Travma, Suçluluk ve Çerkesler

0
485

Travma bireyin kontrolü dışında maruz kaldığı ya da bir başkasının maruz kaldığına tanıklık ettiği, beden bütünlüğünü tehlikeye sokan yaşantılardır. Tüm toplumlarda görülen travmatik yaşantılar; doğal afetler, savaşlar, patlamalar, tecavüz olayları, trafik kazaları ya da çeşitli işkencelerdir. Batı da doğu da çeşitli bireysel ya da kitlesel travmalara maruz kalsa da bu yaşantıların bireylerin ruh sağlığı, tutumları, değerleri üzerinde olumsuz etkiye neden olan en önemli faktörlerden biri kontrol duygusudur. Kişi her ne kadar travmaya maruz kaldığı anda bir travma paradoksu1 yaşasa da bu yaşantı ile ilişkili herhangi bir kontrol davranışı geliştirebilmişse ruh sağlığının daha az olumsuz şekilde etkilendiğini yapılan araştırmalar göstermektedir.
Peki travmanın ruh sağlığına olan etkileri nelerdir? Travmanın kişide; aşırı tetikte olma, travma yaşantısı ile ilgili rüyalardan ya da ansızın akla gelen görüntülerden kurtulamama ve en önemlisi organizmanın travma ile ilişki kurabileceği tüm mekanlardan, seslerden, kokulardan kaçınması ve bu kaçınmaların kişiyi bir çember içinde alması ve tüm arayışların aynı kapıya çıktığı o çember içinde kişinin bir çıkış yolu bulamaması ve hapsolması gibi önemli etkileri vardır. Kronikleşmiş travmada bunlara ek olarak dirençli ve kırılması zor olan şey; bireyin bilişlerinin değişmesi, bu olumsuz yaşantının bireyin kendine, diğerlerine ve dünyaya olan bakış açısını, olumsuz, çarpık ve gerçekçi olmayan bir şekilde değiştirmesidir. Kişi bir şekilde bozuk bir mercekle kendisine, dünyaya ve olaylara bakar.
Travmatik yaşantılar sonrasında olumsuz şekilde değişen bilişler ve çarpık inanışlar kişide suçluluk, utanç, üzüntü, korku, aşağılanma ve öfke gibi pek çok duygu ile eşlik edebilir. Benim bu makalede özellikle üzerinde durmak istediğim konu travmatik yaşantıların kişinin bilişlerini suçluluk duygusu ile nasıl çember içine aldığıdır.
Özellikle doğu toplumlarında travma yaşamış olan kişiler bu yaşantıları sonucunda suçluluk ve bazen bununla ilişkili olarak utanç duygusu yaşarlar: ‘Bunu yapsaydım/yapmasaydım böyle olmazdı’. Ve bu suçluluk merceği ile hayata bakan kişiler 3 şekilde davranış mekanizması geliştirirler: başlarına gelmiş olan talihsiz olayı hak ettiklerini düşünür ve buna teslim olur, bunu aşırı telafi etmeye çalışır ya da bu yaşantı ilgili anılardan, mekanlardan ya da kişilerden kaçınırlar. Bu 3 yola birazdan değineceğim.
Peki Çerkes toplumunda durum nasıl?
152 yıllık bir toplumsal ve bireysel travma sonrasında Çerkesler2 yurtlarından sürüldü ve dünyanın pek çok yerine savruldu. Bu savrulma sonrasında yoksulluk içinde anayurtlarından getirmiş oldukları kadim kültürü ve dili bulundukları coğrafyalarda yaşatmakta başarılı oldular. Kendi yaşam alanlarını, köylerini inşa etmeleri, onlara yaşadıkları travma üzerinde bir kontrol duyabileceklerine ilişkin güç verdi. Yaşadıkları travmayı ağıtlara döktüler, sembolik de olsa atalarının cesetlerini bıraktıkları Karadeniz’in balığını yemediler, kendi armalarını evlerinin direklerine kazıdılar, ve en önemlisi kimseye minnet etmeden kendileri ürettiler ve bulundukları toplumlara her zaman faydalı oldular.
Suçluluk nerede başladı?
Sürgün yaşamış bir toplum olan Çerkesler yaşadıkları sürgünden ötürü Rusya’ya öfke, vatanlarından sürülmekle ilgili üzüntü ve geldikleri topraklardaki yaşantıları ile ilgili kaygı yaşadılar. Sürgün topraklarında yeni bir hayat inşa ederken geldikleri topraklarda da yaşamanın bir bedeli olduğu kendilerine dayatıldı. Bu bedel kimliklerini ve dillerini bir kenara bırakıp misafir oldukları toprakların kimliğine erimekti. Bu ikilem ile çekirdek inanışlarına suçluluk tohumunu ektiler. Çerkeslerin devlet politikası sonucu suçlu hissettirilmeleri pek çok tutumlarının değişmesine neden oldu. Bunlardan en önemli ve yıkıcı olanı Çerkeslerin dillerini konuşmayı bırakmaları oldu. Nitekim bir insanın tutumunu davranışını ya da hayata bakışını değiştirmenin en kolay yolu kişiye kendisini yaptıklarından ya da yapmadıklarından ötürü suçlu hissettirmektir.
Var olan ‘suçluyum’ düşüncesi ile çarpık ve gerçekçi olmayan bir şekilde hayata baktılar.
Suçluyum çünkü bir başka milletin topraklarında oturuyorum.
Suçluyum çünkü anadilimi konuşarak bir başla milletin dilini bozuyorum.
Suçluyum çünkü çocuklarıma Çerkes adları koyarak nüfus müdürüne zorluk çıkarıyorum, suçluyum çünkü bu milletin ekmeğini yiyorum.
Suçluyum çünkü kamusal alanda Çerkes olduğumu söylüyorum.
Suçluyum çünkü….
Bireysel ya da kitlesel olarak çarpık ve gerçekçi olmayan bir şekilde suçluluk hissetmeleri yaşam tarzlarına yansıdı. Bulundukları tüm topraklarda veren, fedakarlık eden bir millet oldular. Fakat bulundukları toprakların kimliğe eritilmekle ilgili bir dayatmaya ve devlet politikasına maruz kalmayan Çerkesler bu gerçek dışı suçluluk tohumunu ne ektiler ne de büyüttüler. Bulundukları topraklarda bulunmaktan ötürü borçlu değil o topraklara olan katkılarından dolayı onore olmuş şekilde aynalandılar.
Çerkeslerin dillerini konuşmayı bırakmalarına neden olan ‘suçluyum’ çekirdek inanışı eğitim hayatlarında gördükleri psikolojik ve fiziksel şiddetle de tetiklendi. Köylerde Çerkesçe konuşan çocuklar devlet politikası gereği öğretmenleri tarafından hırpalandı ve nihayetinde suçlu hissettirildi. Zedelenmiş, aşağı çekilmiş ve benlik saygısı düşürülmüş bir şekilde olumsuz duygusal asosiyasyonların olduğu bir dili konuşmaktan kaçınmak ve yokmuş gibi davranmak bugünün Çerkeslerinin düştüğü birinci ve en büyük kuyu. İkinci kuyu biraz daha dar; bu suçluluğu aşırı telafi etmeye çalışmak, örneğin kendi kimliğini unutup bulunduğu toplumun kimliğine ve diline aşırı değer verme ve yüceltmeye çalışmak. Üçüncü kuyu ise bu suçluluğa teslim olmak; dilini konuşmak ama hani suçluyum ya nasıl isterim devletten dilimi okutmasını?
Bu üç yol da Çerkeslerin yaşadıkları travmayı sindirememesi demek; mideye dokunan ağır bir yemek, ne yapsan sindiremiyorsun. Bireysel psikoterapide kişilerin bu çarpık inanışlarıyla çalışabilir olsak da kitlesel travmalar için bireylerin tutumlarını ve inanılışlarını değiştirmek o kadar kolay değil. Dahası bunu değiştirmeleri için bir ihtiyaç duymalarını sağlamak birinci adım olmalı.
Nihayetinde Çerkeslerin dillerini konuşmalarının ve öğrenmelerinin hakları olduğu, hayata ve olaylara suçluluk merceğinden değil daha gerçekçi bir mercekten bakmaları için çeşitli çalışmalar yapılabilir. Fakat bunun için önce meseleyi doğru, bilimsel dayanakları olan ve teorik bir çerçevede anlamayı kolaylaştıracak bu modeli öne sürmenin önemli bir adım olduğunu düşünüyorum.

Tubanur Bayram Kuzgun
Psikolog, İstanbul Arel Üniversitesi Öğretim Grv.

1 Travmaya verilebilecek uygun bir tepkinin olmaması
2 Öncesinde yaşadıkları savaşlar da travma olarak nitelendirilir fakat bu yazının konusu değildir.

Önceki İçerikNazi gardiyana hapis cezası
Sonraki İçerikKAFDAV’DAN ÖNEMLE DUYURULUR
Tubanur Bayram Kuzgun
1988 Bandırma doğumlu olan Tubanur Bayram Kuzgun, İzmir Ekonomi Üniversitesi-Psikoloji lisans eğitiminden sonra “Klinik Psikoloji” alanında uzmanlık ve doktora eğitimi tamamladı. İstanbul Arel Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde “Dr. Öğretim Üyesi” olarak “Klinik Psikoloji” alanında dersler ve Üsküdar’da bulunan kendi merkezinde danışanlarına psikoterapi hizmeti vermektedir. Uluslararası Şema Terapi Topluluğu (ISST) tarafından yetkinliği onaylanmış “Şema Terapisti”dir. Ayrıca “Lacancı Psikanaliz Çalışmaları” adlı bir çalışma grubunda aktif olarak kartel çalışmalarına katılmakta ve yazılar yazmaktadır. Klinik çalışma alanları travma, depresyon, öfke, kaygı, yeme sorunları, takıntılar, kişilik ve romantik ilişki sorunlarıdır. Uluslararası indeksli dergilerde yayımlanmış bilimsel makalelerinin yanı sıra Psikeart, Psikesinema ve İyi Hissetmek gibi farklı kültür sanat dergilerinde psikoloji üzerine yazıları bulunmaktadır. İyi düzeyde İngilizce ve orta düzeyde Fransızca bilmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz