Gök Kuşağında Renk Olmak

0
1643

90 yıllık Cumhuriyet tarihinde Çerkes dilinin varlığına ve Çerkeslerin geleceğine dair tek bir organizasyonda, tek bir devlet kurumu, tek bir devlet adamı tek bir kelime etmemiştir. Aksine uzun seneler yasaklardan nasibini almıştır. Çerkes folklor ekipleri dahi “Kars-Kafkas demezseniz sahne alamazsınız” uyarıları ile karşılaşmışlardır. Kendilerine yıllarca “Çerkes” diyememiş “Kuzey Kafkasya” gibi bir coğrafya ismini kullanmak zorunda kalmışlar, derneklerini “Kuzey Kafkasya” ismi ile açabilmişlerdir.

Üzerine 150 yıllık muhacir ürkekliğini, tutunmaya çalışan bir üst kuşak tedirginliğini, Çerkes Ethem sendromunu, Gönen-Manyas sürgünlerini, 150’likler bilinçaltını eklediğinizde, Türklerin içerisinde ya kaybolmak, ya da en iyi Türk olmak seçeneği ile karşı karşıya kalmışlardır.

İçe kapanık yaşamışlardır.

Sanki bu ülke toprakları için hiç savaşmamışlar, üzerlerine düşeni yapmamışlar, işlerini en iyi yerine getirmemişler, vergilerini ödememişler gibi kendilerine dair tek kelime etmemişlerdir. “Dilim, kimliğim, gelecek hayalim” diye başlayan tek cümleyi uzun yıllar kurmamışlardır. Kurdukları cümleler ise dışarıya yansımamıştır.

Tam bu noktada, siyasi iradeye itiraz eden Emir Marşan’ı hatırlamaz isek haksızlık ederiz.

Konuyu sevgili dostumuz Yalçın Karadaş Radikal gazetesinde şu satırlarla ifade etmişti: “Tarih 1 Mayıs 1920. Henüz başına Türkiye kelimesi getirilmemiş BMM’de M. Kemal, “Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada maksud olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürd değildir, yalnız Laz değildir, Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslamiyedir, samimi bir mecmuadır…” diyen bir konuşma yapar. Bu konuşmada üç şey dikkati çeker, ancak nedense konu hakkında yazıp çizen hemen herkes bunları atlar ya da önemsemez.

Konuşmada “… meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla..” sözünün nedeni önemli. Çünkü bir süreden beri Mecliste “Türk” kelimesi fazla kullanılmaya başlanmış ve bazı vekiller son derece rahatsız olduğu gibi, Sivas mebusu Emir Marşan, aynı gün kürsüye çıkarak sert bir şekilde “ülkedeki herkesin Türk olmadığını ve savaşın da sadece Türklük için verilmediğini” ifade etmiş. M. Kemal panikleyerek söz almış ve yukarıdaki meşhur sözleri söylemiş.

Emir Marşan’dan bu yana kimliği ile siyasi arenada söz söylemeyeli çok uzun yıllar oldu. Derneklerde, toplantılarda, platformlarda, kendi aralarında, davet edildikleri konferanslarda aktivist olmanın ötesinde henüz bir duruş sergilemediler. “Ben Çerkes’im” diye kürsüye çıkan siyasi ise en fazla “Çerkes var mı burada” diye sorulduğunda cevap verdi. Değişik platformlarda ve değişik partilerde kimliğimizi bir kenara bırakıp siyaset yaptık ancak “Çerkesler” kimliği ve adı ile siyasette olmadık.

Siyasiler bizleri siyaset arenasına Türk olarak çağırdı, ulusalcı olarak çağırdı, ümmetçi olarak çağırdı. Kimse “Çerkes olarak gel” demedi. Çerkeslerin siyasi arenada irade gösterme, ulusal ve uluslararası platformlarda kararlı bir ses olma pratiği oluşmadı. 150 yılda sadece gösteri ve yürüyüş yapma işini öğrenebildik.

Son dönem Türkiye halklarından yükselen çeşitlilik arzusu bizleri heyecanlandırdı. “Çerkes halkının değerli mensupları, Çerkesler, dilinizi, ana vatanınıza olan özleminizi, diasporada kendiniz olma mücadelenizi, saygı ile selamlıyoruz” diyorlardı. Gay’ler, Lezbiyenler, Kürtler, Yeşiller, Yezidiler, Süryaniler siyasi arenada kendi renkleri ile kendilerine selam gönderenlerin en azından selamını alırken, Çerkeslerin selam dahi almamalarının savunulacak tarafı yoktur. “Bu topraklarda halklara içten selam gönderen herkesin selamına karşılık vermeye ve hatta Türkiye halklarının sesine ses, rengine rengimizi katmaya geldik” diyebilmeliyiz.

Türkiye siyasetinin kaygan zemininde birlikte hareket etme pratiğinden yoksun ve halklardan yükselen sese herkes kadar gözlemci kalan Çerkeslerin koşarak gitmeleri beklenemez. Çerkesler dahil olmak üzere kimse koşarak gelmeyecek. Herkes birbirini zamanla tanıyacaktır. Bizim gibi bir kaç kötü çocuk çıkacak. Konuşulmayan yerde, konuşulmaya cesaret edecek. Konuşacaklar, yazacaklar, siyasallaşacaklar. Önce az olacaklar, sonra “kötü Çerkesler” ilan edilecekler, sonra o kötü çocuklar becerebilir, halklarla birlikte başarabilirlerse, Çerkes halkının var oluş mücadelesine somut katkılar koyabilirlerse “yahu bizim çocuklar” olacaklar.

Siyasi partiler dahil olmak üzere Çerkesler, bilinen beylik laf ile “payanda konumuna düşmeden” ve fakat payanda olma ön yargısı ve kolaycılığına kaçmadan, geleceğin çok renkli dünyasına dair “şu ortak paydayı bir konuşalım” diyebilmeliler. Birlikte hareket etme pratiği içine girmeli, diasporadaki Çerkesin hakları, dili ve ana vatanla bağlarının güçlenmesinden, dönüş ve çifte vatandaşlık hakkının savunulmasına kadar, sesleri dışa dönük bir hal almalı, bu ses, uluslararası platformlara uzanacak nitelikte güçlü bir niteliğe kavuşmalıdır. Bütün bu söylenenleri ile “eşit koşullarda yanımızda yeriniz hazırdır” diyenlerle hayata geçirmeyi denemeliler. Bizlerin pratiği, gösteri ve yürüyüş düzenleme yeteneğinin ötesine geçmelidir.
Kimliklere saygıyı açıkça ve yüksek sesle ifade edenlerin ne niyetlerini okumak, ne de Çerkes halkının tapusunu kayıtsız şartsız verircesine davranmak, günümüz siyasetinin tarzı değildir. Çerkesler hem kendi içlerinde hem de halkların yanında, kimseyi değiştirmeye kalkmadan ve kendisine benzetmeye çalışmadan, bu zemin oluşturulabilirler. Bu pratik, Türkiye halkları için önemli olduğu kadar, Çerkesler için de son derece önemlidir.

Sayı: 2013 11
Yayınlanma Tarihi: 2013-11-01 00:00:00