Yemin Töreni

0
1711

 

6 Eylül günü oğlumun yemin töreninde bulunmak üzere İzmir Narlıdere’ye gittik. Askerlik yapanların iyi bildiği klasik yemin törenlerinden biriydi. Çok detaylandırarak anlatılacak bir konu da değil aslında. Anlatmak istediğim, o gün yemin töreni için gelmiş asker yakınlarının bulunduğu tribünlerdeki insan profili.

Oturduğumuz koltukların hemen sağında bildiğimiz kara çarşaflı bir kadın vardı. Hemen önümüzde ise, muhtemelen Ege ya da Marmara Bölgesi köylerinden gelmiş bir Macır ya da Yörük anası. Ayağında şalvarı ile tipik bir köylü kadını. Arkamızda da iki mini etekli ve dekolte giyimli bayan oturuyorlardı. Tribünlerde ayrıca bol miktarda türbanlı-başörtülü kadın bulunuyordu. Hatta yaşlı bir amca başındaki beyaz namaz takkesi ile önümüzden geçip sağ tarafta bir yere oturdu. Bir genç kız ise mini konusunda oldukça cesur bir tavırla ve ‘gencim güzelim’ edasıyla salına salına dolaşıyor, yakını olan askerin fotoğrafını çekmeye çalışıyordu.

Törenin bir bölümünde, her bölükteki başarılı askerlere mükafatları verildi. (Hayır, bizimkine verilmedi). Mükafatları verilirken de ailelerinden birisinin yanlarında bulunması istendi. Anlattığım insan tiplemelerinden başörtülü kadınlar da törendeki en yüksek rütbeli subay tarafından tebrik edildiler.

Eee ne olmuş diyeceksiniz!. .

Semtimizde pek namaz niyaz ile ve dahi siyasetle ilişkisi olmayan bir kardeşimiz yıllar önce askerlikle ilgili bir anısını anlatmıştı. Güneydoğu cephesinde süren kirli savaşta yararlılık gösterdiği sebebiyle kendisine bir plaket verilecek olmuş. Törene başörtülü annesinin gelebileceğini söyleyince komutanı kabul etmemiş. Başörtülü olmayan ablan falan yok mu demişler. Çocuğun babasının da sünnet sakallı olduğunu söylemeliyim bu arada.

Oğlumun yemin töreni esnasında seyirci tribünlerine bakıp, kendi kendime ‘İşte Türkiye bu’ dediğimi hatırlıyorum. Askerdeki çocukların anneleri babaları bunlar. Hiç biri uzaydan gelmedi. Türkiye’nin çıplak gerçeği, apaçık orada yer alıyordu.

Savaşa gönderirken ‘hiç ayırt etmediğimiz’ çocuklar, her nedense ‘sonra’ ve ‘birilerinin keyfine’ göre ikinci sınıf insan oluyorlardı.

Bu yeni dönemde ve ‘Yeni Ordu’da bir şeyler değişiyordu besbelli. Ve bütün kavga da buradan çıkıyordu apaçık. (Korkmayın Nizam-ı Cedit ya da Asakir-i Mansure-i Muhammediye diyecek değilim)

Bir zamanlar ve çok zamanlar, istedikleri anda Voltran’ı oluşturup “He Man, güç bende!” diyen çizgi film kahramanları, istedikleri an düdüğü çalıp oyunu durduruyorlardı.

Hala ve hala da bu oyunun sevdalıları var aramızda. Ellerindeki gücü kaybettikçe de hırçınlaşıyor, durumdan vazife çıkarıp ihtilal çığlıkları atıyorlar. Ergenekon artıkları son bir gayretle suyu bulandırıp, demokrasi kuzusunu Taksim’de kebap edip, Erdoğan sosuyla katık etme derdindeler.

*****

13 Eylül günü Süleyman Yaşar “Beyaz Türk imalatı nasıl yapıldı?” başlıklı bir yazı yazdı Sabah’ta.

Yazının son paragrafında “Hal böyle olunca beyaz Türklerin Erdoğan’a son dönemlerde birdenbire saldırmasının nedeni ‘devletin el koyduğu Ermeni mallarını iade ediyor, ardından bizim el koyduğumuz Ermeni mallarını da iade etmeye kalkarsa endişesi olmasın sakın’ diyoruz. Ve bu tespitimizin hatalı olmadığını düşünüyoruz. ” diyordu Süleyman Yaşar.

Ergenekon’a dokunan Erdoğan, Ermenilerin hakkını vermeye kalkarak önce jakoben-ulus devleti her daim elinde tutma sevdalılarının tekerine çomak sokmuş; sonra da beyaz Türklerin krem kremasını ürkütmüştü.

Bu azdan bir suç değildi hani. Zaman zaman eleştirdiğimiz Erdoğan ve Ak Parti iktidarı tüm cumhuriyet tarihinde belki de ilk defa çarkı geri döndürmeyi başardı. Menderes ve Özal’ın başına gelenler ortada. Şimdi sokakları yangın yerine çevirmeye çalışanlar önce bedenlerini kullandıkları, sonra da kan tüccarlığı yapmaya çalıştıkları gençlerin kanının hesabını veremezler. Dezenformasyon kanallarını sanal olabildiğince fütursuzca kullananlar, artık çareyi Esed’e sarılmakta bulacak kadar pespaye hallere düştü. Sanırım son marifetleri, Suriye ordusuna asker yazılmak olacak.

Meymenetsiz katil Esed ve tufeyli sürüsünden medet bekleyenlere sorularım olacak biraz.

Kişilerin hayatı önemliydi bu kadar da, sizin ağababalarınız, Menderes ve iki arkadaşı asılırken neredeydi?

Hadi onlara ses etmediniz. Deniz ve arkadaşları asılırken neredeydiniz? Samanlıkta mı saklandınız yoksa aslanlar? Üstelik asılmalarına onay verenler arasında aynı ağababalarınız da vardı. Siz ne yaptınız peki? Kocaman bir hiç. Deniz Gezmiş’ten bir mit yarattınız sadece. İdama giderken yaptığı savunmada, en yakınındaki arkadaşlarından birisi Çerkes olduğu halde bu ülkede sadece Türk ve Kürt halklarından bahseden birinden yarattığınız efsaneyi sömürdünüz yıllar boyu. Bu mitomanik halleriniz komik ve acınası aslında.

Peki 12 Eylül’de sabi Erdal Eren ve bir de sağdan diyerek asılan Mustafa Pehlivan ve Necdet Adalı için niye sokaklara çıkmadınız. Petka sıkmadı mı yoksa diyeceğim şimdi haynape olacak.

Anladık hafızlığınız zayıf. O kadar geçmişi hatırlamıyorsunuz. Turgut Özal, Eşref Bitlis cinayetlerinde niye hiç sesiniz çıkmadı erenler? Nutkunuz mu tutuldu? Size göre onlar kötü çocuklardı anladık. Binlerce faili meçhul cinayetler işlenirken siz de bir kör kurşuna hedef olmaktan mı çekindiniz Esed’in aslanları. Adapazarı-İzmit-Sapanca’daki ölüm üçgeninde bir köşeye atılmaktan mı korktunuz yoksa? Belki de Güney Doğu’da bir mezrada asit çukurunda erimekten tırsmıştınız.

Madımak esnasında hükümette kimin olduğunu iyi biliyorsunuz. Hükümetin bir ayağından zoraki politikacı üretmeye çalıştınız anladık da, adam “paşa babası” gibi cevval değildi ne yazık. Peki, niye ona bağırıp çağırmadınız o zaman? İnsanlar yanarken tekbir getiren tereslerin yatacak yeri yok elbette. Bütün bunların hesabını sormayanlar, sormayanları sorgulamayanlar şimdi hepsi birer kahraman kesildiler ne yazık ki.

Hasılı, soracak soru çok amma, olimpiyatlardan bile siyasi bir çıkarım sağlamak isteyen kaltabanlara ne demeli?

Siz iyisi mi, iktidara gelince bu uğurda yapılmış ne kadar tesis varsa yıkar; olimpiyatlar ve uluslararası tüm spor müsabakalarında kazanılan binlerce (!) altın madalyaları ve kupaları eritip satar, ülke ekonomisini kalkındırırsınız.

Hadi bir malumatfuruşluk yapıp sinirinizi bir daha zıplatayım. 1948 Londra Olimpiyatları’nda, üç adım atlamada bronz madalya alan Ruhi Sarıalp’e, devrin başbakanı Hasan Saka, “Bir adım daha atıp birinci olsaydın ya” der.

Yaa!. .

Bilin bakalım 1948’de iktidar kimdi?

Fazla uğraşmayın. 1946 seçilerinde açık oy gizli tasnif gibi bir garabetin şampiyonu CHP!. .

Biz Çerkesler ise hala Galatasaray Lisesi ve Rusya Konsolosluğu önünde elli kişiyle (bazen elli birinci ben oluyorum) NO SOÇİ diyoruz.

Son söz!. .

İsmet Paşa’dan ilhamla: “Hadi canım siz de!”.

19 Eylül 2013

Sayı: 2013 10
Yayınlanma Tarihi: 2013-10-01 00:00:00