Değerli dostlarım, “Konuşmak, yazmak ve yapmak” eli kalem tutan, birazda okuması, yazması olan her birey, bu kavramları, içeriğine uygun olarak icra edilebilir. Nedenini, sorma hakkımız yoktur. Zira sorunun yanıtı sorana aittir. Çünkü karşıtı “Neden soruyorsun?” olur. Ve bir sonucu olamaz. İnsan olarak, benim neden yazdığımı, konuştuğumu ve yaptığımı soracak olursanız, “kişiliğimin ispatı. Belki de egom” dersem, “doğrudur” diyenler olabilir. Ama inanınız, gerçek amacım “PAYLAŞMAKTIR”. Neyi derseniz, doğru olarak “bildiğimi sandığım” veya alıntıladığım bilgileri paylaşmak. Zira teorik veya pratik olarak, biriktirdiğim bilgilerin yükünden kurtulmak istiyorum. Gerçekten, “BİLGİ” yüktür (“bilgiçlik mi taslıyorsun” demeyin). “HAKÇA PAYLAŞIM” ise, elbette ki sadece bilgide ve manada kalmamalıdır. Madde’de de olmalıdır. Doğrusu, bu madde konusunda diğerleri kadar cömert olamıyorum. Burada, ikiyüzlülüğümü saklıyorum! Çünkü “EGOM” ve “DEFOM” galip geliyor. Yenik düşüyorum. Dünya malına tamah ediyorum. Ne yaparsam yapayım bundan kurtulamıyorum. Galiba İMANIM eksik…
Sevgili dostlarım, bunlarla boğuşurken, aklıma “İNSAN-İNSAN DİLİ- DİNİ” ve “İNSAN”ın tarihi meselesi “şak” diye karşıma geliyor. Başlıyorum insanın tarihini araştırmaya ve okumaya. Tarih öncesi, tarih sonrası, mitoloji, antropoloji, arkeoloji, filoloji ve dinsel inançlar. Kitap, kitap ve yine kitap! Sonra, yaşamış ve halen yaşayan ünlülerin ünlü sözlerine takılıyorum. Bunların adlarını yazamıyorum, çünkü “tarafgirlik” imajı yaratabilir korkusu yakamı bırakmıyor. Sevgili dostlarım, “İNSAN” dediğiniz anda “O da kimdir?” diyecek halimiz yoktur. Ama onun tarihini merak ediyorsanız, onunla ilgili her şeyi araştırmak ve bilmek istersiniz. İşte bu nedenle kendisine ait olan tarihi (yalın), dili ve dinsel inancı gündeme gelir. Onun için en kestirmeden “YAZILI” belgelere başvurursunuz. Ben de bunu yapıyorum. Ulaştığım, ulaşabildiğim tüm yazılı belgeleri aklım, zamanım, yeteneğim, yetki ve yetkisizliğime bakmadan habire okuyorum. Bunları yaparken sadece “DOĞRULUK” mihengi sayılabilecek soruları “var” olabilen aklımın süzgecinden geçiriyorum. Neden, niçin, nasıl ve ne zaman soruları. Sonra “ben bu denklemin neresindeyim?” diyorum. Kendimle yüzleşiyorum. Ne yazık ki övünülecek veya beni farklı kılacak bir özellik bulamıyorum. Eee, o halde yazılarım, kime? İnanın, eleştirilmek kusur, hata ve cehaletimi, yüzüme çarpmanız için. Ve bunu yapacak kimseler için yazıyorum. Sağ olsunlar, arada çıkanlar oluyor. Ama eleştirmek, “yetiştirmek” yerine, neye alındığını bilemediğim, soyut bir gerekçe ile saldıranlar var. Ömrümce, cehaletini taşıdığım ve taşımaya devam edeceğim “dinsel inancıma” şiddet içerikli bazı saldırılar olmaktadır. Bu da pek öğretici olamıyor. Zaten, Ego ve Defo’dan söz edişim bundandır. Söylemesi ayıp olmayacaksa, Türkçe yazılı ve hem de ismen en ünlü şahsiyetlerin veya kurumların Tevrat, İncil ve Kuran ile ilgili Türkçe yazılı bu kutsal metinlerde, “dilsel bilgi ve çeviri hatası yoksa” pek çok bölüm ve parçalarda aklım karışıyor. Acaba, bu kutsal kitaplar, cahiller (ümmiler) için değil de çok yüksek tahsilliler için midir? Örneğin, “İnsanı” ve insan dışı “canlıları” bazen yücelten sonra da alçaltan kavramlar, soru işareti yaratıyor bende. Ayıp mı, günah mı ve kime ne? Sen paylaşmak, görmek, duymak ve yaşamak istemediğin şeyleri es geç. Tıpkı inancına ters olanları es geçtiğin gibi. Örneğin, görsel yayınlarda sevmediğin veya hoşlanmadığın bir görüntüyü es geçtiğin gibi.
Sevgili dostlarım, adamın soyadı, Kuzu, Aslan, Kaplan, Tosun, Toklu, Köleoğlu vs. (Soyadı Kanunu: 1934) Adı da Satılmış! Şimdi, adama “Haydi oradan, satılmış, köle ruhlu” vs. derseniz, hakaret sayar. “Aslan” ve “Kaplan” adam derseniz gururlanır. Ama “İnsan dışı canlı” derseniz, yine bela! Peki ne yapacağız arkadaş, yanıt; en iyisi, “Ben yaratılanı, yaratandan dolayı severim” deyip veryansın edeceksin. Duyanlar da “yahu bu insan ne kadar inançlı, helal olsun” diyecek. Bu bağlamda, aydınların veya bilenlerin cahil ve bilmeyenleri söverek, aşağılayarak veya hakaret ederek bilgilendirmek mi dindarlık oluyor?
Sevgili dostlarım, insan “dili” ve “gönlü” ile Tanrıyı terennüm eder. Aynı yerden “küfür” ve “sövme” sözleri nasıl çıkabiliyor? Tanrı, beni sureten insan görünen, inanç maskeli, şeytanın, iblisin, iftirası ve şerrinden uzak tutsun! Bu arada sayısal olarak çok olmak iyi de, belgesellerde insan dışı canlılar arası mücadele ister istemez bilinen adıyla güçlü kabul edilen bir canlının diğer sürü halindeki canlıları önüne katıp kovaladığını görünce, “Allah, Allah! Bu nasıl iştir?” demeden geçilemiyor.
NOTLAR:
1-“İNANÇ” ve “DİN” sözcükleri Adige dilinde yoktur. Hemen “Adigeler dinsiz miydi?” demeyin sakın. Bununla ilgili Adige dilinde mevcut inanç (dinsel) içerikli kavramlar Adigelerin bilinebilen tarihinden bu yana taşıdıkları söylem ve eylemler, inançlı (dinsel) olduklarını göstermektedir. “GÜNAH” ve “SEVAP” kavramlarının karşılığı ise, “ПсэкIуэд” ve “Псапэ”dır. “İNANÇ” için, “ФIэщ” olabilir mi? (Тхьа- Тхьамадэ- Хабзэ) saklı olmak üzere.
2- Daha önceleri Adigece karşılığını yazdığım, bazı sözcükleri tekrarlamak zorundayım. – Ahiret = Хьадрыхэ – Ceset-Ölü = Хьадэ (CENNET ve CEHENNEM) kavramları da Adigecede yoktur. – Ölü yemeği = ХьадэIус – İtimat = Дзыхь – Güven = Щыгугъ (H) – Sağlık = Узыншагъэ – Ömür = ГъащIэ – Yeterlilik(Dr.) = Iэзэ – Uslu, Uysal = Iэсэ
3- Adigece bilen, dost ve kardeşlerimden, dilimizde mevcut olup da herhangi bir nedenle unutulan veya küllenen sözcükleri kullanmalarını istirham ediyorum. Ancak genel anlamda evrensel kimlik kazanmış (teknoloji, tıp, ekonomi vs.) sözcükler hariç.
4-Değerli dostlarım; kızmadan, küsmeden ve öfkelenmeden yazışalım. Bu arada, Kitab-ı Mukaddes’ ten;
– TEVRAT (Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye)
– İNCİL (Matta, Markos, Luka, Yuhanna)
Başlıklı bölümlerini, okuyabilirseniz (bilgi için) iyi olur, kanaatindeyim. Kur-an‘ın, 114 suresi ve ayetlerinin Türkçe isim karşılıkları başta olmak üzere. Meal ve tefsirlerini zaten biliyoruz.
5- Bütün uygar dünya toplumları yalan söylemeyi, hırsızlık yapmayı ve öldürmeyi reddeder. Gerek dinsel ve gerekse sosyal olarak bu aşamada yaşayan ve yaşamayı içselleştirmiş toplum ve insanlar ancak kardeştirler. Bu tabloya ama, ancak ve lakin kavramlarını eklerseniz, her kötülüğe kapı aralarsınız. Çünkü “İNSAN” mutlaka kendi lehine bir haklılık gerekçesi üretir.