Yas

0
1352

Bu yazı, yüz elli yıl önce Çerkeslerin yaşadığı, insanlık tarihinin gördüğü en trajik sonuçları olan Kafkas-Çarlık Rusya’sı savaşı ve sonundaki sürgün, ağır travmaları olan toplumsal bir mağduriyet olup; yüz elli yıldır süren yas’ın taraflar açısından yaşanma biçimine kişisel bir yaklaşım dışardan bakış sayılabilir. Türkiye’de ikinci büyük azınlık olan Çerkeslerin Anadolu’nun otonom halklarından olmaması, istikrarlı şekilde merkezi yönetimle olan şartsız uyumları ya da toplum içinde var oluşlarındaki barışçıl yaşantıları kendi yaslarını tutarken gösterdikleri performans; yaslarını kendi yas evinin içinde, kendi avlusunda yaşıyor olmaları, gözyaşlarını kendi içlerine akıtıyor olmaları başka toplumların yasları gibi yaygın ve görünür olmamasının nedeni olabilir…

Toplumsal yas, yası tutan toplumun; yitirilen şeyin, zihinsel temsilini hatırlamak, gözden geçirmek ve bu ilişkiyi anlamlandırmak üzere başvurduğu zihinsel etkinliklerin tümüdür. Soykırım ve savaşla büyük kayıplara uğrayan toplum, bir anlamda, söz öncesi travmatik yaşantıya saplanır ve yeniden sözsel yaşantıya dönebilmek için yaşantısını sembolize ederek yeniden yazması ya da oluşturmasıdır. Toplumsal hafızasını yas temelinde kilitleyen trajik ve travmatik mağduriyeti hatırlaması, kendi içinde bellek yolculuğu değildir… Hatırlama ancak ötekilerle ve ötekilerin tanıklığıyla yapıldığında mümkün ve anlamlı olur. Toplumlar, bireyler gibi başkalarıyla ilişki içinde toplumsal tarihini yapıp yazabiliyorsa, yine başkalarının tanıklığıyla ilişkiler içinde yaralarını onarabilir. Bunun için yas sürecini tamamlayıp, bağışlaması gerekmektedir. Bağışlamak ise, yaslarını tamamlayarak mağdur edenle zihinsel düzlemdeki uğraş ve öyküsünü bitirmesiyle olabilir. Bağışlaması beklenen mağdur toplum, öncelikle bağışlamama hakkının saklı tutma özgürlüğünün olduğunu bilmesi ve bunun bir ön kabul olması gerektiğinin kabul edilmesi gerekmektedir. Bu ön kabulden sonra, bağışlamanın ilk koşulu mağdur edenin, tanıklar önünde yapılan kötülükleri ve sonuçlarını itiraf etmesidir. Bu durum mağdur edilen toplumun inkar edilen gerçeklerin ve haksızlıkların; suçlunun ağzından ortaya çıkmış olur ki, bu da mağduru yaşadığı ve yaşamakta olduğu travmayı intikam fantezilerinden gerçekliğe doğru taşır. Kaybettiği gücü dünya kamuoyu önünde yeniden kazanmış olur. İkinci nokta ise, mağdur eden toplumun ya da temsilcilerinin özür dilemesidir. Bu özür dileme, kendi mağduriyetini anlamayacağını düşündüğü toplumun temsilcilerinin pişmanlık duyması, mağdur toplumun öz güvenini güçlendirir. Bağışlamanın son halkası ise, neden olduğu tüm maddi ve manevi zararları telafi etmek için çaba göstermesidir. Bu konulardaki sürecin doğru ve tatminkâr ilerlemesiyle, mağdur toplum bağışlayabilir. Bağışlamak da, o toplumu, mağduriyetin zihinsel saplantılardan kurtarır ve geleceğini kurmak için özgürleştirir. Özgürleşen toplum, travmatik geçmişinden kurtulduğu oranda geleceğini kurmaya başlayabilir… Zira mağdur toplum, kabul edilir bir geçmiş olmayan geçmişinden kurtulmuş, enerjisini yeni geleceğine yoğunlaştırabilir. Öte yandan, geçmişteki kayıplarını bire bir tekrar kazanılamayacağını, böyle bir şeyin olamayacağını öğrenip acısını sahiplendiğinde; toplumsal yası da tamamlanmış olur.

Çerkeslerde yas süreci tamamlanmamıştır. Aile içinde büyük ağabeyden dayak yiyen küçük kardeş öbür ağabeyine sığındığında, çoğu zaman sakinleşir ve önceki davranışlarını tekrarlamaktan çekinir. Buradaki konumunu ve durumunu kaybetmek istemez. Çerkesler, konjonktürel olarak büyük “ağabey “sayılan Çarlık Rusya’sına yenilip, sürgün geldiği öbür büyük “ağabey” olan Osmanlı devletinde, önceki davranışlarını tekrar etmek bir yana, tüm yetenek ve enerjisini bu “ağabeyin” hizmetine sunmuştur. Çerkesler son yüz elli yılı, iki ayrı ailede yaşayan iki kardeş olarak yaşadılar. Anavatan Çerkesleri ve diaspora Çerkesleri. Farklı geleneklere ve yaşama biçimine evrilmiş aynı anne babanın çocukları olan bu kardeşler, yüz elli yıl boyunca kendi içinde hem biriktirerek hem de sürekli canlı tutarak yaşadığı yas tamamlanmadığı için, travmatik geçmişindeki yaralarını ve acılarını dışa vurmada kaygılı, çekingen hatta korkuyla yaşamıştır. Travma sonrasında yaşanan bu baskılama ve suskunluk dönemi bastırılmışın geri dönüşü olarak yaşanması kaçınılmaz olacaktır… Yüz elli yıldır yaşanan yas, çözüm arayan bir başkaldırı şekline dönüşmediği gibi, mağdur eden Çarlık Rusyası’nın bağışlanma isteğiyle yeterli ve gerekli çabası olmamıştır. Bilinen en önemli adım B. Yeltsin’in ” Kafkas halklarına 18 Mayıs 1994 tarihinde başkanlık basın bürosu tarafından yayınlanan mesajı şöyle; “Sayın hemşerilerimiz! Yüzyıldan daha fazla tarihi olan olaylar, bizleri eski yıllara; Kafkasya için mücadele sırasında Rusya İmparatorluğunun, Büyük Britanya’nın, Fransa’nın, İran’ın ve Türkiye’nin çıkarlarının çarpıştığı zamanlara geri götürüyor. Dağlı halkların büyük acılarla dolu kaderlerinde tüm bu ülkelerin suç payları bulunmaktadır. Büyük insan ve maddi kayıpları olan Rus-Kafkas Savaşlarının yankısı hala bir çok Rusyalı yüreğinde acılarla cevap vermektedir. Savaş alanlarında ölenlere, savaşın vahşetinden dolayı hayatını kaybedenlere ve savaş sonunda anavatanını terk etmek zorunda kalıp, gurbette anavatanını kaybetme acısını çekerek ölenlere tanrı rahmet etsin. O eski trajik olayların hatırası torunlarımızın yüreğinde saklı kalsın ve yeni trajedilerin uyarısı olarak bizlere hizmet etsin. Tarihin farklı dönemlerinde politik duruma bağlı olarak, 19. Yüzyılın 20-60’lı yıllarında Rus-Kafkas savaşı farklı bir şekilde değerlendirildi ve aydınlatıldı. Bugünlerde, Rusya hukuksal bir devleti kurarken ve tüm insanlara özgü değerlerinin önceliğini tanırken, Rus-Kafkas savaşı olaylarının objektif yorumlanması için fırsat doğmaktadır. Bu savaş, sadece Kafkas halklarının kendi öz topraklarında hayatta kalmak için verdikleri cesur bir mücadele olarak kalmayıp, bilinçaltı mesajları, bilinçaltı zamanda kendi öz kültürünü, milli kimliğini koruduklarının yorumudur. Rus-Kafkas Savaşında bizlere miras olarak kalan problemleri ve özellikle Kafkas göçmenlerinin torunlarının tarihi anavatanlarına dönüşü, tüm ilgili tarafların katılımıyla yapılacak görüşmeler ile uluslararası düzeyde çözülmelidir.

Sayın hemşerilerimiz! Bilincimizde Rusya ve Kafkasya birbirine bağlı ve ayrılmaz bir anlayış haline geldi. Biri olmadan öbürü hayal edilemez. Kabardey-Balkar’ın başkenti Nalçik’te, Mariya Temrukovna’ya anıt dikildi. Üzerinde, “Yüzyıllarca Rusya ile…” sözleri bulunuyor. Bu sözler her Rusyalı için değerlidir ve kutsaldır. Eminim ki, demokratik bir devletin kuruluşunda beraberlik, toplumsal ve milletler arası mutabakat ve sivil barış, Rusya’nın ve Kafkasya’nın değerli temsilcilerinin, ülkemizde yaşayan halkların saadeti ve refahı için hayallerinin gerçek olmasının garantisi olacaktır.” Bu çağrının bağışlanma sürecini başlatacak üç önemli öğeyi, suçun kabulü, özür dileme ve telafisi niyeti taşıdığı söylenemez. Mesajda, diasporadaki Çerkeslerin “anavatanlarına dönebilmeli” dilek veya temennisi Çerkesleri o günlerde tatmin etmiş gibi görünüyor. Ancak, B.Yeltsin’den sonra gelen iktidarlar bu açıklamayı yasal düzenlemelerle, fiilen geçersiz hale getirmişlerdir. Göçmen yasasının belli bölgelerde farklı uygulanması ya da uygulanmaması. Buna karşılık Çerkesler de toplumsal bir karşı çıkış; en azından resmen kabul edilen B. Yeltsin belgesini gerçek talepler haline getirememişlerdir. Öte yandan Rusya Federasyonu içindeki ve dışındaki Çerkes Cumhuriyetlerin parlamentoları da aynı sessizliğe bürünmüşlerdir. Toplumsal yas travmasının bir uç biçimi sayılan Stockholm Sendromu, “mağdur eden yaşadığı onca travmayı yaratan güce sığınmak. Yani mağduru olduğu travmayı yaratan güce sığınmak ve onunla özdeşleşmek. Bu özdeşleşmeyle, mağdur, saldırgandan ödünç aldığı güçle yaralanmış benlik öyküsünü onaracağı yanılsamasına kapılır. “Çerkes parlamentolarının tamamı sözü edilen geçmiş travmalarının tanınması ve onarılması için Çarlık Rusya’nın varisi Rusya Federasyonundan yüksek sesle ve ulusal bir talep olarak suçun kabulü, özür dilenmesi ve geçmiş mağduriyetlerinin maddi-manevi telafisini talep etmek yerine, onun gücüne sığınarak bir gelecek hayali kurmaktadırlar denilebilir. Bu durum kendi travmasının, yani Çerkes soy kırımı ve sürgünün dilini kullanıyor olması ve durumunu değiştirmediği için, kendi travmatik geleceğine dokunamamış, yaralı benliğinin ve gelecek öyküsünün sözcüklerini de yitirmiştir. Bu da en azından Çerkes Parlamentoları ve seçenlerinin kendi yaslarını bir hakikat olarak değil, daha çok törensel olarak yaşamaktadırlar demek yanlış olmaz.

Öte yandan, sona ermeyen Çerkes yası, diasporada daha farklı bir diğer uçta yaşanmaktadır sanırım. Kendi vatan topraklarından uzakta üçüncü kuşağın temsilcileri olan şimdiki diaspora Çerkesleri; kendi benlik öyküsünü unutmamak için, yas içinde hatırlamalarla; yasın egemen bir öznesi olmaya çalışırken içinde yaşadığı düzene ve sürekliğine ihtiyaç duyuyor. Mağdur edenin edilgen bir kurban, kendisinin de saldırgan bir özne olamayacağını bildiği ve düşündüğü için olası bir intikam duygusu geliştirmezdi, geliştirmedi de. Yaşadığı travmanın bir ayna görüntüsü olacak öç fantezileri geliştirebilen az bir aydın kentli Çerkeslerle, başka benzer saiklerle ortaklaşmış bir kısım aydınların yası şeklinde yılda bir kez tekrarlanarak yaşanmaktadır.

Çerkesler, yüz elli yıllık yaslarını tamamlamak için, yasın nedeni olan soykırım ve sürgünün maddi manevi sonuçlarını ulusal ve siyasi bir konseptle yeniden tanımlamalı, talepler halinde formüle etmeli; güçlü bir ulusal politik ve hukuki talepler halinde savunulması gerekir. Her Çerkes kendi geleceğini bu taleplere göre siyaseten yeniden biçimlendirdiğinde, kendisi için siyaset yapıyor olacaktır. İçinde bulunduğu oluşum ve ya örgütlere bilinçli bir enerji taşıyacaktır. Her şeyden önce, tartışan, fikri ve ideali olan bireyler olarak özgürleşecek, bireyleşecek ve gelecek düşleri olabilecektir. Özgür bireylerin oluşturacağı ulusal politikalarındaki başarı, yaslarını bitirebilir, soykırım ve sürgünle kaybettikleri ulusal enerjilerini toparlayabilirler; geleceklerini özgürleştirebilirler ve yeniden kurabilirler.

Sayı:
Yayınlanma Tarihi: 2014-05-10 00:00:00