Değerli dostlarımın aziz anılarına… Dışa Atila Aslan (İsmel Kıt köyü), Aşlızhe (Aşliy) Sabahattin Şengül (İsmel Kıt Köyü), Koçkan Metin (Kılıçbi Hable Köyü)
Değerli okurlarım, biliyorum, benden mitoloji yazısı bekliyorsunuz, ama bugün affınızı diliyorum. Eğer izin verirseniz, ebediyete yolcu ettiğimiz üç değerli arkadaşımı yad etmek istiyorum. Lütfen beni hoş görün.
Doğan her canlının bir gün öleceğini bilsem de, bir ölüm haberi aldığımda yüreğime acı çöreklenir. Ne diyeceğimi bilemez, susar kalırım.
Sevgili Metin Abi’min, Metin Koçkan’ın ölüm haberini aldığımda da öyle oldu. Kendimi toparladığımda bizi terk eden dostlarımı düşünmeye başladım.
Son bir yıl acı içinde geçti. Önce Atila Aslan’ı toprağa verdik. Atila’nın kırkı dolmadan köylüsü ve çocukluk arkadaşı Sabahattin Şengül’ü uğurladık.
Şimdi de Metin Koçkan…
Üçü de kendilerini aynı davaya adamış üç canciğer dost… Kalbimde üçünün de ayrı yeri ve önemi var.
***
Bu sevgili dostlarımın ölümlerini düşündüğüm şu anda da, kalbimdeki yerlerinde hiçbir boşluk yok. Onlar kalbimde dipdiri, capcanlı yaşıyor ve benimle konuşuyorlar.
Aslında bütün insanlar için böyledir bu. Sevdiklerimizi bu dünyadan yolcu etsek de, hep yaşatmaz mıyız kalbimizde? Bu dünyadan yolcu ettiklerimizi kalbimizde yaşatabiliyorsak, bir yok oluş mudur ölüm? Bir yok oluş değilse, nedir?
Dinsel teolojide ölüm kimsenin
kaçınamayacağı, her canlının mutlaka tadacağı bir kaderdir. Ölümden sonra diriliş olduğuna göre bir yok oluş da değildir.
Doğada ise ölüm yok, başkalaşım ve dönüşüm vardır; yaşam değişip dönüşerek devam etmektedir. Doğayla iç içe yaşayan ilkçağ insanları, doğadaki gözlemlerini mitolojik inançlar haline getirmişlerdir. Yaşamın değişip dönüşerek devam ettiği inancı, ölüp dirilerek doğaya bereket saçan arkaik tanrısal inançlarda açık bir şekilde görülmektedir. Anadolu mitolojisindeki Attis söylencesi bu inancı binlerce yıl yaşatmıştır. Bu söylenceye göre, Attis, cinsel organını keserek aşkından deliye döndüğü ana tanrıçaya sunmuş ve öldükten sonra çam ağacına dönüşmüştür.
***
Atila’nın dostları, ilkbaharda mezarına çam ağacı diktiler. Yani bir anlamda Attis’i, bilerek ya da bilmeyerek Atila’yla özdeşleştirdiler.
Çok anlamlı ve ilginç bir özdeşleştirmedir bu. Çünkü Atila’nın adıyla, simgesi çam ağacı olan Anadolu’nun ölen-dirilen tanrısı “Attis/Attes” in adı aynı kök sözcüktendir. Hatti dilinde “Atı-la/Ata-la” sözcüğü “baba adam” anlamına gelir ve Attis’i ima ederdi. Anadolu’nun büyük ana tanrıçası Kibele’nin rahipleri hep bu adla anılırlardı.
Yunanlıların “Attalos” haline getirdikleri “Attala/Atıla” adının eski Anadolu dilindeki anlamı, Atila’nın kişiliğine de çok yakışıyordu..! Bu nedenle ben, Atila’nın her ilkbaharda Attis gibi dirilerek dünyaya bereket saçacağına, her zaman bir çam ağacı gibi yemyeşil kalacağına inanıyorum.
***
Atila, Attis gibi dirilip de bereket saçarken onu ölümünde bile yalnız bırakmayan servi boylu Sabahattin Şengül de dirilecektir elbet. Sabahattin Şengül’ü bozkırda soğuk bir pınarın başında yeşeren, gölgesinde yorgun yolcuları ağırlayan yemyeşil bir servi gibi düşünüyorum.
***
Metin Koçkan, Anadolulu eski atalarımız Hattilerin inandıkları gibi bir başkalaşım yaşarsa, ekinden başka hiçbir şeye dönüşmezdi herhalde. Yürekten inanıyorum ki, sevgili dostum Metin, yoksulların sofrasında ekmek olmayı her şeyden çok isterdi.
***
Atila, Sabahattin ve Metin, bu üç güzel insan, dünyamıza güzellikler katarak, çevrelerindekilere yaşama azmi ve umut aşılayarak, hiç almadan hep vererek yaşadılar.
Tanığımdır Kayseri, tanığımdır taşlar ve topraklar, tanığımdır dostlar ve düşmanlar; herkes tanıktır ki bu insanlar böyle yaşadılar.
Söyleyin ey insanlar söyleyin! Elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin, onların kimseye kötülük yaptığını gördünüz ya da duydunuz mu? Hiç kimseyi küçümsediklerine, biriyle alay ettiklerine tanık oldunuz mu?
Söyleyin ey insanlar söyleyin! Korkmadan, çekinmeden, kayırmadan, yalnızca doğruyu söyleyin! Onların kimseye haksızlık yaptıklarına, kimseyi kandırdıklarına, yalan söylediklerine tanık oldunuz mu?
Hiç bencillik ettiler mi? Çıkarları için bir şey yaptılar mı? Kimseye ihanet ettiler mi? ? Verdikleri sözden caydılar mı?
Söyleyin ey dostlar söyleyin! Onlar “iyi arkadaş” değiller miydi? Hep birlik ve dayanışma içinde olmadılar mı? Hep sizleri düşünmediler mi? Hep yardımcı olmadılar mı? Hiç kurnazlık ettiler mi? Hiç hile yaptılar mı? Hiç arkada kaldılar mı? Acılarınızı ve sevinçlerinizi hep paylaşmadılar mı?
Hep kararlı, dürüst ve güvenilir değiller miydi?
Onların gözü sizin gözünüz, onların kalbi sizin kalbiniz değil miydi?
Dostlar siz susun! Bir köşede durun siz!
Siz konuşun ey düşmanlar! Susmayın, konuşun! Bildiklerinizi haykırın!
Bu insanlar size hiç kötülük yaptılar mı? Hiç iftira attılar mı? Belden aşağı vurdular mı? Malınıza zarar verdiler mi? Irzınıza göz diktiler mi? Sizden nefret ettiler mi?
Peki korktular mı sizden? Tehditlerinize boyun eğdiler mi?
Peki hiç yıldılar mı? Doğru bildiklerini söylemekten caydılar mı? Kendilerini düşünerek geri adım attılar mı?
Hayır! Hayır!
Dostlar da, düşmanlar da tanıktır ki böyle bir şey olmadı. Bu yiğit insanlar, hiçbir şeyden yılmadan, kendi çıkarlarını düşünmeden;
“Sen yanmasan,
ben yanmasam,
biz
yanmasak
nasıl
çıkar karanlıklar aydınlığa?”
diyerek hep inandıkları yolda yürüdüler. Bu nedenle ben onları Promethe’ye benzetirim.
Bunda da haksız olduğumu hiç sanmıyorum. Çünkü bu üç dostum da, yaşamlarının sonuna kadar emek ve demokrasi için mücadeleden geri kalmadılar. Aslında Prometheus da insanlığın karanlığa, daha açık şekilde söyleyecek olursak sömürüye ve haksızlığa karşı verdiği mücadelenin mitolojik simgesidir.
***
İnsanın varoluşunda karanlık ve acı çekmek birbirleriyle ilişkilidir. Karanlığın rol aldığı bütün olaylar acı çekişle ve ondan kurtuluşla ilişkilidir. Goethe’nin Prometheus’unu canlandırın gözünüzde. O ne tanrı, ne titandır; o, haksızlığa ve karanlığa karşı mücadele eden isyankar insanın ölümsüz örneği ve inançlarının doğrulayıcısıdır.
Aslında Prometheus ile Zeus arasındaki çekişme bir paylaşım çekişmesidir.
Mitolojiye göre, Prometheus kurban edilen sığırın derisinin altına, bir yana işkembeye sarılmış olarak etleri, diğer yana iç yağına sarılmış olarak kemikleri koydu ve Zeus’a kendi payını seçmesini, kalan payın ise insanlara gideceğini söyledi. Zeus, içyağına sarılmış parçayı seçti ve altında kemikten başka bir şey olmadığını görünce çılgına döndü. İnsanlara bir daha ateş göndermemeye karar verdi. İnsanlar soğuktan donmak üzereyken Prometheus tekrar yardımlarına koştu, tanrısal ateşi çalarak yeryüzüne getirip insanlara armağan etti. Böylece insanlık ölümden kurtuldu. Acıyı ise Prometheus çekti. Zeus, Prometheus’u çelikten zincirlerle Kafkas dağlarına bağladı. Typhon’dan doğma dev bir kartal her gece Prometheus’un karaciğerini yiyor ve karaciğer gündüzleri yeniden iyileşiyordu. Bu işkence sonsuza kadar sürecekti, çünkü Zeus, Prometheus’u bağlı olduğu kayadan çözmeyeceğine Styks nehri üzerine yemin etmişti.
Yukarıda özetlenen efsane, mitolojik simgelerinden sıyrıldığında, Prometheus’un temsil ettiği emekçi insanlarla, Zeus’un temsil ettiği krallar ve soylular arasındaki sınıf mücadelesi bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar. İnsanların davasını dava edinen ve tanrılara karşı olan mücadelelerini üstlenen Prometheus figürü de aslında başka insanlar için kendisini feda eden ve acı çeken yiğit insanın simgesidir.
Prometheus’a benziyordu Atila!..
Bir Pometheus gibi yaşadı Sabahattin!…
Titan İapetos’un oğlu olmasa da bir Prometheus’tu Metin!…
***
Ruhları şad olsun. Işıklar içinde yatsınlar. Onlar hep kalbimizde yaşayacak ve anılarıyla yolumuzu aydınlatacaklar.