Adigelerin (Çerkes) şehirle imtihanı

1
1046

Geçmişte gazetemizde yayımlanan çeşitli yazlarımda medeniyet (civilization) konusunu işlemiştim. Zaman zaman da farklı yazılarımda da konuya değinmişliğim olmuştur. 9 Nisan 2020 akşamı Şimali Gençlik ile YouTube adresi üzerinden yaptığımız sohbette Xabze – Medeniyet İlişkisi üzerinde durduk ve medeniyet sorusunu cevaplamaya çalışmıştık. Arzu edenler yazı sonundaki linkten tekrar dinleyebilirler. Temel görüşümüz Xabze’nin, tarihin bugünkü anlamda Medeniyet anlamına gelen en eski kelime olduğudur. Ancak göz ardı edilmemesi gereken eğer medeniyet kelimesi şehir nimetlerinin tamamını içinde barından yaşam merkezi olduğudur. O zaman Adigelerin (Çerkesler) geçmişte şehir kurmaları gerekmez mi? Elbette ki gerekir. Ne var ki son en azından son dört yüz yıldır kan kaybeden bu toplum, var olma savaşından bir türlü kendisini kurtaramamıştır. Günümüz toplumları ülkelerini, tüm yıkımlara rağmen inşa ederlerken, Çerkes milleti, jenoside uğratılarak, sahip olduğu kadim topraklarından çok uzaklara düşmüştür. Bu durum; sahip olduğu insan kaynakları, yer altı ve yer üstü tüm kaynaklar, mümbit topraklar, ırmaklar, denizler, zengin kültürel hazineler ne varsa tamamının yitmesine ve talan olmasına neden olmuştur.

Günümüz itibariyle geriye dönüp değerlendirme yaptığımız zaman, tamamen tarihi bilgilerimizden yoksun kaldığımıza şahit oluyoruz. Bu bilgisizlik sonucu düştüğümüz vizyon zafiyetinden kaynaklı ciddi bilgi hatalarının yapıldığına şahit oluyoruz: Adigeler milletleşemediler; Adigeler devletleşemediler, Adigeler şehirleşemediler; Adigeler köylü toplumuydu… Bu hastalıklı deforme bilgisizliğin aslı astarı olmadığı gibi özel olarak üretilmiş olma ihtimali de oldukça yüksek.

Biz biliyoruz ki bahse konu toplum tarihin hemen her katmanında, her çağında geçmiş tüm zamanlarda, kendisinden kat be kat daha büyük olan çeşitli toplumların ardı arkası kesilmeyen vahşi akınlarının hedefi oldu. Geriden başa doğru gidersek mesela Rusların Kafkasya’da yüz yılı aşkın tahribatı, katliam ve sürgünü; mesela Timur’un işgali, mesela Cengiz Han’ın Kırımı ve batı Çerkesya’da işgalleri, mesela Tatarların ve Moğolların tahribatları, mesela Arapların doğu Kafkasya seferleri, mesela Avarların istilaları, mesela Hun Atilla’sının işgal, katliam ve yağmaları. Ve en başlarda İskitlerin saldırıları. Bütün bu saldırıların tek amacı ülkeyi yağmalamaktı. Peki, bu toprakların sahipleri hep fakir, hep köylü, hep devletsiz iseler, bunca saldırı kime karşı yapılmıştır, neyi yağmalamışlardır? Bu insanlar basit feodal topluluklar ise bunca ardı arkası kesilmeyen saldırılara nasıl karşı koyabilmişler ve günümüze kadar gelebilmişlerdir? Yukarıda sıraladığımız ithamları yapanların, bu ve benzeri onlarca soruya verebilecekleri bazı cevapları olmalıdır.

Tüm bu vahşi akınlara karşı durabilen, her seferinde bunları bertaraf edebilen ve her defasında ayakta kalmasını bilen bu milleti, herhalde köydeki çoban mantığıyla değerlendiremeyiz. Hani çoban mantığı ifadesini kullanırken küçümseyerek kullanmıyorum, peygamberler de çobandı ve ben de çiftçi bir ailenin çocuğuyum. Demek istediğim şudur: Çoban dediğimiz ya da çiftçi dediğimiz insanlar daha dar alanlarda yaşayan ve yönetim erkinin kararlarına bir katkısı olmayan ve askeri güçten mahrum sivil insanlardır. Savaş eğitimi almamış insanlar. Sosyolojik anlamıyla kullanıyorum kelimeyi.

Kafkasya’dan inerek Anadolu’nun ilk yerleşkelerini kuran Luw toplumlarını bir tarafa koysak bile MÖ 700’lerden itibaren Hazar Denizi’nden Karadeniz’in kuzeybatısını tamamen sarmalayan Kafkasya topraklarına, 3000 yıldır çeşitli adlarla hükmeden Adigelerin oldukça zengin şehirler kurduklarını biliyoruz. Bu bilgimizi doğrulayan eski şehir merkezlerinin olduğunu, Lidyalılardan en az 150 yıl öncesinden altından para bastırdıklarını biliyoruz. Dahası Adige dilinde ‘dışe / дышъэ’ kelimesi hem altın hem de para birimi için kullanılır. Örneğin günümüzde bile alışveriş yaparken TL kullanırız ama Adige dilimizi kullanırken, ‘fiyatı … dışe’ anlamında, (dışitf yestığ: beş dışe verdim) şeklinde ifade ederiz. Merak edenler, Adigey Maykop Arkeoloji Müzesi’nde bu altın paralarla bir adet elektron parayı görebilirler. Tarih boyu para bastırmak bir ulusun hem özgürlüğü hem de devlet oluşunun bir göstergesi olarak kabul edilmektedir.

Vulape’de 1982 yılında bulunan altın kanatlı uçan at

Konu dilden açılmışken Adige dilinde ‘şehir’ anlamına gelen ‘khale / къалэ’ kelimesini irdeleyelim: Kelimenin kökü LE kelimesidir ve eylemdir. LE kelimesiNİ makyaj yapmak, şekil almak, görünür kılma, çizgi çizme, benzeri anlamlarda kullanmaktayız. Savunma amaçlı yapılan kale kelimesi de aynı kökten gelmektedir. İlk kez kalabalık merkezler gece baskınlarına karşı koruma amaçlı olarak duvarlarla çevrilmiştir. Zamanla kale içine sığmayan insanlar dış kaleler inşa etmişler ve daha sonraları tamamen savunma amaçlı kaleler yapılmıştır. Ancak kalabalık yerleşim birimlerinin adı için şehir anlamına gelen ‘khale / къалэ’ ifadesi kullanılmaya devam etmiştir. Adige dilinden diğer Kafkas dillere geçmiş olan bu kelime günümüzde de şehir anlamında kullanılmaktadır. Kelimenin başındaki KHE öneki ise fiillerin başına gelerek kullanılır ve eylemi özne merkezli haline getirir. Günümüzde bile khale kelimesi isimleşmiş haliyle kullanılmaktadır. Adigeler çift kapılı büyük avlu kapıları için ‘khelapçe / kale kapısı’ demektedirler. Demek ki Adigeler kendi dönemlerinde khaleler / şehirler kurmuşlardır. Kaldı ki ‘khale: şehir’ kelimesini içeren yerleşim birimlerinin varlığını biliyoruz. Bazı örnekler verelim:

 

Aboreke şehri:

Strabon, Batı Karadeniz kıyısında ‘Aborake’ Sind şehrinden bahseder. Ticaret, sanat ve turizm bölgesi. Bu kelimenin Aborak’e (Аборак1э) olma ihtimali yüksek. Adige dilindeki seslerin çokluğu ve ses ailelerinin yani telaffuzu birbirine yakın seslerin çokluğu, kelimelerin başka dillerdeki alfabelerle yazılırken bozulmalarına neden olabilmektedir. Bore / Борэ kelimesi mitolojik isimdir, Borej başlığıyla Jıneps gazetesindeki Sözcüklerin Dili adlı köşemde Aralık 2019 tarihinde yayımlanmıştır. Kelimenin sonundaki ‘ke / к1э’ kelimesi ise yeni anlamındadır. Başındaki A sesi ise artikeldir. Bu durumda ‘Aboreke’ şehrinin adının Yeni Bora anlamında olma ihtimali yüksektir.

 

Semibrantnı

Bu kentin kesin olmamakla beraber Aboreke şehri olduğu görüşü vardır. MÖ 5.yy da bir liman kenti olarak karşımıza çıkar. Taman bölgesi şehirlerden. Şehir birkaç kez yıkılmıştır. Şehir kalıntıları 1875-1878 yıllarında yapılan Ruslar tarafından yapılan kazılarda kale duvarları ve mezar kalıntılarını bulmuşlardır.

 

Hermonassa

Sinda liman kenti yanında, aynı insanlara ait olan adında yerleşim yerleri de vardı.

 

Gorgippia

Sind yerleşim birimlerindendir. Çeşitli ticari vergiler karşılığında Greeklere koloni izni verilerek MÖ 5.- 4.yy’larda kurulduğu sanılmaktadır.

 

Aborace

Anapa sahil boyu koloni kentlerinden olduğu tahmin edilmektedir. 

Wulyape (Уляпэ): Arkeolojik kazılara bakıldığında eski bir yerleşim birimi olduğu anlaşılmaktadır. 1982 yılında yapılan kazılarda ön kısmı, efsanevi kanatlı atın protomu ile biter. Daha önceleri de 1908 yılında kazılar yapılmış ve çeşitli tarihi eserler bulunmuştu. Altından süs eserlere çokça rastlanmaktadır. Antik çağlarda şehir merkezi olduğu tahmin edilmektedir.

 

Askhalay (Аскъалай)

Adigey Cumhuriyeti sınırları içerisinde.

MÖ 1000 Askhalay köyünde bulunan ve MÖ 1000 yılında yapıldığı tahmin edilen telli alp çalgı aleti ile ağaçtan yapılma uzaklık ölçüm aleti, bölgenin kültür ve sanat yönünden zengin olduğunu göstermektedir. Antik çağlarda şehir statüsünde olma ihtimali yüksek bir bölge.

 

Hafıtse (Хьафыц1э)

Gelincik şehrinin eski adı tarihi başlangıç tarihi kesin olarak bilinmemektedir.

http://cakhasa.com/news/tr.html

 

Anapa (Быгъур къалэ)

Sinlerden ve Meotlardan beri yerleşim yeri. İhracat yapılan ticari bir liman.

 

Şencır

  1. yy’ın başlarında kurulan ve Büyük Yinal’e döneminde başkentlik yapan şehir.

 

Şaç’e (Soçi):

Çerkesyanın son başkenti. Bugünkü tüm Rusya’nın en güzel coğrafi bölgelerinden.

 

Şetkhale/Щэткъалэ (Stavropol)

Rusların gelip 1613 yılında askeri kale kurdukları süreçten çok daha antik çağlara uzanan şehir merkezi olduğu tahmin edilmektedir.

Bugünkü Krasnodar Kray’ın neredeyse her tarafı, Maykop, Soçi, Tuapse, Taman, Tsemez (Novorossiysk) şehirlerine yakın birçok yerde emsalsiz eserler çıkmaktadır.

Khelej gibi eski yerleşim birimlerin her biri kendi dönemlerinin şehirleri durumundaydılar.

Max Planck İnsan Tarihi Bilimi Enstitüsü ve Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün Avrasya Departmanı tarafından yürütülen çalışmada “Kuzey Kafkasya’nın dağlık bölgelerinden ve bozkırlarından gelen 6.500 ila 3.500 yıllık 45 bireye ait iskelet kalıntılarının incelendi” bilgilerini okuyoruz. http://www.cerkesya.org/kafkasya/tarih/kafkasya-tarihi/1690-kafkasya-genlerin-ve-kulturlerin-karmasik-iliskisi

Kaldı ki Sarmatlardan tutun da onca yıkıcı akınlara direnebilmeleri sanırım tüm zamanlarda kendi çağdaşlarının gerisinde değil tam tersine onlardan kat be kat üstün niteliklere sahip olduklarını gösterir. Dahası İbn-i Haldun’un görüşüne göre de yağmacı toplumlar her defasında, ekonomik, kültürel vb her yönden kendilerinden üstün olan toplumlara saldırırlar. Adigelerin kadim topraklarının mütemadiyen saldırıya uğramalarının nedeni de bu olsa gerekir.

İnsanoğlunun Mezopotamya’nın ve Dicle nehirleri arasında MÖ 3900’lü yıllarda, Mısır’ın Nil vadinde MÖ 2400’lerde, Doğu Akdeniz’de MÖ 1600’lü yıllarda, Meksika’da MÖ 200’lü yıllarda, daha sonra Ege’de Atina vb şehir devletleri kurduğunu biliyoruz.

Çerkesler Sanayi devrimi yaklaştığı zaman 100 yıldan daha fazla süren var olma- yok olma süreciyle karşı karşıya kaldılar. Bu süreçte sanayileşen toplumda şehirleşme anlam değiştiriyor. Şehir dediğimiz kültür nitelik değiştiriyor. Mesela Almanların Berlin şehri üzerinden biraz çalıştım. Berlin ve Köln şehirleri MS 150 yılları gibi kuruluyor. İki şehir, 307 yılında birleşiyor. Berlin 1442 yılında başkent oluyor. 1486’da ticari merkez haline geliyor. Şehir nüfusu 1670’de 12.000 iken, kısa sürede Avrupa’nın en büyük şehirlerinden biri haline geliyor. Fransa’dan kovulan Protestanlar Berlin’e yerleştiriliyor. Şehir hem ticari merkez halini alıyor hem de kültürel yönden ciddi bir ivme kazanıyor. 1786 yılına geldiğiniz zaman, Berlin nüfusu 147 bine çıkıyor. Berlin 1800’lerde sanayi ve ticaret merkezi bir şehir haline geliyor. Avrupa şehri olarak 1786 yılında Berlin bu durumda iken, Fransız Devrimi’ne 1789’da şahit oluyoruz. Çerkeslerde ise Fransızlardan önce 1760 ve 1767 yıllarında Pşılara karşı yapılan her iki ayaklanmada başarısızlıkla sonuçlandı. Bütün bu hadiseler Fransız Devrimi’nden önceki olaylar. Arkasından 1990 yılında yine Pşılara karşı başlatılan ayaklanma bu defa başarıyla sonuçlandı. Olaylara dikkat ederseniz gelişmeler sanayileşmiş Avrupa’yla atbaşı yürüyor. Ancak yönetim tecrübesinden uzak kalan toplumun Rusya gibi bir ülke karşısında, en azından zamanlama açısından, faydalı olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur.

Şimdi lütfen şuraya dikkat edin: 1786’da 147 bine ulaşan bir Berlin, 1840 yılına geldiğiniz zaman nüfusu 329 bine ulaşıyor. Londra ve Paris’ten sonra Avrupa’nın 4. büyük kenti oluyor. I. Dünya Savaşı yıllarına geldiğiniz zaman şehrin nüfusu 2.700.000, 1927’de 4.3 milyon. Bu defa New York, Londra’dan sonra dünyanın üçüncü kenti haline geliyor.

Bu süreçte yani 19.yy’ın ilk yarısında (1800 – 1850) Adigey (Çerkesya) ölüm kalım savaşı verirken Avrupa neredeyse sanayileşme sürecini tamamlamış durumdaydı. Oysa Çerkesler başından beri şehir ve medeniyet kültürüyle oldukça iç içelerken sanayileşme fırsatını bulamadan önleri kesilmiş oldu. Oysa aynı yıllarda Berlin örneklemesinde olduğu gibi sanayi ve ticaret merkezi olmaya son derece müsait olan Adigey (Çerkesya) hem göç alacak hem de ticaret zengini bir bölge haline gelecekti. Bugün geriye dönüp baktığımızda bölge zenginlik açısından Rusların dışında onca saldırılarla Adigelerin gücünün zayıflamasına neden olan ne Tatarlar ne Moğollar ne de diğer toplumlara hiçbir hayır getirmemiştir. Sonraki zamanlarda da Çerkeslerin lehine bir sonuç görünmemektedir. Çünkü Çerkesler yetkin, aydın, barışçıl, cesur ve eşitlikçi bir toplum olmalarına rağmen, ne yazık ki dünyanın dört bir yanına dağıtılmış, kendileri hakkında tam karar verme yetkilerinden mahrum ve talan edilmiş, diaspora toplumu duruma düşmüştür.

Adigelerin antik çağlarda bile yılkı atlarını yakalayarak evcilleştirdikleri ve cins atlar ürettiklerini biliyoruz. Alp, Beçxhan, Şağdi, Brul, Txhoji, Pc’eğuale, Pc’eğoplh… 20 küsur at çeşidi yetiştirdiklerini ve yılda ortalama 20 bin civarında at ihraç ettiklerini de biliyoruz. Bunların dışında canlı hayvan, deri ürünleri, altın ve gümüş işlemeli süs eşyaları, tekstil, demir ürünü (kılıç, balta, çekiç vs.) el aletleri vs ihraç edildiğini biliyoruz.

Nart Destanları kendine özgü eşsiz güzelliklere sahip. Sözlü edebiyatın hem nazım hem nesir örneklerini bir parçada görmek mümkün. Hadağal’e Asker tarafından derlenen bu güzide eserin Maykop’ta 2. baskısı on iki cilt halinde yapılmıştır.

Günümüz Çerkeslerin bir kısmı, SSCB döneminde Çerkeslere bir lütuf bahşedilmiş gibi hareket etmektedirler. Oysa ki Çerkeslerin toprakları Ruslar ve Kazaklar başta olmak üzere neredeyse tüm Kafkasya’da yaşayan toplumlar arasında paylaştırılmış durumdadır. Ayrıca Çerkeslere hakları olmayan hiçbir şey verilmediğinin bilinmesi gerekir. Asıl üzücü olan, size ait olan bir şeyin başkalarınca verilecek durumda olmasıdır.

Bütün bu çalışmalar bize, Adigelerin tarih öncelerine kadar uzan köklü geçmişlere sahip olduğunu ve tarihi medeni şehirler kurduklarını, müzik, el sanatları, süs eşyaları, binicilik ve hayvancılık konularında çok ileri gittiklerini, savaş ve savunma sanatını çok iyi bildiklerini, dünyaya açık, dış ticaret yapabilen bir toplum olduklarını, güçlü sözlü edebiyat geleneğine sahip olduklarını göstermektedir.

https://www.youtube.com/watch?v=OVzZ-ATcdPE&t=4318s

 

1 Yorum

  1. Not:Çerkesler’in bir kısmi da Osmanlı topraklarının kendilerine bir lütuf olarak açıldığını ve bu topraklarda (halifenin de toprakları olması nedeniyle ,müslüman topraklarda olmanın ve yaşamanın sürgün anlamına gelmediğini,sadece göç yoluyla yer degiştirdiklerini,bunun bir nevi özgürleşmek olduğunu yıllarca yaymaya çalışmışlar)özgürlüklerini kazanarak,Rus ve sonrasında Sovyet esaretinden kurtulduklarını söyleye devam edegelmişlerdir.Ne kadar safça bir durum ve acı bir tablo değil mi?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz