Bir köşesi kırılmamış içinde altın olmadığı içindir, giren olabildiyse kumdan başka bir şey bulamamıştır…
Dört köşesi sağlam…
Kumlar kapatmamış, ‘voyn’ diyenler günümüze kadar gelmiş…
İki tane bin yıl öncesine ait, İskenderiye’den bile eski bir fener dün yoktu, bugün var…
Kumlar saklamış, lahdin içinde ve dışında kalan kumlar saklamış…
Gizemi kumlar saklamış, dün bir tane olan fener yarın iki tane…
Daha hiç bir yerde senato yokken, fener yokken burada varmış…
Basamakları sayılamayacak kadar…
Basamakları sayılmayacak kadar büyük bir tiyatro…
…
Leylekler, inekler, koyunlar bilir mi dün orası neresiydi…
Onlar toprağı bilirler, onlara öğretileni bilirler ve unutmazlar..
İnsan dün öğretileni unutmuş bugün…
Savaşmış kendi kendiyle…
Ya unutmuş ya da unutturulmuş…
Toprağı ekmeyi unutmuş, saklamayı unutmuş…
Topraktan daha az değerli olan altın peşinde koşmuş…
…
Dün bırakıp gittiği bu toprak yanmış umurunda olmamış, kum saklamış gizemi…
Sonra fırça ile yol alanlara bir çuval kahverengi patlıcan gitmiş…
Sıralı taşları bir sıraya dizenler, bir lokma yesinler diye bir çuval toplanmış…
Bir kekik kokusu kaplamış ortalığı…
Kaplumbağa denizden gelmiş, karadan da gelmiş…
Kumlar yumurtaya yuva…
Afrika ağaçları fayda etmemiş kuma…
Afrika ağaçları gölge yapıyor güneş oldukça. Kum dört bir yanda, taş yok sahilde…
Kaç dalga yedi taşlar, kum olabilmek için…