Yüzleşmeye evet, tazminata hayır

0
507

Almanya’yı soykırımla suçlayan Namibyalı yerlilerin temsilcilerinin tazminat talebiyle Almanya’ya açtığı dava New York’ta başladı.

2014 yılından bu yana Almanya hükümeti “özür dileme” konusunu Namibya hükümetiyle görüşüyor. Almanya’daki seçimlerden önce gelmesi gereken “özür” konusunda taraflar anlaşamadı. Koalisyon hükümeti uzlaşmak istendiğini duyururken, Namibya’da hayal kırıklığı artıyor. Sonunda Herero ve Namalar New York’ta Almanya’ya dava açtı. Amaçları Almanya hükümeti ile doğrudan görüşme ve tazminat taleplerini kabul ettirmekti.

Almanya tazminat konusunda yumuşamıyor ve soykırım kavramının kullanılmasının tazminat ödeme zorunluluğu getirmediğini ve yaraları sarmak için siyasi ve ahlaki yükümlülüklerin söz konusu olabileceğini savunuyor. Dışişleri Bakanı Maas Tanzanya ziyareti sırasında “karşılıklı destek ve tazminat talepleri için başka bir yol bulunabileceğini” söylemişti.

Almanya haklı taleplere yol açabilecek bir emsal yaratmak istemiyor. Profesör Melber, “Almanya sömürgeci devletlerden sadece biri idi. Sömürgeleştirilenlere duyarlı davranmayan da sadece Almanya değildi. Almanya ile Namibya arasındaki görüşmeler diğer eski sömürgeci ülkelerde endişeyle izleniyor. Almanya’nın diğer sömürgecilere de talepler yöneltilmesine yol açacak bir adım atmasından çekiniliyor” diyor.

Almanya’nın sömürgecilik tarihiyle yüzleşme süreci yeni başladı. Oldukça uzun süreceği de söylenebilir.

Neler olmuştu?
Almanya; Namibya topraklarına 1800’lerin sonunda girmişti. Bir yandan bütün elmas madenlerine el konulması, diğer yandan yerli halkın köleleştirilmesi, sonunda isyanları da patlattı. Bölgenin en büyük kabileleri olan Namalar ve Hererolar, 1903’te ayaklandıklarında, iş büyüdü. Sonunda, Almanya, en ‘kahraman’ Generali olan Lothar von Trotha’yı Ekim 1904’te 14.000 askerle bölgeye gönderdi. Şöyle yazdı ilk mesajını General:

“Ben, Alman kuvvetlerinin muzaffer komutanı, bu mektubu Herero halkına gönderdim… Bilesiniz ki tüm Hererolar burayı terk edecektir. Alman sınırları içinde bulunacak silahlı ya da silahsız her Herero, vurularak öldürülecektir. Şu andan itibaren karınızı ya da çocuğunuzu da bu topraklarda istemiyoruz. Onları da ya süreceğim ya da vuracağım.”

Büyük kıyım böyle başladı. Önce 3-5 bin Herero savaşçısı kuşatılarak katledildi. Kurtulanlar ve kadınlarla çocukların çoğu, bütün su kuyuları zehirlenmiş olan Kalahari çölünde uzun bir yürüyüşe zorlandılar. Umutsuzca açılmaya çalışılmış su kuyularının dibinde binlerce kemik bulunacaktı sonradan.

Auschwitz’in ilk örneği
Kaçamayan çoğu kadın ve çocuk ise bir Alman geleneği olarak toplama kamplarına yerleştirildi. Almanlar her Hereroya bir numara verdiler ve ölen her Hereronun kaydını düzenli bir şekilde tuttular. Holokost’taki gibi, kamplara gönderilenlere önce dövme yapılıyor, kimliklerini belli edecek olan boyun bantları takmaya zorlanıyorlardı. Çalışmayı reddedenler vuruluyor ya da asılıyorlardı.

Ağır çalışma koşulları, hastalıklar ve kötü beslenme yüzünden Hereroların nüfuslarının yüzde 80’i yok oldu. Ki bu, 1908’e kadar 100 bin insanın ölümü demekti. Kampları ziyaret eden askerlerin ve misyoner grupların raporlarına göre, 1905 yılında bir günde 9 ile 12 civarında kişi ölüyordu. Bu arada, Alman askerlerinin tecavüzleri o kadar fazlaydı ki, Alman babalardan olan binlerce çocuk için özel toplama kampları bile kurulmuştu.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz