Tarih öncesi zaman şifrelerini çözmeyi Ümit Özveri’den öğrendik. Ümit bize, tarih öncesi zamanlardaki verileri değerlendirirken önce klan aile adlarına odaklanmamızı, sonra arkeolojik buluntunun adıyla işlevi arasında ilişki kurduğumuzda doğru bir okuma yapabileceğimizi öğretti. Mesela, Sümerler’in ünlü helezonik tapınağına “Zigurat” adı verildiğini hepimiz biliyoruz. Öyle derinlemesine değil de birazcık Adigecesi olan bir kimse bu adın “Kalbin verildiği (yer)” anlamına geldiğini bilir. Aynı şekilde, İlkokul 4. sınıf tarih kitaplarında (1950’li yıllar) Hititler başlığıyla verilen tarih ders kitaplarında, bir kabartma resmin altında “Mav zır”, ikincisinin altında ise “Mav tur” yazılı idi. Daha sonraları bu adlar “Birinci Mav, İkinci Mav” olarak değiştirildi. Ümit’e göre Adige ve Abhaz halkları, tarih öncesi zamanlarda sadece Küçük Asya’da Ay adıyla başlayan on iki, Güneş adıyla başlayan on iki, toplam yirmi dört yerleşim merkezi kurmuşlar.
Adnan Özveri, abisinin izini sürdü, “Sümer’in Şifreleri” adını verdiği romanı yazdı. Ümit, bizi bilimsel çalışmalarıyla aydınlatıyor, Adnan da romanın anlatım gücünden yararlanarak tarihimizin köklerini bulmamıza yardım ediyor. “Sümer’in Şifreleri” çok yoğun bir okuma ve okuduğunu hazmetmeden sonra ortaya çıkmış bir ürün. Lirik bir anlatımın yanı sıra iyi kurgulanmış bir roman. Herkesin kolay okuyabileceği, ancak aynı şekilde kolay anlayamayacağını sandığım bir roman. Kolay okunuyor; dili pürüzsüz ve akıcı. İşlediği konuyla koşut olarak mitolojik dil kullanmış. Dönüp, ‘bu cümlenin anlatmak istediği ne’ diye yeniden okumayacağın kadar net ve sade. Betimleme ve diyaloglar kıvamında verilmiş. Geçişlerde tuzaklar kurulmamış, tekrarlara yer verilmemiş. (Böyle derinlemesine roman kurgusu ve dili olan Adnan Özveri’nin bugüne kadar neden roman yazmadığını sormadan geçemeyeceğim?). Zorluğuna gelince; “Sümer’in Şifreleri”ni okurken zevk almak için belirli bir kültürel birikime sahip olmak gerekiyor. Her şeyden önce Sümerler konusunda bir alt yapının olması gerekiyor. Mitolojik bilgiye sahip olmanın yanı sıra mitolojiyi sevmek de önemli. Bu cümleyi şöyle de kurmamız mümkün: Genel olarak folklar adını verdiğimiz insanın sözlü üretimlerinin; mitoloji, masal, hikâye, tekerleme, bilmece-bulmaca, kinaye ve özlü sözler, şarkı ve türküler, avcı dili vs. gibi deyişleri iyi bilinmese bile haberdar olunması gerekir. Ben en iyisi bu “zor okuma”yı burada bırakarak aşağıda değineceğim bölümlerde “şifrelerini” vereyim.
Adnan Özveri, “Sümer’in Şifreleri”nin giriş bölümünde öylesine canlı, öylesine inandırıcı ve ikna edici bir dil kullandı ki, tabletleri bulmasının tesadüfler zinciri olduğuna inanmaya başlamıştım. Giriş bölümü, okuyucuyu sımsıkı yakalamak, kendini okutmak için iyi kurgulanmış. (Sinema ve roman için geçerli olan bir sözü aktarayım: Filmde ilk beş dakika içinde, romanda da ilk beş sayfada izleyiciyi veya okuyucuyu avucuna alırsan filmi sonuna kadar izletirsin, romanı okutursun). Birinci tableti okurken, neden bilmiyorum, Kuyeko Nalbi’nin “İnsana Yürüyorum” adlı poyemi aklıma düştü. Nalbi de zaman içinde ütopik bir yolculuk yaptırıyordu kahramanına. Nalbi’nin kahramanı kah fırtına ile, kah yağmurla savaşıyor, yolundan alıkonulmak için kurulan tuzakları boşa çıkarıyor, göz kamaştırıcı vaatlere kulak asmadan insana, insan olmaya ulaşmanın mücadelesini veriyordu. Adnan Özveri de mitolojik dil kullanarak tanrıların kendi aralarındaki çekişmelerini, aralarındaki mücadeleleri bize anlatmış. Sınıfsal bir toplumun -büyüklü-küçüklü tanrıların- kendi aralarındaki hâkimiyet ve yetki mücadelelerini verirken, yeryüzündeki ölümler arasındaki hırs ve hâkimiyet kurma savaşımının ipuçlarını da veriyor.
Adnan Özveri’nin beslenmiş olduğu kültürel havzayı bilenler için romanını böyle kurgulaması normal. Ayrıca, onun içinde yetiştiği Adige-Abhaz halkı da mitolojiye yabancı değil. Bu gün bile halk arasında Nart mitolojisine dair pek çok varyantın anlatıldığını biliyoruz. Asıl şaşırtıcı olan, Özveri’nin böylesine bir kurgunun yanı sıra insanın ve evrenin yaratılmasıyla ilgili kutsal kitaplarda (Tevrat -Süleyman Meselleri, Neşideler Neşidesi-, İncil, Kur’an’ı Kerim) yazılanları, konu ile ilgili olarak mitolojik anlatımları yeniden üretecek kadar yetkin olması. Hayır, sakın yanlış anlamayın, bu deyişle benim söylemek istediğim şu: Bir konuyu çok iyi bilebilirsin. Ancak, o çok iyi bildiğin konuyu öğrendiğin biçim ve formların dışında yeni bir deyişle anlatmak doğrusu büyük beceri gerektiren bir durum. Böylesine yetkin mitolojik dil kullanmak için Yaşar Kemal’i (Filler Sultanı, Deniz Küstü, Bir Ada Hikâyesi genel başlığı altında dört cildi), İmam Mazdek’i, Zerdüşt’ü, İlliada ve Odesa’yı, Nartlar’ı, Mahabarata’yı okumuş olmak gerekir. Olmazsa olmazlardan biri Melih Cevdet Anday’ın İkindi Üstü Uykuları adlı müthiş denemesinin yanı sıra Gılgameş Destanı. Konuyu daha uzatırsam, “Şecaat arz ederken merdi kıpti”ye benzemekten korkuyorum. Sümerler’in Şifrelerini okurken duyduğum heyecana yenik düşerek okuyucuyu, kitabı okumaktan vazgeçirmekten korkuyorum. İyisi mi sözü ünlü Nartalog Hadeğal’e Asker’e bırakalım: “Nart destanlarının yazımı bitmedi. Her çağ kendi Nart destanını üretiyor.”
Yaşar Kemal âlemi bekaya irtihal ederken Homeros’tan devraldığı destan yazıcılığını Adnan Özveri’ye bırakmış. Çağımıza yeni bir destan armağan ettiği için Adnan’ı kutluyor, kitabına iyi yolculuklar diliyorum.
Yenemıko Mevlüt