şunu anlamıştır: Suriye’deki cihadist isyanı durduramazlarsa aynısı Kafkasya aracılığıyla kendilerinin karşısına çıkacaktır.

Washington, 2010 sonlarında Tunus’ta başlayıp bir yangın gibi yayılan, kültürleri yok eden, nefret ve ölüm saçan Arap Baharı’nı ‘demokrasi’ adı altında salıverdi. İslam ve diğer inançlar içinde dini nefret ateşini tutuşturmak için El-Kaide, Suudi Selefileri ya da Vahabileri ya da Türkiye’deki Fethullah Gülen Hareketi’nin taraftarlarını kullanıyorlar. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından radikal Afgan mücahitlerle Pakistan, Türkiye, Suudi Arabistan, Türkiye ve diğer ülkelerdeki İslamcılar Sovyetlerin Müslüman bölgelerine akın etti. Bunların en örgütlü olanlarından biri de Fethullah Gülen’in Gülen Hareketiydi. Gülen hemen “Uluslararası Dağıstan-Türk Koleji”ni kurdu. Rusya Federasyonu Adalet Bakanlığı Sovyetlerin çöküşünden sonraki kaotik dönemde birçok İslamcı vakıf ve örgütün faaliyette bulunmasına izin vermişti. Bunların arasında Dünya Müslüman Gençlik Örgütü, Dünya İslam Birliği ve Fransa istihbaratı tarafından El-Kaide bağlantısıyla suçlanan Türkiye örgütü İHH İnsanı Yardım Vakfı da vardı.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz