Kış gitmeden yaz geldi
dağın hareminde doğan çocuklar
dağın eteğine gömüldüler
acıyı soğutur diye sığınmıştık dağlara
yaşadıkça yalınlaştı acılarımız
nemini bulunca yumuşar sanarak
çok uzun bekledik toprağın devrilmesini
aklımızı tütsüleyip ceylan yavrularıyla
düşlerimizden yollar geçirdik
sonra yollarda dolaştırdık düşlerimizi
çalınırisrafilin bakır borusu diye
ipek bir heceyle açmıştık tarihin penceresini
adı hiç duyulmayacak tuzaklardan öğrenip
adı duyulmamış tuzaklarda uyuduk
yıllarca yağmur bekledik göllerin ortasında
ıskalamasın geceleri ay bizi diye
güneşe uzattık kara ağaç gölgesini
içimizde şiirler, türküler dolaştırıp yatıştık
anladık ki her ağacın mülkü gölgesi kadar
anladık ki eskiden dağların bir gücü varmış
dağların eteğine gömülmeyen çocuklar
yol yorgunu ve sıkılgan elleriyle
gelip şehrin girişini yumrukluyorlar
dağın cevabını taşıyan doğu döğmeleriyle
çok uzaklardan bakarak yalnızca konuştular
eskiden güneşe durmanın bir gücü vardı
güneşi ıskaladığımız sabahlarda anladık
kara ağaç gölgesinde toprak döl vermez
bildik. her ağaç toprağının mülküdür
dağın haremine inen su kesilince
fırtına ve çamur toparlar otağını
söz yalpalar geri döner, barut kokusu susar
söz zirveden iner, kale burçları büyür
söz alınıp verilir, kıble yönünü bulur
son sözler yorumlanmaz, rahlede açık kalır
bildik. her ağacın mülkü toprağı kadar
dağın haremine inen su kirlenince
seni ölmeden önceydi, bildik
bu dünyadan sağ kurtulan olmamış
her taşın yüzü vardır, doğru yerden bakarsak
eskiden taşa bakmak, bir hüner meselesiymiş