Çerkes Rönesansına hazırız

0
491

Sanat ne için yapılır, bir toplum için yapılan sanatın sorumlulukları nelerdir onları konuşalım istiyorum.
Bizim durumuzdaki halklarda yapılan sanat kendi içinde ikiye ayrılır:
1- Toplumun hafızasını diri tutmak için yapılan
2- Sesini kitlelere duyurabilmek adına yapılan
Toplumun hafızasını diri tutmak için yapılan yerel edebiyatı zaten yapıyoruz. Hatalarımız var ve bu hatalarla yüzleşmekten hoşlanmıyoruz. Profesyonel destek almak bize göre değil şimdilik ama aşılmayacak bir sorun olarak görmüyorum bunu.
Bu yüzden sesini kitlelere duyurmak için yapılması gerekenden konuşalım. Şu an bizim için öncelikli olan o.
Kabul etsek de etmesek de geçmişten bugüne getirdiğimiz travmalarımız var, bunlara her geçen gün yenilerini ekliyoruz. Kabul görmek adına da kabul görmediğimizde verdiğimiz tepkiler de çok benzer. Başımızı gömdüğümüz kumdan çıkarmalı, dünyaya bakmalıyız. Dünya sanatta, bilimde, felsefede nerede? Biz neredeyiz?
Ünlü düşünürümüz diye başlayacağımız cümlelerimiz neden yok? Fikirlerini tartışacağımız, kıyaslayacağımız, kendimizi oradan besleyeceğimiz düşüncelerden bahsediyorum. Bütün bunların elbet sebepleri var ama bu sebepleri konuşmayı değil hızlı ve kesin biçimde sonuca gitmeyi hedefleyelim.
Benim uzmanlık alanım kitaplar. Bir kitabın yazım aşamasından, yayınevine, oradan mağazadaki durumuna, okuyucuya ulaşmasına kadar her aşamasını öğrendim, çünkü 18 yıldır yazıyorum, 15 yıldır da bu sektördeyim. Finalinde ise iyi bir kitap okuyucusuyum.
Konu başlıklarımıza aşama aşama bakacak olursak:
*Kitap nasıl çok satar?
*Kitap çok satarsa ne olur?
*Yerel edebiyat mı genel edebiyat mı yapmalıyız?
*İnsan neden yazar?

İnsan neden yazar?
Var olmak, sonsuz olmak için yazar! Ölmemek için yani, yok olmamak için… Derdini bütün dünyaya anlatmak için yazar. Elinden gelenin en iyisi bu olduğu için yazar.
Bizim bir derdimiz var, yok olmamak için direniyoruz, hala sabrımız var. Geleceğe bırakacak bir mirasımız var. Mecburuz. Anlatmaktan başka çaremiz yok! Unutmamak, unutulmamak için yazmak zorundayız.
Demek ki bizler bugün zeytin ağacı dikiyoruz, 70 yıl sonra torunlarımız, onların çocukları mahsulünü toplasın diye dikiyoruz bu zeytin ağaçlarını. Biz barışı, biz sonsuzluğu, biz ayağımızı kendi toprağımıza basarken kendi gökyüzümüze bakabileceğimiz günlerin hayalini dikiyoruz bugün! Hayal kurmayı unutmasınlar, kimliklerini her daim kalplerinin üzerindeki cepte taşısınlar diye yazıyoruz bugün bütün bildiklerimizi!
Peki, bu yazdıklarımız nasıl çok satar?
Azınlık olmanın bir takım avantajları var. Hızlı biçimde organize olabiliyoruz, bunun örneklerine bakalım şimdi:
Bundan 1 yıl önce Ruslan Guaşo’ya yapılan haksızlık karşısında sosyal medyada o kadar güzel organize olduk ki yarım saat içinde sosyal medyada yaptığımız eylem sonucunda Twitter’da “Trend Topic” olduk. Türkiye gündeminde 1 numaraya çıktık.
Yine geçen yıl çıkan bir albüm var, burada bulunan birçok kişide vardır eminim o albüm. De, yani Biz albümü. Şimdiye kadar gördüğüm en sevimli ve en etkin reklam kampanyasıyla bu albüm çok satanlarda Sezen Aksu’yu geçerek 1 numaraya çıktı. Nasıl oldu bu? Meydan okuyorum kampanyasıyla. Sosyal medya üzerinden albümü adetli alan bir diğerine meydan okudu. Albüm bir bir değil, beş beş, on on alındı. Sonuç şuydu: Türkiye’nin en popüler sanatçısının albüm satışını geçen bir başarı, bir hafta ya da iki hafta olması fark etmez!
TRT’nin prodüktörlerine başlangıçta verdikleri bir eğitim var. Son eğitim verilen grupların birinde çok yakın bir arkadaşım vardı. Hocaları prodüksiyon dehası budur diye Çerkesler belgeseli izletmiş öğrencilerine. Neden? Çünkü ana haber bültenini geçmiş belgeselin reytingi. Daha sonraki 3 tekrarında da reytingi düşmemiş, her seferinde ana haber bültenini geçmiş.
Üç farklı örnek…
Gücümüzü bilelim diye anlattım.
Bu gücü daha etkin nasıl kullanabiliriz?
Bizden olanın yanında kitlesel durarak görünür oluruz.
Ezel Akay’ın bugünlerde sahne aldığı bir tiyatro oyunu var, Hunililer. Salonu kapatalım. Biz geldik diyelim. Hem Ezel Akay’a yalnız olmadığını, bizim her daim onun yanında olduğumuzu gösterelim ve kendimi hatırlatalım hem de oyununa gelmek isteyecek diğer izleyiciler bir hafta bilet bulamasınlar. Kapalı gişe oynansın oyun. Aynı şekilde Sadi Celil Cengiz’in de bir oyunu var. Niye tiyatro etkinliği yapmıyoruz?
Hiçbir şey vermediğimiz sanatçılarımızdan daha sonra destek bekliyoruz.
Resim sergilerine gidelim, konserlere, sinemalara…
Bütün bunları edebiyata uyarlayacak olursak:
Yıllarca kitap mağazaları yönetmiş, şimdilerde yayınevinde editörlük yapan biri olarak tavsiyem yine organize olmak olacak. Domino etkisi anlatacağım şimdi size:
Bizim bir kitabı çok satanlara sokmamız çok kolay. Tek yapmamız gereken en yakın DR mağazasına gitmek ve kitapları oradan almak yani tıpkı DE albümünde yaptığımız gibi meydan okuma kampanyaları ile satışı tetiklemek. DR mağazası dememin sebebi kitap eklerinin çok satanlar listesini DR mağazaları verir. Kitap eklerinin dikkatini çekmiş olan kitabın kritiği yapılır, yazarıyla görüşülür.
Mağazaların çok satanlarını tek takip edenler kitap ekleri değildir. Prodüksiyon şirketleri de çok satan kitapları takip eder. Birkaç hafta çok satmış kitap artık popüler kitaptır ve filmi de izlenir anlamına gelir yapımcılar için.
Kitap ekleri ve yapımcılar dışında bir takipçi daha vardır çok satanları gözleyen. Yayınevleri! Büyük yayınevlerine gönderdiğiniz dosyanın başına Çerkes Hikâyeleri yazmanız yeter böyle bir durumda. Editörün ilk inceleyeceği dosya çok satacağına inandığı dosyadır. Hele bir de hem satacak hem de nitelikli edebiyat ile yazılmış bir dosyanız varsa kitabınızı büyük bir yayınevine teslim eder ne kargosuyla uğraşırsınız ne dağıtımı ne de başka zorluğuyla.
Yerel edebiyat başta da söylediğim gibi toplum hafızası için gereklidir ama genel edebiyat yapmak görünür olmaktır.
Bizim kitaplar konusunda yaptığımız en belirgin hata burada başlıyor. Mağazadan almak yerine yazarın derneklere gelmesini bekliyoruz. Yazar derneklere gelsin tabi ki, kitaplarını imzalasın, söyleşiler yapılsın ama kitabı mağazadan alın. Mağazalarda olmayan kitapların siparişini verin. Aynı gün, aynı hafta onlarca kişi tarafından aynı kitabın siparişini alan mağazalar o yayıneviyle görüşür ve kitabı tedarik eder. Yani yayınevimizi de bu büyük mağazalar zincirimize sokmuş oluruz böylelikle.
Sanatçının yanında olduğunuzda o destek topluma yansır. Yazmak, anlatmak isteyip de cesareti olmayana da güvence oluruz hep birlikte. Sanat birbirinden beslenmektir. Ne kadar beslenirse o kadar büyür.
İşte; domino etkisi budur.
Edebiyat öyle bir dildir ki en acımasız olanı bile dize getirir. Sağı, solu, köşeleri, öteleri, berileri birleştirir. Halkız biz; kimse kimseyle aynı yerde durmak, aynı şeyi düşünmek zorunda değil, öncelikle ve ivedilikle bunu kabul etmeliyiz. Kabul etmeli ve sonra tüm farklarımızı, öğrenilmiş çaresizliklerimizi bir tarafa bırakarak, kimseye eklemlenmeden sesimizi duyurmalıyız.
Ne var elimizde bir bakalım; hangi toprakta, hangi haklarımıza sahibiz. Yok olmaktan korkarak birbirimizi öğütmekten başka ne yapıyoruz? Çerkes kalmaya çalışan bir avuç insanız ve tek derdimiz tarih kitaplarına di’li geçmiş zamanla yazılmamak!
Çerkes kalabilmek; etnik-ulusal kimliğin, sorunlarının ve bu sorunların nasıl çözüleceğinin bilincinde olmayı; bunun için örgütlenmeyi, mücadele etmeyi ve fazlasıyla fedakârlık yapmayı gerektirir.
Bütün bunlardan sonra tarihi biraz hatırlayalım:
15 – 16. yüzyıl İtalya’sında başlayan ve kısa sürede Avrupa’ya yayılan Rönesans, o günlerden başlayıp bugünlere kadar birçok alanı etkileyen oldukça önemli gelişmelerden biridir şüphesiz. Orta Çağ’ın, insanları içine çeken karanlığına son veren, insanlara aydınca düşünmeyi öğreten ve bilime, sanata, felsefeye kapı açan Rönesans, aslında gelmiş geçmiş en nadide dönemlerden biriydi. Şimdilerde bile adından hala söz ettirmeyi başaran bu efsane dönemi tekrar hatırlamanın vaktidir. Çerkes Numune Mektebi ile yarım kalmış neyimiz varsa tamamlamak için yola koyulmanın vaktidir!
Kaybedecek neyimiz kaldı? Zaman! Bizim zamandan başka kaybedecek hiçbir şeyimiz yok.
Şimdi o günlerden bahsetmek istiyoruz diye bize kızacak olan varsa önce bir vicdanını sorgulasın! Şimdi Çerkes kalmak için örgütlenmeliyiz dediğimizde bizi hain ilan edecek olan varsa önce kendini sorgulasın!
Bizden çalınmış ateşimizi geri almaya geldik. Asalet ve nezaketle icazet almaya vaktimiz kalmadığı, kap kacak edebiyatı yapamadığımız için üzgünüz. O yarım kalmış ateşi hiç sönmemek üzere yakmaya ve korumaya geldik. Bizler belki Fransız İhtilalini yapamayız ama bizden öncekilerin başlattığı o Çerkes Rönesansı için hazırız. Daha geç olmadan, şimdi yani…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz