Korona virüsü, hükümetlerin olası felaket senaryolar içinde hazırlık yaparak raporlar oluşturmuş olmalarına rağmen, tüm insanlığı beklenmedik bir durumla karşı karşıya bıraktı. Özellikle de, dünyanın geri kalanı ile karşılaştırıldığında, ekonomik, toplumsal gelişmişlik vb. kriterleri açısından ilk sıralarda olan ABD, İtalya gibi Batı ülkelerinde virüs büyük bir can kaybına neden oldu, oluyor. Can kaybı dışında, karantina nedenleriyle, seyahat yasakları, toplu taşıma, cafe-bar-restoran gibi işletmeler de olumsuz etkilendiler. İşsizlik dönemsel olarak yükseldi.
Dünya korona salgınının etkisinden henüz kurtulamamışken yeni bir felaket haberi geldi. Kıtlık. Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı (WFP) Direktörü David Beasley, dünyanın şu an sadece yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınıyla değil aynı zamanda “açlık salgınıyla” da karşı karşıya olduğu uyarısında bulunarak, en kötü senaryoya göre yaklaşık 36 ülkede kıtlık görülebileceğini söyledi.
BM ajansları ve sivil toplum kuruluşlardan oluşan Gıda Krizlerine Karşı Küresel Ağ’ın 2020 Küresel Gıda Krizi Raporu’na değinen Beasley, “821 milyon kişi her gece yatağa aç giriyor ve kronik açlık çekiyor” dedi.
Gıda Krizlerine Karşı Küresel Ağ’ın raporunda ortaya konulan rakamlar aslında dünyanın koronaya ihtiyacı olmadığını, hali hazırda büyük bir felaket yaşadığını ortaya koyuyor. Rapora göre, 55 ülke ve bölgede 135 milyondan fazla insan akut gıda güvensizliği ile karşı karşıya. Korona salgını nedeniyle bu rakama 130 milyonun daha eklenebileceği ve toplam sayının 265 milyona çıkabileceği tahmin ediliyor. Raporda gıda krizi yaşayan kişiler bölgelere ayrılarak inceleniyor. Buna göre 135 milyon kişinin yarısından fazlası (73 milyon) Afrika’da, 43 milyon Orta Doğu ve Asya’da ve 18.5 milyon kişi de Latin Amerika ve Karayipler’de yaşıyor.
2019’da gıda krizi yaşanan 55 ülkede 75 milyon çocuk yeterince beslenemediği için büyüyemiyor, boy kısalığı yaşıyor. 17 milyon kişi de bir deri bir kemik kalmış durumda. Hepimizin belgesellerden aşina olduğumuz o görüntüler, dünyanın bir yerlerinde yaşanmaya devam ediyor. Hem de dünya aşırı üretim krizi yaşarken, üretilen mallar mağaza stoklarında çürümeye terk edilmişken. Türkiye’nin de aralarında olduğu bazı ülkelerde de, aslında gıda krizinin diğer yüzü olan obezite salgını var.
Küresel ve ülkeler bazında servet eşitsizliğindeki farkın derinleşmesi, şirketlerin maksimum kar elde etmek için geliştirdikleri teknolojiler, doğada neden oldukları yıkım, işçilerin gerçek ücretlerindeki sürekli düşüş, mali spekülasyonlar vb. ile birlikte düşününce bu açlık tablosu netleşebilir. Çünkü açlığın olduğu her yerde, çokuluslu şirketlerin oradaki faaliyetlerine rastlıyoruz. Afrika’nın madenlerini, tarım alanları ele geçirmek için yerli kabileler arasındaki savaşların nasıl körüklendiğini biliyoruz artık. Şimdi Türkiye’nin de dahil olduğu Suriye’de, Libya’da yaşanan “iç savaş”ın aslında emperyalist şirketler/devletler arasındaki rekabet olduğunu görmek için alim olmaya gerek yok.
BM’e bağlı Dünya Gıda Örgütü (FAO), dünyadaki gıda krizinin temel nedeninin endüstriyel tarım olduğunu açıklıyor. Krizden çıkış sonrası, küçük aile çiftliklerinde GDO’lu ve hibrit tohumların kullanılmadığı bir tarım öneriyor. Çünkü endüstriyel tarım, şirketlerin sadece kar elde etmek için yaptıkları bir faaliyet. Kar elde etmek için de, laboratuvarlarda geliştirdikleri tohumlarla tarım yapmayı teknoloji sayıyorlar. Kar elde etmek için, en kısa zamanda, en az maliyetle en fazla ürünü üretip dünyanın dört bir yanına dağıtması gerekiyor. Bütün bunları yapmak için tohuma bir sürü gen ekliyorlar, birçok ilaç, gübre vb. kullanmak zorunda kalıyorlar. Sonuçta toprak zehirleniyor, yerel tohumlar ve yerel üretim teknikleri ile çalışan çiftçiler yoksullaşıyor, gıdalar zehirleniyor… Ve sonra şirket o ülkeyi terk edip başka bir ülkenin toprağını, tarımını yok etmeye gidiyor.
ABD Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger’in ünlü sözüdür; “Petrolü kontrol ederseniz ülkeleri, gıdayı kontrol ederseniz insanları yönetirsiniz.” Dünyada 20 tane şirket, dünya gıda sektörünün %80’nine hâkim durumda. Bunların bazıları Türkiye’de de cirit atıyor. Cargill, Monsato, Unilever… Çünkü Türkiye hükümeti de gıda sorununu endüstriyel şirketlerle işbirliği yaparak çözebileceğini sanıyor.
Korona salgını karşısında, devletler hızla devreye girerek, sokağa çıkma yasaklarından bazı özel sektör kuruluşlarına el konulmasına kadar tedbirler aldı. Devletlerin bu refleksi, istendiği zaman küresel toplumun karşı karşıya kaldığı sorunların çözümünde de acil durum ilan ederek, kamu yararına ve stratejik kararlar alabileceği, daha doğrusu alması gerektiğini de göstermiş oldu. Ne kadar güçlü olursa olsun, şirketlerin, ulusal ve küresel sorunlar karşısında, böyle bir planlama, denetim ve uygulama kapasitesinin olmadığı görüldü. Bu açıdan karşı karşıya kaldığımız diğer küresel felaketler olan küresel iklim krizi, açlık gibi sorunlar açısından da acil durum ilan edilerek kritik sektörlere el konulmasından dünyadaki zenginliğin adaletli olarak dağıtılmasına kadar birçok uygulama için devletlerin işbaşı yapması sağlanabilir.