Omzumda küçük bir sırt çantası, henüz süpürülmemiş o sokaklardan geçiyorum…
Sararmış kocaman yapraklar arasında yürüdüğüm kaldırım, neredeyse yoldan ayırt edilemiyor…
…
Onu görmek için sabahtan beri yürümüştüm…
…
Merdivenlerden çıkarken ıslak yapraklar yüzünden basamaklarda bıraktığım ayak izlerimi gördüm…
Gördüğüme sevindim…
Ancak ne yazık ki birazdan kuruyacak o ayak izlerim, yağmurun üstümde kuruduğu gibi…
…
Sabahtan itibaren yağan yağmur yüzünden ıslanmıştım, ortalarda pek kimse yoktu benim gibi dolaşan ve ıslanan…
…
Sabahtan beri sokaklarda yürümüştüm…
Şimdi içerideyim, kapıyı ardımda açık bırakarak girdiğim yerdeyim…
…
Beyaz mermer heykeller göz ucuyla beni izliyor sanki…
Yağmurdan sonra hemen kuruyabilen heykellerin renklerini, zaman alıp götürmüştü üstlerinden…
Parmakları kopmuştu, burunları da…
Kopan başka şeyleri olduğu muhakkak…
…
Heykellerin kalbi ve beyni görülmez…
En çok gözleri anlatır demek istediklerini…
En çok elleri anlatır demek istediklerini…
…
Küçük sırt çantamın içinden üç defter, bir kalem çıkardım…
Epey yazmışım defterlere, bir tek son sayfaları boş kalmış…
Üç nokta koydum, sonra kapattım o son sayfaları…
Defter bitmesin istediğimdendir o üç noktayı koymak…
Yağmurun bitmesini istemediğim gibi…
…
Yağmurun biteceğini hissettiğim zaman daha çok ıslanmak isterim…
Üstüm kuruyana kadar yağmur devam ediyor zannederim…
Öyle avuturum kendimi…
…
Yağmur altında yürürken, yaprakların hışırtıları arasında, ağaçların dallarına bakarım…
Hiç dalından ayrılmamışlar gibi gelir bana…
…
Onu görmek için sabahtan beri yürümüştüm…
…
İçeri girerken kapıyı kapatmayışım yine o üç nokta yüzünden…
…
Kapanmasın kapı…
…
Heykeller hareket etsinler…
…
Önce gözleriyle, sonra elleriyle…
…
Aralık kapıdan çıkıp gitsinler…
…
Heykeller hareket etmez, kalbi ve beyni görülmez…
…
Gözleri anlatır en çok…
Elleri anlatır en çok…
…
Heykeller hareket etmezler, ruhları o açık kalan kapıdan usulca çıkıp gitsinler…
…
Belki ruhları ıslanır sonra hiç kurumaz…