Soframızdaki tehlike…

0
931

Dünya Gıda Örgütü’nün (FAO) verilerine göre, dünyada 1,5 ila 2,5 milyar insan açlık çekiyor. Devlet İstatistik Enstitüsü Hane Halkı Bütçe Anketi’ne göre, 13 milyon 925 bin kişi, uluslararası standartlara göre, “açlık sınırı”nda. Ankete göre, nüfusun yüzde 40’ını oluşturan yaklaşık 20 milyon kişi günde 2 doların altında kalarak, uluslararası standartlara göre, “yoksul” sınıfına girdi.

Yoksulluğun, açlığın ne olduğunu biliyoruz, bizzat kendimiz yaşamıyorsak bile, yakınımızda yöremizde görüyoruz, tanıyoruz, biliyoruz. Çoğu zaman, belki kendimizi çaresiz hissettiğimiz için görmezlikten, bilmezlikten geliyoruz ama vicdanımızda, bilincimizde bir şeyleri kanatıp duruyor; kendini yakan yurttaşlarımızın “geçinemiyorum” çığlıkları. İşsizlik, enflasyon, ücretlerdeki düşüş, yanlış tarım politikaları vb. milyonlarca insanın en temel “insani gereksinimler”ini karşılayamaz duruma düşürmüş durumda.

Bu haldeki milyonlarca insan için “ne yediği” değil, bir şekilde kursağından yemek geçiyor ve karnının az da olsa doyuyor olması önemli hale geliyor. Düzenli bir işe, gelire sahip diğer çalışan kesim için de aslında aynı şey geçerli. Çünkü onların da “ne yediği”ni belirleme şansı yok. Çünkü herkes A101, BİM, Migros gibi yerli ya da çokuluslu marketlerin ya da “halk pazarları”nın “en ucuz” ürünlerini tüketmek zorunda.

Ucuz ya da pahalı ama keşke yine de aldığımız besinler besleyici, tadı kıvamında olsaydı. Ama maalesef öyle değil. Aslında hepimizin bildiği gibi, meyveler de sebzeler de eski besleyiciliklerini kaybettiler, eski tatları yok hiçbirinde.

Hepimiz için büyük şans olan Bülent Şık, yıllardır “mutfaktaki kimyacı”mız olarak, soframızdaki gıdaların içinin boşaltıldığını, zehirle doldurulduğunu yazıp duruyor. Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu, Ziraat Mühendisleri Odası ve başkaca birkaç sivil toplum örgütü de tarım politikalarının çiftçiyi nasıl zor durumda bıraktığını, endüstriyel yöntemlerle hem toprağın, suyun, havanın hem de bunların bileşimi olan sebze ve meyvelerin nasıl zehirlendiğini anlatıp duruyorlar, bizleri de beslenmenin politik bir olay olduğunu görmemiz için uyarıyorlar.

1979-80’li yıllardan beri, Latin Amerika’dan Türkiye’ye ve Uzak Asya’ya kadar kapitalist sisteme dahil azgelişmiş ülkelerde yürürlüğe sokulan “neoliberal politikalar”ın gereği olarak bu ülkelerde tarıma verilen destekler kesildi, bu alandaki bütün düzenleyici kurumlar tasfiye edildi, özelleştirildi, tarımın şirketlerin eline geçmesi sağlandı. Köylerdeki nüfusun büyük kısmı kente göçertildi.

Şirketler birbirleriyle rekabet edebilmek, kârlarını koruyabilmek için, yılın her mevsiminde aynı ürünleri, az masrafla daha çok üretmenin yollarını geliştirdiler: Mevsimli mevsimsiz atılan her tohumu beslemesi için toprağı yapay gübrelerle; yapay gübrelerle boy atan filizleri yeryüzündeki ekosistemlerden etkilenmemesi için sürekli ilaçlarla; ilaçlarla boy veren bitkilerin/ağaçların meyvelerini yollarda, depolarda, raflarda dayanıklı olsun diye başkaca kimyasallarla sürekli olarak zehirlemek! Başkaca da hibrit ya da GDO’lu tohumlar kullanmak vb.

Toplumun ihtiyaçları ve doğanın sınırları/kuralları temel alınmadan, kendi mevsiminde üretilmeyen, kendi yerelinde üretilip tüketilmeyen gıda sisteminin ayakta kalması için işte böylesine “teknolojik devrim” yapmaları kaçınılmaz.

Geçtiğimiz ay, yine Bülent Şık tarafından yapılan pestisit araştırmasının raporu çok çarpıcı bu açıdan. Greenpeace tarafından yayınlanan rapor ülkemiz mutfak kültüründe çok sık tüketilen domates, yeşilbiber ve hıyar (salatalık) ürünlerinde pestisit kalıntıları araştırılmış. Türkiye’de faaliyet gösteren beş büyük market ve bir semt pazarından alınan toplam 90 gıda ürününden 14’ünün (%15,6) yasal mevzuata aykırı pestisit kalıntısı içerdiği tespit edilmiş. Bunların % 52’sinin insanların hormonal sistemi üzerinde etkileri olan bir ya da birden fazla sayıda pestisit kalıntısı içerdiği ortaya çıkmış. Analiz edilen 90 gıda örneğinin %49’unda (44 örnek) sucul canlılar, arılar, algler ve faydalı böcekler açısından çok zararlı olan pestisitlerin kalıntısı tespit edilmiş. Araştırma, mevsiminde ve yerelinde üretilmeyen ürünlerde daha fazla pestisit kullanıldığını ortaya koyuyor. Rapor dünyada da Türkiye’de de pestisit kullanımının her geçen gün arttığını ortaya koyuyor. (Raporun tamamını şuradan okuyabilirsiniz: https://www.greenpeace.org/turkey/raporlar/soframizdaki-tehlike-pestisit/)

Hepimiz dönem dönem Türkiye’den giden domates, narenciye vb. ürünlerin, kimyasal kalıntı içerdikleri için Rusya’nın ya da başka bir ülkenin geri çevirdiği haberini okuyoruz, duyuyoruz. Yine hepimiz geri çevrilen bu gıdaların yurtiçinde hiçbir denetime tabi tutulmadan pazarlandığını da biliyoruz. Ama “yoksulluğun gözü kör olsun” diyerek, yine de marketten pazardan aldığımız gıdaları kontrol etmiyoruz. Çalışıp didinip aldığımız maaşımızla gidip zehirli gıdaları satın alıyoruz.

Elbette bunların bir çaresi var…

Sayı: 2020 03
Yayınlanma Tarihi: 2020-03-01 00:00:00