Bir kitabın analizi

0
2718

Romantik bir yazarın hezeyanlarına cevap…

Selenge Yayınevi’nin sessiz sedasız literatüre kazandırdığı kitap olan “Kim bu Çerkesler” okuma gafletinde bulunduğum kitaplar listesinde bir numaradır.

Tam adı “Memluk tarihinden bir Yaprak: Kim bu Çerkesler” olan kitabın arka kapağına dikkat çekmek istiyorum:

Genellikle halkların biri iç etnik, diğeri dış etnik olmak üzere iki adı vardır. Halklar, kendilerini tanıtırken çoğu kez iç etnik adlarını kullanırlar. Dış etnik ad ise komşuları tarafından verilir ve bunların çoğu yakıştırma adlardır. Türk tarihinde en çok, ama bir o kadar da yanlış olarak kullanılan iki dış etnik ad vardır: Tatar ve Çerkes.
Bugün Kazan ve Kırım Tatarları dediğimiz halkların tarihteki Moğol Tatarlarla hiçbir ilgileri yoktur. Onlar, Kıpçak, Bulgar, Guz vs. halkların karışımıdır.
Biz, yanlışlıkla Kafkasya’dan gelen halkların neredeyse tamamına “Çerkes” adını yakıştırdık. Hatta Ruslar bir dönem Ukraynalılara bile “haydut, eşkıya” anlamında “Çerkes” dediler.
Kazakların Küçük Cüzü içinde Çerkes, Çerkeş, Serkeş, Türkmenlerde Çerkesoğlu, Göçebe Özbeklerde Çerkes, Cehl – Kes, Çilkas, Çikes ve yine Türkmenlerin Esrarı boyunda Çerkez adında oymak ve obalar vardır.
Bulgarların dolaysız torunları Karaçaylılara Kara Çerkes de denir.
Rus tarihçiliğinin babası sayılan Karamzin ve diğer Rus tarihçilerden P. P. İvanov, N. İ. Berezin “Karakalpaklılar” a çoğu kez “Çerkes” dendiğini belirtmektedirler.
Eski Türkçe “çar”, “saç” anlamındadır. Hatta Rusça – Mordvaca sözlükte “Çer” kelimesinin anlamı saç olarak gösterilir. Altay destan kahramanlarından birinin adı Altın – Çarkas yani Altın – Saçlı idi. Eski Bulgarcada ise “Çer” kara, “kes” saç demektir. Buna göre “Çerkes” – Siyah saçlı anlamındadır. Karamzin, Çerkes de denilen Karakalpaklıların Hun, Hazar, Peçenek, Kuman ve Tatarların torunları olduğunu kaydetmektedir. Kısacası bir Türk boyu olan Çerkeslerin Kafkaslarda “Çerkes” denilen “Adıge”lerle hiçbir ilgisi yoktur.
Galiba bazı tarihî yanlışların artık düzeltilmesi gerekiyor…

Buradaki zorlama ifadeler ve kitabın girişinde “Küçük halklar büyük fanteziler” isimli bir girişi (çevirmen Ahsen Batur) nasıl bir cehalet ve ön yargıyla karşı karşıya olduğumuzu gösterir boyuttadır. (Sf.11-12 )

Kitabı okuyunca, bir dönem Sovyetlerin Rus Tarihi ve Sovyet Halklarına biçtiği rollere uygun araştırma kitapları gibi ısmarlama olduğunu görmemek ne yazık ki mümkün değildir.

Selenge yayınları, Türk tarihine ilişkin yayınladığı kitaplarla tanınır. Yayınladığı kitaplar arasında Ufuk Tavkul’un “Kafkasya Gerçeği”, S. Agacanov’un “Oğuzlar” , Laypanov ve Miziyev’in “Türk Halklarının Kökeni” eserleri yer almaktadır.

Kitabın yazarı N.M. Budayev hakkında kitapta en ufak bir bilgilendirme yoktur. Tarihsel bir takım ezoterik tezler ileri sürebilecek birinin akademik özgeçmişinin hiç değilse kısa bir özetinin olması gerekirdi ancak diyebiliriz ki Budayev adı Oset/Karaçay-Malkarlar’da sıklıkla; Azerilerde de rastlanan soy adlardandır. Dolayısıyla yazarın bu üç milletten birine mensup olduğunu söyleyebiliriz.

Kitabın sonunda verilen geniş kaynakça Rusçadır ve adeta ‘Rusça bilmiyorsan bizim tezlerimizi kabul edeceksin’ mesajı vermektedir. Sadece kitabı destekleyen çalışmaların çoğunlukta olması da dikkat çekicidir.

Eser sahibi ve kaynakçalar hakkındaki yetersizlik kitap hakkında ilk izlenimlerdir.

Kitabın baştan sona hatalarını cevaplandırmak bu köşeden ne yazık ki mümkün değildir. Kitabın özetini cevaplandırmak ve bazı kısımları ele almak yeterli olacaktır:

Biz, yanlışlıkla Kafkasya’dan gelen halkların neredeyse tamamına “Çerkes” adını yakıştırdık. Hatta Ruslar bir dönem Ukraynalılara bile “haydut, eşkıya” anlamında “Çerkes” dediler.

Buradaki biz kimdir? Eserin sahibi midir yoksa yayınevi midir? Çerkes kelimesi, pek çok kez anlatılmaya çalışıldığı üzere; Kafkas halklarının hiçbirini ama özellikle de Adigeleri tek başına tanımlamaya yetmeyen bir terimdir. Kelimenin kendisi en başta Adigece veya Abazaca’da bile bir anlam ifade etmez. Abaza dilinde Açerkeskua / Çerkesler ifadesi, literatürde yer alsa da Abazalar Adigeler için halen Azohua (diaspora) ve Aadig (Abhazya) olarak tanımlar. Bu tek başına bile Adigelerin, Zihlerin bakiyesi olduğunu göstermeye yeter.

Ukraynalılar coğrafi ve tarihi olarak Rusların Kazak kelimesi ile de tanımlanmıştır. Oysa Kazak kelimesi ile bir Türk halkı olan Kazah kelimesi çoğu zaman birbirinin yerini alır niteliktedir.

Kazakların Küçük Cüzü içinde Çerkes, Çerkeş, Serkeş, Türkmenlerde Çerkesoğlu, Göçebe Özbeklerde Çerkes, Cehl – Kes, Çilkas, Çikes ve yine Türkmenlerin Esrarı boyunda Çerkez adında oymak ve obalar vardır.

Türkmenlerin Esrarı (ERsarı) boyu aşağıdaki oymaklardan oluşur: (Şecere: II – Kaynak: Ataniyazov, 1994)

A- ULUDERE

B- GÜNEŞ

C- KARA

D- BEKEVÜL

Bunlardan sadece Bekevül oymağının altında Çerkezli tiyresi bulunur ki, -li takısı Türkçedeki anlamıyla bile dışarıdan geldiğini gösterir. Tiyre, Karaçay-Malkar dilinde “Mahalle” anlamına gelir ki bir aile veya birden fazla yakın aile topluluğunun oluşturduğu bir yapıdır. Dolayısıyla herhangi bir millete ad verecek boyutta sosyo–ekonomik gücü elinde tutamazlar.

Keza Afşarlarda “Çerkez”isimli bir aile mevcuttur. 1600 ve 1800’lerde bu aile Afşar boyunun beylerinden sayılıyorlardı. Ailenin atasının adı “Çerkez” dir. Yani millet adı değil, insan adı olarak kullanılmaktaydı.

Kitap 5 bölüm ve ara paragraflardan oluşmaktadır. Kitabın yazarı ciddi bir bilgi hatasıyla başlangıç yapmıştır: Humara runik kitabelerinin kime ait olabileceği şaşkınlık yaratmaktadır. Bu alfabeler, Türk dili ile rahatlıkla okunmaktadır, der. Oysa Runik alfabe Kuzeyli Vikingler tarafından da kullanılmaktaydı. Humara kitabeleri VIII-X tarihlidir ve bu tarihte Kafkasya’da Hazar Hanlığı etkindir. Humara kitabeleri, Kafkasya’da yaşayan proto-Bulgarlarının askeri, politik, kültürel ve ekonomik merkezi olduğunu genel olarak Hazar hanlığı ile ilişkilerini yazmaktadır. Yani, bölgenin kime ait olduğundan ziyade şehir ve sakinleriyle ile ilgili bilgi vermektedir. Karaçay-Çerkes’te bulunan Humara aynı zamanda o dönemde Alan bölgesiydi ve Moğollar henüz Kafkasya’da terör estirmemişti.

Kitabın birçok yerinde “….Kumıklar, Karaçaylar, Balkarlar ve Nogaylar der ezelden beri Kafkasya’yı yurt edinmiş İskit-Hun-Bulgar-Hazar ve Kıpçak kabilelerinin yurdudur” ifadesi geçmektedir. Oysa Karaçaylar ve Balkarlar tek halktır ve bu ifade adeta Rus tezlerine dayanak çıkmaktadır. Nogaylar, Don ve Kuban nehirleri arasında, daha sonra Altın Orda yani Kırım’ın ilhakına müteakiben Osmanlı yöneticileri tarafından Kuzeybatı Kafkasya’ya yerleşmeleri özellikle desteklenmiş bir Türk boyudur. Kafkasya’daki varlıkları Kırım Tatarları ile beraber başladığını kabul edersek, 12-13. yüzyıldan öteye gitmesi kitlesel yığınlar halinde pek mümkün değildir.

“…Her halk, kendi geçmişini bilme hakkına sahiptir ifadesine de yer verir.” (s.19) Ama ne yazık ki sanki bir tek Kafkasya’nın Otokhtonları (yerlileri) olan Çerkesler bu hakka sahip değilmişçesine ilerleyen bölümlerde “Siz bilmiyorsunuz ama biz biliyoruz” a getirir. (Yıllar önce rahmetli B. Manço da bir programında Osetler ile ilgili bu ifadeyi kullanır. Onlar Türk olduklarını bilmiyor ama biz biliyoruz, şeklinde)

Adigeler Karaşey adını bir millete izafen o milletten soy atası gelen sülale için kullanır ki benzerleri “Şeşen”, “Abaze”, “Sone”, “Karaşe” ve “Malkar”dır. Adigeler, Karaçaylar için “Karçagha Kuşha” ve Balkarlar için” Malkar Kuşha” adını da verir.

Gerek çevirmen, gerek yazar gerekse yayınevinin atladığı önemli bir noktaya değinmeden geçemeyiz. Kitabın geneline baktığımızda gerçeklerle örtüşmediğini yer yer çelişkiler oluşturmak suretiyle okuyucuya “değil mi yani” şeklinde metazorik yönlendirmeler yaparak fikrini kabul ettirmeye çalışmaktadır. Kitabın ana fikrini ele alacak olursak, fiili bir gerçekle uyuşmamaktadır. Anadolu’da yer almış Türk devletlerinde Karamanlıların yazım dili Yunan alfabesine dayanır ve gayet sarih Yunancayı kullanırlardı. Bu Karamanlıları Yunanlı yapmaz. Selçuklu da yönetim dili Irani, Hazarlarda imparatorluk dini Yahudilikti. Bu kitabın mantığına göre; Selçuklular Pers, Hazarların tamamı da Yahudi’ydi demek gerekir.

Osmanlı’ya gelmiş bir Arnavut, bir Adige ailenin, kölenin kendi dilini yabancı topraklarda koruması nasıl mümkün olamayacaksa Memluklerdeki dönem itibariyle önce Türk sonra Çerkes (Burci) olarak geçiş olması ve geçişte orijinal adların ve anadilin korunamaması çok doğaldır.

Bazı kelimeler temel alınmıştır. Bu kelimelerin bir kısmı Türkçedir ve akabinde alınan kelimeler Adığece anlam taşısa da Türkçe gibi betimlenmiştir.

  • Kurt-bey (Memluk sultanı Tumanbey’in maiyet subayı. Kelime olarak öz be öz Türkçedir.) Sn. Budayev ve kitabı çevirenlerin bir parça tarih bilgisi olması gerekirdi. Memlukler, karma bir yapıya sahipti dolayısıyla bir bürokratın adı Türkçe veya Arnavutça olması o ülkenin etnik yapısını değiştirmez, etkilemez.
  • Laci (Memluk sultanı. Arap dili ve gramerine göre kelimenin aslı Lâçin’dir.) Burada da Lâçin kelimesinin Arap kökenli Şahin anlamına geldiğini söylemekten çekinmişler.
  • Nazuk (Memluk General. Keşmir’de Türk Hanedanını kuran kişi. Nazik, Narin anlamında.) Nazuk adı Adigece’ye daha uygundur. Adigece’de (batı lehçesinde –uk, doğu lehçesinde -ko son ekleri) oğlu anlamına; Abazaca ise -pa “oğlu” anlamına gelir. Bu durumda kelimeyi Naz –oğlu’na çevirmek mümkün olduğu gibi Ne-zak’tek gözlüye çevirmek de mümkündür. Ayrıca Hindistan genelinde Moğollar imparatorluklar kurmuştur ve Moğollar bir süre sonra yerlerini Türklere bırakmıştır
  • Kalevun: Kale (tr) + Wuen (ad.) Şehir vuran anlamına gelir, birleşik bir kelimedir. Wuen kelimesinin Türkçede bir anlamı olamaz. Bu yüzden K’alauçu – Kale/Şehir kuran kelimesinden metazorik türetme yapılmıştır.
  • Sosruk: Sosrıko, sawsrıko olan bu isim Karaçaylarda Solsan, Osetlerde Soslan’dır. Çünkü son ek ku, ko’dan gelir ve Batı Adigecede kullanılır. Kelime Türkçe değildir.

Özellikle Nart destanlarının Türk destanı olduğu savı burada da yinelenmiştir. Maksat barizdir. Kafkasyalıların kültürel birikim ve mirasının sömürülmesidir.

Kitapta yer yer, Adige kültürünü elinin tersiyle iten, sonra da ‘biz bunu demek istemiyoruz’ tarzında ifadeler vardır.

Kitapta yer alan çizimler ise Allaha emanettir. Özellikle 123. sayfada yer alan çizim kitabın ne amaca hizmet ettiğini göstermektedir. Yazarın konu hakkındaki yetersizliği takdire şayandır.

Çizim bir Balbal örneğidir. Balbal, Göktürkler’in Ortaasya’da kahraman ve savaşçıların mezarlarına diktiği, öleni sembolize eden taş figürleridir. Ortalama olarak 6. yy.’dan kaldığı bilinmektedir. Tamamı Kırgızistan’daki Çuy vadisine dağılmıştır. Arasındaki bir dönemi kapsar. Oysa Kafkas kıyafetlerinin bugünkü halini alması uzun süre aldığı gibi, çizimdeki fişeklikler ise, Kafkasyalılar tarafından Hazır olarak adlandırılır ve süsleme amacıyla değil işlevsel nitelik taşır. (yedek mermi, haber pusulası, erzak, ilaç depolama vd.)

116-123 sayfalar arasındaki çizimler ise Kafkasya ve Çerkes kültürü ile ilgisiz, romantik hayal gücü ürünü reprodüksiyonlardır. Bu reprodüksiyonlar, kitaptaki tezi doğrulama çabası içinde bir hareketten başka bir şey değildir.Bu aksesuarın adı da Arapçadan gelir. Balbalların olduğu dönemde ateşli silahlar yoktu ki fişeklik olsun.

Sonuç olarak; Beşeriyat, yaşayan bir organizmadır. Değişmeye, gelişmeye açıktır. Ayrıca matematiksel bir sistemdir. I / doğru ve 0/yanlış mantıksal denklemlerle bir kanıta oradan da yorumla teze dönüşür. Dönemsel bilgiler arasında 1 asırdan uzun bir süre varsa toplumlar arası kültürel değişimler, etkileşimleri rastlantısal yapar ki yerleşik toplumların kültürleri, göçebeleri etkiler. Tersini değil. Adige milleti ve komşuları, aynı zamanda etno-genetik kan bağı bulunan halklar, kültürel olarak birbirlerini etkilemiştir. Dışarıdan gelen kültür ve genetikle de zenginleşmiştir. Ancak Çerkes adı, bu millete dışarıdan verilmiştir ve tarih boyunca Batı dünyasından Osmanlısına kadar bu isim Kafkasyalılara ama özelde Adigeler’e ait olmuştur. Ancak, bu isim Adigelerin öz adı olamaz.

Birlikteysek güçlüyüz.
© Her hakkı mahfuzdur. İzinsiz, kısmen veya bütünüyle kullanılamaz.