“Eğitim ve tecrübemizi olması gerektiği gibi hayata geçirmemiz diğer ülkelerdeki meslektaşlarımıza kıyasla çok kısıtlı”

0
441

Kabardey Devlet Üniversitesi’nde Politoloji Bölüm Başkanı, Doç. Ten Timur 41 yaşında. Uzunca bir süredir tanıyoruz kendisini, duruşu olan ilkeli bir insan. Sohbetimizi sizlerle paylaşmak istedim.

-Üniversite eğitimine başladığın yıllar Sovyetler Birliği’nde (SSCB) siyasi sistemin tamamen değiştiği yıllardı. Politoloji bölümü üniversitede önceden de var mıydı yoksa sistem değişikliği nedeniyle yeni açılan bir bölüm müydü?

-Bu bölüm o zamanlar Bilimsel Komünizm adıyla vardı ve Komünist Parti’ye hizmet edecek, ideoloji üretecek insan yetiştiriyordu. Yeniden yapılanma ile birlikte sistem değişince bu bölümün yetiştireceği komünist ideologlara da ihtiyaç kalmadı haliyle. Bölümün adı da Politoloji olarak değiştirildi.

-Temelden değişen ve sarsılan bir sistemde, önceki siyasi sisteme insan yetiştiren bu eğitim biriminde nasıl değişiklikler oldu, eğitime nasıl devam edildi merak ediyorum?

-Biz geçiş dönemine denk geldiğimiz için felsefe ağırlıklı ve teorik bir eğitim aldık. Şu anda ise Politoloji Bölümünde daha farklı bir eğitim sistemi var. Siyaset artık; teknoloji, mimarlık, şehir planlama, ekonomi gibi insanı doğrudan ilgilendiren yaşamın her alanı ile ilişkilendiriliyor, dolayısıyla da bu bilimlerin, mesleklerin tümüyle bağlantılı çok yönlü bir eğitim veriliyor.

Komünizmin sosyolojiye verdiği önem nedeniyle bizler sosyoloji ağırlıklı okuduk. Rusçaya çevrilmiş ders materyallerimiz ve kaynaklarımız da yoktu. Aslında o yaşlarda insan hangi bilgiye ihtiyacı olduğunu da bilmiyor. Biz de öğretileni öğreniyorduk. Ancak bugün bu değerlendirmeleri yapabiliyoruz.

-Eğitimin süresince hatırında kalan paylaşmak istediğin bir anın var mı?

-Son sınıf öğrencisiyken üniversite bana ücretli staj yapma görevi verdi. Milliyetler Bakanlığı Rostov Bölge Müdürlüğü’nün isteği üzerine “1992 yılı İnguş-Oset çatışmasının”* nedenlerini, sonuçlarını, araştırmaya yönelik bir anket çalışması yapmak için görevlendirildim. “Kabardeylisin, bölgeyi iyi biliyorsun, İnguş veya Asetin değilsin. Bu nedenle bu anketi en iyi senin yapabileceğini düşünüyoruz” dediler. Ben de kabul ettim.

Bu anket; iki halk arasında patlak veren çatışmaların başlama şekli ve nedenleri, derinliği ile çatışmaları sona erdirmek için neler yapılması gerektiği konusunda, toplumun farklı kesimlerinden ve her iki taraftan da insanların düşüncelerini yansıtacak nitelikte sorular içeriyordu. Çatışmalar nasıl durdurulabilir, Moskova’dan yardım istiyor musunuz, Devlet Başkanınız olarak kimi tercih ediyorsunuz gibi sorular vardı ankette. Her iki halktan da toplumun değişik sosyal kesimlerinden, devlet kademelerinden veya farklı yerlerde çalışanlardan, yaşlılar, gençler, kadınlar gibi 150 kişiyi kapsayan bir çalışmaydı.

-Anket sonucunda nasıl bir değerlendirme çıktı ortaya?

-Benim görevim sadece anketi yapmaktı. Anket sonuçlarını değerlendirmeyi kurum kendisi yapacaktı. O yıllarda yaşım çok gençti ve anketten sonuç çıkartıp yorumlayabilecek kadar tecrübem yoktu açıkçası. Ancak bu anketle ilgili olarak aklımda kalan, her iki taraftan da aynı kesimlere aynı soruları sorduğum halde aldığım yanıtların birbirinden çok farklı olmasıydı. Sadece her iki halktan da kadınların ifadeleri birbirine çok benziyordu.

Üniversiteye bu anket çalışması görevini veren, Milliyetler Bakanlığı Rostov Bölge Müdürlüğü’nde çalışmak üzere iş teklifi aldım. Henüz 21 yaşındaydım ve son sınıf öğrencisiydim. Bu kurumda çalışırken yüksek lisansa da başladım.

-Kabardey Devlet Üniversite’sinde çalışmaya nasıl başladın?

-1998 yılında Kabardey Üniversitesi’nin Nalçik’te düzenlemiş olduğu “Nato-Rusya işbirliği yolları” konulu bir konferansa çalışmakta olduğum kurumun yetkilileriyle birlikte katıldım. Konferans bir sivil toplum kuruluşu tarafından düzenlenmişti. Katılımcıları arasında Amerika’dan MacArthur Vakfı da vardı. Ayrıca tüm kafkas Cumhuriyetlerinin o zamanki devlet başkanları da oradaydı. Tümü Komünist Partinin yetiştirmiş olduğu bugünün ise demokratlık hesabını yapan insanlardı. Bu konferans sayesinde pek çok şeyi yakından gözlemleme şansı buldum ve çok şeyin de farkına vardım diyebilirim. Konferans sonunda Kabardey Üniversitesi rektörü Karamırze Baresbi üniversitede Politolog olarak çalışmamı istedi. Böylece Politoloji Bölüm Başkanı olarak Nalçiğe geldim.

Politoloji bölümü bu adla yeni açılmıştı. Daha sonra bölümün adı “Sosyal Politika Teorileri ve Teknolojileri” olarak değiştirildi. Bölüm olarak biz politolog yetiştirmiyoruz. Bizim eğitimcilerimiz üniversitemizdeki tüm sosyal bilimler eğitimi veren bölümlere, fakültelere dersler veriyor.

  Hukuk Fakültesine politik felsefe, Tarih Fakültesi ve diğer Sosyal Bilimler Fakültelerine etnopolitoloji, Ekonomi-İşletme Fakültelerine konfliktoloji ve bu bölümlerin tümüne sosyoloji, siyasi tarih ve mevcut siyasi sistemlerle ilgili derslerin eğitimini veriyoruz.

 

“Halka zarar verecek monopollere, güçlü çıkar çevrelerine karşı gelebilmek için kesinlikle lobicilik yasası olmalıdır”

 

-Sosyal Politikada Teknoloji kavramından biraz sözeder misin?

-Toprak Reformu örneği ile açıklayayım. Devlet tarafından toprak reformu ile halka toprak dağıtımı yapılacak ise bunun bir adil dağıtım şekli ve tekniği olacaktır veya başka bir örnek olarak ülkede yapılacak seçimleri verebiliriz. Seçimin de bir yapılış tekniği vardır. İşte bu örnekler gibi halkı doğrudan ilgilendiren, halkı kapsayan ve etkileyen tüm toplumsal konuların çözüm tekniklerini kapsıyor buradaki teknoloji kavramı.

-SSCB zamanındaki derslerle bugünkü ders konularını karşılaştırabilir misin?

-SSCB zamanında temel bilimler ağırlıklı dersler ile eğitim yapılırdı. Yani teori ağırlıklı ve felsefe yoğunluğu olan dersler vardı. Detay yoktu. Yani uzaya gidebilen teknolojiyi üretebiliyorlar ancak tuşlu telefon yapamıyorlardı, bunun gibi. Anlaşılması zor bir durum gibi görünse de aslında sistemdeki sorunlar algılandığında anlaşılıyor. Bugüne kadar da bu konuda pek bir şey değişmedi aslında. Toplumsal ilşkilerde de bu sorunlar kendini gösteriyor. Seçimle değil de atanma ve kayırma sistemi ile göreve gelen insanların yapacakları işlerdeki yetkinlikleri şüphe götürürken, bu arada bu kişilerin bir de kendi görev çevrelerine eş-dost-akraba toplamaları ile oluşan ve yürüyen bir sistemde toplumsal sorunlar da çözülemiyor. Yukarıda vermiş olduğum örnekteki gibi halka toprak dağıtımı yapılacak ise bu konuda eğitimi ve birikimi olmayan insanların uygun teknikler geliştirmesi ve adil çözümler sunması da mümkün olmuyor. Burada siyaset bilimcinin sadece eğitimci olarak bir anlamı var. Eğitim ve tecrübemizi olması gerektiği gibi hayata geçirmemiz diğer ülkelerdeki meslektaşlarımıza kıyasla çok kısıtlı ne yazık ki. Mimar, mühendis, ekonomist, hukukçu gibi mesleklerin çalışma alanları birçok ülkede birbirine benzer ancak bizim mesleğimiz burada biraz ayrışıyor. Örneğin Amerika ile karşılaştıracak olursak, oradaki bir şehirde yapılacak bir değişiklik için şehir plancı, mimar, haritacı, coğrafi uzmanlar gibi meslek profesyonelleri olduğu gibi politolog ile de işbirliği yapılmaktadır. Biz henüz bu aşamaya gelemedik. Şimdilik sadece eğitimci olarak görev yapıyoruz.

-Doçentlik tezinin konusu neydi biraz anlatabilir misin?

-Tez konum “Siyaset Hukuku Kurumu Olarak Lobicilik” idi. Rusya Federasyonu (RF) yasalarında ciddi bir eksiklik olarak gördüğüm için bu konuyu seçtim.

Gelişmiş ülkeler modern devlet mekanizması içerisinde lobicilik faaliyetlerini benimsedikleri için bununla ilgili gerekli düzenlemeleri kapsayan yasaları da çıkarttılar. Avrupa ve Amerika’da lobicilik yasasının içeriği birbirinden farklı olsa da yasaları var.

Burada da bu konunun yasalaşması için 1996 yılında RF Duma’sına yasa tasarısı sunulmuştu. Ancak bir tasarının yasalaşabilmesi için Duma’da en az üç oturumda ele alınması gerekiyor. Lobiciliğin yasalaştırma konusunun görüşülmesi iki oturumdan öteye geçemedi ve dolasıyla da lobicilik yasası oluşturulamadı.

Ülke içindeki lobicilik faaliyetlerinin yasa ile çerçeve altına alınması ve disipline edilmesi gerekir. Aksi halde bugün burada olduğu gibi, bazı çıkar çevreleri kendi kazanımları için oldukça büyük kitlelere etki edebiliyor, zarar verebiliyorlar. Yani ülkedeki az sayıdaki güçlünün çok daha fazla sayıdaki insana zarar vermesi anlamına geliyor. Konuyu biraz daha detaylandırarak açıklayacak olursak, örneğin otomobil sektörünü düşünelim. Avrupa’dan ya da başka yerlerden, ülke içinde üretilmekte olan otomobillerden çok daha kaliteli ve çok daha uygun fiyatla otomobil getiriliyor. Buradaki tek ve büyük otomobil üreticisi kaliteyi arttırıp, fiyatlarını gözden geçirerek dışarıdan gelen otomobille rekabet etmek yerine, yasa yapıcılara lobicilik ile etki ederek, gümrük vergileri gibi kısıtlayıcı yöntemlerin uygulanmasını sağlayarak ülkeye araç girişini engellemeye çalışıyor. Oysaki bu durum insanlara zarar veriyor.

 

“Lobicilik faaliyetlerinin yasa ile çerçeve altına alınması gerekir. Aksi halde bazı çıkar çevreleri kendi kazanımları için oldukça büyük kitlelere etki edebiliyor, zarar verebiliyor”

 

Bir başka örnek; yazar kasa üreticisi bir şirket, yine lobicilik sayesinde devlet kademelerindeki etkisi ile yasalarda-yönetmeliklerde bir düzenleme yapılmasını sağlıyor ve ayrım yapılmaksızın büyük küçük demeden tüm esnafı kapsayan yazar kasa alma ve kullanma zorunluluğunu getirebiliyor. Bu örnekleri çoğaltabiliriz, lobicilik faaliyetleri ile az sayıdaki insanın çıkarları için halka nasıl zarar verdiğini göstermek için.

Modern Devlet mekanizması içerisinde lobicilik faaliyetleri kabul görmüş ise, o halde lobiciliğin olumsuz uygulamalar ile halka zarar veren sonuçları doğurması yerine, diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi halkın çıkarları doğrultusunda işlemesi için, yasalarla sınırlarının belirlenmesi gerekir.

Bu konuya Amerika’dan bir örnek verecek olursak eğer; büyük bir rekabet içerisinde olan iki meşrubat m arkasını ele alalım. Bunların ikisi de diyelim ki Arizona Eyaletinde fabrika kurmak istiyorlar. Ancak sadece birisine izin verilecek. Şirketler ikisi de konuyla ilgili bir yasa tasarısı hazırlıyorlar, istihdam kapasiteleri, çevreye verecekleri ekolojik zararlar vs. gibi, büyük çaplı yatırımda insan yaşamını etkileyecek her detayı kapsayan bir çalışma sunuyorlar. Senatörler her iki tasarıyı da karşılaştırarak karar veriyorlar. Buradaki iki rakip şirket lobicilik faaliyetini yasal çerçevede yapmış oluyor ve hükümetin kararı da bu yasa kapsamında gerçekleşiyor.

Avrupa’da ise biraz daha farklı uygulamaları olsan yasalar var. Yasa dışı lobiciliğin önüne geçmek üzere konularına göre komiteler oluşturularak paylaştırılmış ve detaylandırılmış bir çalışma trafiği var.

Sivil Toplum Kuruluşlarının, halkın çıkarlarını koruyabilmek için, yasal bir dayanaklarının olması gerekiyor. Bu da lobicilik yasasıdır. İşte bu nedenle, halka zarar verecek monopollere, güçlü çıkar çevrelerine karşı gelebilmek için kesinlikle lobicilik yasası olmalıdır.

-Öğrencilerinizin şimdiki tez konularından bir kaç örnek verebilir misin?

-Şu anda hazırlanmakta olan ve bizim öğrencilerimize önerdiğimiz tez konularından bazıları; “Adige Xabze ile şeriat yasalarının çok yönlü karşılaştırması”, “Kabardey’in toprak sorunu ve çözüm yolları” ve “Etnisite iktidar mücadelesinin bir aracı mıdır?”, bunları sayabilirim.

-Aslında senin için de uygun ise bu konuların her birini Jıneps okurlarıyla paylaşmak isterdim.

-Neden olmasın. Tez çalışmaları bittiğinde tabi ki paylaşırız.

-Kadınlar ve siyaset konusunda da senin yorumlarını öğrenmek istiyorum. Burada bizim kadınlarımızı erkeklerle karşılaştırdığımızda pek çok konuda açık ara önde olduklarını görüyoruz. Toplumun maddi manevi tüm yükünü sırtlamış durumdalar. Bu özveri ve güce rağmen siyasete oldukça uzaklar. Demokratik bir ortam var da herkes siyaset yapabiliyor da kadınlar geride kalıyor demiyorum elbette. Ancak herşeye rağmen parlamentomuz da, bürokratlarımız da var. Yani dönen bir çark var ve bu çarkı da ezici çoğunlukla erkekler döndürüyor. Bu kadar güçlü ve enerjik kadının olduğu yerde neden yukarıda sadece erkekler var? Kadınların yapıcı ve yumuşak yaradılışları, çözüm üreten yapıları ile operasyonel karakterleri bilinen durumlar. Bu olumlu özelliklerine rağmen neden yönetimden uzak duruyorlar?

-Bu konuda toplumda ciddi bir dengesizlik olduğu çok doğru. Yaşam içerisinde zamanla gelişen bazı durumlar cinsler arasında rol kaymalarına neden oldu. Yani erkeklerin yapmakta olduğu, yapmaları gereken pek çok şeyi kadınlar yapar hale geldiler. Yapmak zorunda kaldılar. Çok sayıdaki ağır sorumluluk altında kadınlar ezilirken, geriye kalan az sayıdaki iyi ve önemli işi de erkekler üstlendiler. Toplumdaki temsil gücünü elinde bulundurmak ve karar mercii olmak gibi. Mevcut yöneticiler yani erkekler kadınların siyasete ve bürokrasiye yaklaşmalarına engel oluyorlar. Genelde Rusya’daki özelde de Kafkasya’daki gelenekleri de bu konuda engeller arasında sayabiliriz. Kadınlar güçlü görünmelerine rağmen kendilerine ikinci sınıf insan muamelesi yapılmasına sessiz kalıyorlar. Burada tanıdığım birçok kadına bu konuyu sordum ve “neden kendinize bu durumu reva görüyorsunuz?” sorusuna aldığım yanıt; “Sistem değişikliğinden sonra toplumdaki ekonomik dengeler çok değişti. Başımızın çaresine bakmak zorundaydık. Yaradılışımızdan kaynaklanan nedenlerle erkeklere oranla daha dirayetli ve daha mücadeleci olduğumuz için birçok konuda öne geçtik. Ancak toplumsal ve sosyal bazı dengeleri de düşünerek erkekleri rencide etmemek adına bazı durumlarda da bilerek geride kalmamız gerekti” şeklindeydi.

Doğru. Ben de kesinlikle katılıyorum bu değerlendirmeye. Kadınların ekonomik konulardaki hareket kabiliyetleri daha fazla. Yani erkeğin onur-gurur meselesi yaparak kendisine layık görmediği pek çok işi bugün kadınlar yapıyorlar. Ailenin ayakta tutulması çabası, çocukların sorumluluğu vs. gibi durumlar bunu zorunlu kıldı. Hem aileyi hem sülaleyi ve hatta erkekleri de aslında kadınlar yönetiyor. Toplumda bunun aksi gibi görünse de. Erkekler kendilerine kalan sadece siyasi ve bürokratik alandaki konumlarını kaptırmak istemiyorlar. Sadece siyasette değil bürokraside de, sivil kuruluşların yöneticilik pozisyonlarında da eskiden beri süregelen yerleşik bir erkek yönetici geleneği var.

Her şeye rağmen şu anda siyasetten uzak olsalar da tüm toplumsal sorunlarımızın kadınlarca çözüleceğine ben inanıyorum. Millet olarak eğer ki bir kurtuluşumuz olacaksa bunu kesinlikle kadınlar başaracaktır. Kadınlarıyla birlikte yürüyen bir millet zamanı yakalamış demektir. Şu anda bir eşitsizlik varsa da ben olumlu düşünüyorum. Kadınların yükü ağır da olsa zamanla erkekler de gerçek anlamda görevlerinin farkına vararak kadın-erkek ilişkileri ve cinsler arasındaki rekabet, xabzelerimizin desteği ile de yerine oturacaktır. Her cins kendi görev ve sorumluluklarının farkına varacaktır diye düşünüyorum.

* Stalin, II. Dünya savaşı sırasında Nazilerle işbirliği yaptıkları gerekçesiyle, Çeçen-İnguş nüfusunun önemli bir kısmını Sibirya’ya sürgüne göndermiştir. 1957 yılında hakları iade edilen Çeçen ve İnguşlar geri dönmüşlerdir. Ancak İnguşlar aradan geçen zaman nedeniyle daha önceki yerleşim yerleri olan Prigorodni bölgesine yerleşememişlerdir. SSCB dağıldığında sınırlar tartışılmaya başlanmış ve İnguşlar sürgünden döndüklerinde yerleşemedikleri eski yerleşim yerlerini talep ederek buraya yerleşmiş olan Osetlerle karşı karşıya gelmişlerdir. 1992 yılında Prigorodni Bölgesinde iki halk arasında çıkan çatışmalarda her iki taraftan da çok sayıda insan hayatını kaybetmiştir.


Ten Timur

Ten Timur, 1974 yılında Nartkale’de doğmuş. Ailesi, Urvan ilçesine bağlı Dokşukhey köyünden. 1991 yılında Nartkale ‘de liseyi bitirdikten sonra üniversite eğitimi için Rostov şehrine gitmeye karar vermiş. O zamanlar çok popüler olan ekonomi bölümüne girmekmiş asıl amacı. Ancak bu bölüme olan yoğun talep nedeniyle girememiş ve kendisine alternatif olarak önerilen politoloji bölümüne kaydını yaptırmış. Onun dönemindeki pek çok diğer genç gibi eğitim alacağı konu hakkında pek de fikri olmadan üniversiteye başlamış. Tesadüfen seçerek başladığı bu bölümü hocaları sayesinde çok sevmiş ve akademik kariyerine de aynı bölümde devam ederek 2001 yılında yüksek lisansını tamamlamış. 2007 yılında da Doçent unvanını almış. İngilizce biliyor. Evli ve iki çocuğu var.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz