İki Cami Arasında Beynamaz…

0
706

Hiç araştırmadım; ama deyimin aslının “iki cami arasında binamaz”dan geldiğini sanıyorum. Aslı neyse de, yaygın kullanımı açık. Esası; ikilemde kalındığında ne yapacağını şaşırmak anlamına geliyor. Ama merak etmeyin. Söyleyeceklerimiz gayet net. Hiç kıvırmadan meramımızı anlatacağız.
Malum içinde bulunduğumuz ramazan mübarek ay. Ayın geleneksel dini tartışma mevzuları belli. Oruç tutan tutmayan; namaz kılan kılmayan tartışmalarının sıklıkla yaşandığı ay içerisinde bazı duyduklarımız gördüklerimiz akıl alır gibi değil.
Kendi düşüncesinin yobazı olmuş bazı zevatın yumurtladığı hikmetler akla zarar. Buna karşın; diğer cenahtakilerin de fırsattan istifade, kişileri değil de camiaları rencide etmek için “toptancı” bir zihniyetle salvolara girişmesi de yine bu aya mahsus olmazsa olmazlar gibi.
Barışın hakim olduğu; kardeşliğin ve paylaşımın esas alındığı bu mübarek ayda tam tersi tezahürlerin olması gerçekten can sıkıcı.
Öncelikli sözüm dindarım diyen kesime. İslam’ın özünü unutup; onun hoşgörüsünden uzak, anlamsız açıklamalar ile islamı yaralayan densizlere ne desek bilmem ki. Bir müslümanın nasıl davranması gerektiği hususu Hz Peygamber’in hayatında o kadar açık. Dönüp dönüp O’na bakmak; O’nu okumak; O’nu anlamaya çalışmak yeter de artar bile.
İsmi lazım gelmezlerin abuk sabuk açıklamaları ve sataşmaları o kadar can sıkıcı ki. Saldırmak için bekleyenler, ağızlarına bakıyor. Kişiler üzerinden İslam’ı karalamak için fırsat kolluyorlar.
Sözlü tartışmalar neyse bir de kendilerince koydukları ölçülerle “dindar olmayanları”, “terbiye etmeye” kalkanlar var ki akıl alır gibi. Yaptıkları en basit ifadeyle gaflettir. Dalalettir. Ve hatta İslam’a ihanettir.
Onlara son sözüm şu: Benim dinim, tebliğ dinidir!
Bir de İslam’a saldırmak için fırsat kollayan kesim var tabii.
Müslüman’ın yanlışını, İslam’ın yanlışı gibi görmek üzere programlanmış beyinleri var ki aman Allah. Her fırsatta “toptancı” anlayışlarını ortaya koymaya can atıyorlar. “Zaten bunlar böyle…” en beylik cümleleri. Bir adım sonrası da iktidara ve cumhurbaşkanına saldırmak. Yetmedi o camiaya gönül vermiş bütün kitleleri rencide etmek.
Geçtiğimiz hafta sonu Kafkas Vakfı’nın iftar davetine iştirak ettim. Ensar Vakfı’nın Süleymaniye’de bulunan merkezindeki iftarın tartışma yarattığını/yaratacağını bildiğim halde iftara katıldım. Geçen yıl da aynı yerdeki iftarda bulunmuş biri olarak hiç gocunmadan iftar sofrasına oturdum.
Bütün bunları niye yazdığımı anlayan anlamıştır. Bakın dostlar “suçların şahsiliği” diye bir şey var. Kişiler üzerinden giderek camiaları/kurumları külliyen karalamak kadar abuk bir şey olamaz.
Sizler beğenir veya beğenmezsiniz; o sizin bileceğiniz iş. Başta bizim Kafkas Vakfı olmak üzere; Ensar Vakfı ve benzeri vakıfların yaptığı bir takım olumlu işleri var. Bunları görmeden, sadece bir şerefsizin adı üzerinden kurumları töhmet altında bırakmak doğru değil. Yaptığınız; Demirel’in çok kullandığı deyimle bühtandır.
Tam bu iftar ve iftira tartışmasının dumanı tüterken; son günlerin popüler yıldız “seri katili” Atalay Filiz’le ilgili çok enteresan bir yazı okudum. Malum Atalay Yıldız, Galatasaray Lisesi mezunu. Yazıda kısaca söylenen şu: Atalay Filiz, Galatasaray Lisesi değil de Sakarya İmam Hatip Lisesi mezunu olsaydı yorumlar nasıl olurdu acaba?.. Babasının TSK’da pilot olduğundan hareketle, bir İt Dalaşı’nda Yunan uçağı düşürdüğüne kadar kahramanlık hikayesi devşirmeye varan yorumların kahramanı Filiz ile; ismini anmaya bile gerek olmayan bir Ensar Vakfı çalışanının adı üzerinden vakıf/ cumhurbaşkanı/iktidar/İslam karşıtlığı daha doğrusu İslam düşmanlığı pompalanmasını karşılaştırın isterseniz.
Eski bir öğrencisinden dolayı GS camiası nasıl ki karalanamayacaksa aynı saikle Ensar Vakfı da külliyen tu kaka edilmemelidir.
Hele hele Kafkas Vakfı bu anlamsız tartışmaların içerisine hiç sokulmamalıdır. Kafkas Vakfı da bizimdir. İstanbul Kafkas Kültür Derneği de… İstanbul Çerkes Derneği de bizim kurumumuzdur, Adige Xase Çerkes Derneği de… Tıpkı Birleşik Kafkasya Derneği’nin, Abhaz Derneği’nin, Alan Vakfı’nın, Şamil Vakfı’nın olduğu gibi…
Yanlış varsa elbet eleştirelim ama kurumları top yekun karalamayalım lütfen!
Tabi bu arada kızımın Galatasaray Lisesi mezunu olduğunu da belirteyim bu arada ki; taa yazının başına/ başlığına da bir gönderme olsun.
Tam filmin finali geldi derken bir türlü bitmeyen film misali bir tavırla; birkaç kelam daha edelim de derdimizi ummana da dökelim asumana da…
Esas sorunumuz ne biliyor musunuz sikoşlar?
Problem Asabiyet’te!
Asabiyet’in getirdiği asap bozukluğunda…
Besim Tibuk’un kulakları çınlasın. Kurucusu olduğu Liberal (Demokrat) Parti için “asabı bozukların partisi” derdi.
Bu cümleden mülhem “asabı bozukların ülkesi” demek isterim ama ağır mı kaçar bilmem?!
Aidiyet duygusu, kurumsal fetişizm, cemaat hissi, kabilecilik, cemaat ruhu, tutkunluk hissi, yakın akraba bağı gibi yerimizin darlığından sayamayacağımız daha birçok tarifle ortaya çıkan Asabiyet üzerine söylenecek söz çok ama şimdilik son söz olarak Hz. Peygamber’in ifadesini söyleyelim. “Zalimi zulümden alıkoymak ona yardımcı olmaktır.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz