Malika Çikuyeva çocukluğundan itibaren müziğe yetenekliydi. Deçig pondar ve akordeon çalar, şarkı söylerdi. Güfteler yazıp besteler yapan Malika henüz 14 yaşındaydı ama Eski Ataği Köyü’nde hiçbir düğün onsuz yapılmıyordu.
23 Şubat 1944’teki sürgün başladığında, yolculuğa akordeonunu götürebilme şansını yakalamıştı. Buz gibi vagonlar Malika’nın şarkılarıyla çınlıyordu: “Hoşça kal anavatanım. Kim bilir bir daha buluşacak mıyız?”
Çikuyev ailesi uzun ve zorlu sürgün yolculuğunun ardından Kazakistan’ın Leninogorsk (bugünkü Ridder) kentine getirildiler. Malika orada da akordeonundan hiç ayrılmıyordu. Uzaklaşmak zorunda bırakıldığı anavatanı ve halkının içine düştüğü acı durum hakkında şarkılar yapıyordu. Aynı bölgeye yerleştirilmiş Çeçenler, Malika’yı dinlemek için her akşam bir araya geliyor ve ruhlarını doyuruyorlardı: “Hey kuşlar, kulak verin sesimize, özgürsünüz ve uçarsınız her yere, bir halk hapishaneye tıkıldı, siz bildirin herkese.”
Henüz çocuktu Malika ama korkusuzdu, “Ah Stalin, tanrı cezanı versin” gibi sözler de yer alıyordu şarkılarında…
Malika’nın şarkıları yayılınca ispiyoncular devreye girdi. 1945 yılında 15 yaşındaki Malika ve babası, İçişleri Halk Komiserliği (NKVD) tarafından tutuklandı. Babası 15 yıl ceza aldı, Malika’nın yaşına üç yıl eklenerek 18 yapıldı ve Gulag kamplarında 11 yıl hapse mahkûm edildi. 9 yıl sonra serbest bırakılan Malika, annesinin yanına döndü. Nefret ettiği Stalin ölmüştü. Babasını bir daha hiç görmedi. Sonraki yaşamı hakkında ise hiç bilgi yok. (abrek.org)
Çeviri: Serap Canbek