Açaxu / Ace / Ake (8. Bölüm)

0
1384

-Bir tutam saçın 5000 yıllık hikâyesi-

Ateş, göktaşı, yıldırım ve anatanrıça ilişkisine kısaca göz atalım.

“İnsanlar mağaralarda yaşarlarken ateş hemen hemen hayat demekti. Soğuktan korunmak için, gece ışık yakmak için, yemek pişirmek için lazımdı. Ateşin sönmesi büyük bir felaketti. Çünkü insanoğlu çakmak taşı kullanmasını bilmiyordu. Demiri ve tuncu da bilmiyordu hiç. Dalları sürte sürte ateş yakacaktı ki; çok güçtü.”

“Onun için erkekler ava çıkarken, kimi kadınları mağarada bırakıyorlardı ki boyuna ateşi beslesinler de ateş sönmesin. Avcılıktan tarıma geçince de ateş gene lazımdı. O zaman şehrin ateşi -yani kutsal ateş- olurdu, evlerin özel ateşlerinden başka. Gece korlar kül ile örtülür, gündüz küller aralanarak ateş yeni baştan harlatılırdı. Şehrin kutsal ateşi, şehrin ateş tanrıçası Hestiya’nın (Latincesi Vesta) önünde gece gündüz Vestal bakireler tarafından yakılırdı.”

“Kutsal ateşte çer çöp, pislik yakılmazdı, yalnız kutsal sayılan ağaçların dalları yakılırdı. Efesliler Akdeniz’in başka bir yerinde bir şehir kuracakları zaman ilk işleri Efes’in kutsal ateşinden oraya bir ateş taşımaktı merasimle. Nitekim Foçalılar da Marsilya’yı kurarken, oraya Foça’nın kutsal ateşini taşıdılar.” (s.51)1

Kubaba Rölyefi

“Burası (Efes’ten bahsediyor – y.n.), kentin en kutsal yeri sayılan Ocak Tanrıçasının tapınağı idi. Kentin ebedi ateşi gece gündüz burada yanar ve sönmesine asla izin verilmezdi. Ateş, Grekçe adı Hestia, Latince adı Vesta olan Ocak Tanrıçasının önünde yanardı. Bu nedenle, gece gündüz ateşi gözeten bakirelere ‘Vesta Bakireleri’ denirdi.” (s.105)

Kybele, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

“Dünyanın neresinde olursa olsun, insan toplulukları başlangıçta mutlaka anaerkil idiler. Babalar ve erkekler değil, analar ve kadınlar egemendiler. Çünkü kadınların çocuk doğurdukları, ama erkeklerin çocuk doğurmadıkları görülüyordu. Gebelikle doğum arasında geçen dokuz ay, doğumda erkeğin rolünü belirtmeyecek kadar uzundu. Erkek cılk ve kısır bir yaratık, kadınsa insan soyunun sürdürücüsü sayılıyordu. İnsan soyunun yaşamı ise çocuk ve yiygiye bağlıydı. Toplumlar, kadının üstünlüğü kanısıyla anaerkil olunca, baştanrı her yerde anatanrıça idi. Anatanrıça yerine ve diline göre başka başka adlarla anılırdı. Ama Anadolu, doğudan batıya göç eden çoğu insan sellerinin karışım ve yayılım yeri oldu. Çünkü Anadolu, Akdeniz’in doğudan batıya yönelen biricik yarımadası idi ve soy karışımları olmakla kalmayarak, anatanrıça kültünün göbeği oldu.” (s.193)

“Artemis tacında genellikle dış uzaydan, cennetten düşmüş olan bir diapet (göktaşı) taşır.” (s.65)

“Anadolu’da Hititlerce anatanrıçanın adı Kupapa, sonradan Kubel oldu. Romalılar Kartacalıları yenmek için, Napoli’nin yanındaki Cumae kâhinlerine başvurdular. Kâhinler de -heksmetron ölçüsüyle- Romalıların Anadolu’da Pessinus’ta anatanrıça Kubel’in göktaşının Roma’ya getirilmesini cevap olarak bildirdiler. O taş -diapet-, büyük törenlerle Anadolu’dan Roma’ya taşındı ve kutsal dağ Kapitol yanındaki kutsal tepeye konuldu. Bunun üzerinedir ki; Roma İmparatorluğu’nun simgesi taçlı Kubel başı -Mater Turitta- oldu. Bugün İtalya devletinin simgesi hâlâ, tepesi kuleli Kubel, Kibel, Kibele’dir.” (s.196)

“Hititlerin Kubaba’sı Mintani ve Hurrilerce ‘Hepat’ ya da ‘Hepa’ diye adlandırılıyordu. Batı Anadolu’da İyonya’ya taşınan Hepa klasik mitolojide Hebe oldu. Bu addaki ‘b’, ‘v’ diye okunur. Onun için Hebe ‘Eve’ ya da ‘Evi’ olur.” (s.196)2

“Kybele’nin bir sürü adı vardır.” (örneğin Nana) (s.81)

“Sanat yapıtlarında Kybele’de güçlü ve kuvvetli bir doğurganlık özelliği göze çarpar. Başındaki taç, yeryüzünün bereket tanrıçası olduğu için yer üzerinde inşa edilen bir kule biçimindedir. Ephesos Artemis’i de Kybele’den pek değişmediği için başı kuleli ve şiddetli analığını simgelediğinden de birçok memelidir. Tanrıçanın arabasına iki aslan koşuludur.” (s.82)

“Kybele papazlarının hadım olmaları şarttı.” (s.83)

“Erkekliğin Kybele’ye kurban edilmesi sevap sayılırdı. İşte bundan dolayı tam kökten kesilmiş ve özveriliğinin (insan yerine koyun kurban etmek gibi) hafifletilmiş ve simgeleştirilmiş biçimi olan sünnet, Kybele’ye tapanlarda, simgesel sünnet de Sami ırkında, yani Yahudi ve Araplarda, platonik sünnet de kadınla ilişkide bulunmayan Hıristiyan rahiplerde hâlâ uygulanır.” (s.84)

“Bu taş koni biçimindeydi.” (Anatanrıçayı simgeleyen y.n.) (AE s.85)

“Pamphlia’da, Perge’deki (Antalya’nın biraz kuzeyinde) Artemis de böyledir. Koni biçimindeki bu taşlara Anadolu’nun Karia ve Lykia gibi güneydoğusunda çokluk rast gelinirdi. Hatta bu gelenek oradan Makta Adası’na bile geçmiştir. Filistin, Suriye; Güney Anadolu ve Kıbrıs Adası’nda koni biçimindeki taşlara festival ve panayır günlerinde zeytinyağı dökülürdü.” (s.86)3

Efes Artemis heykeli

“Büyük tanrıça da, tanrı da, iki yüzlü Labris baltası ile ilgili görülür. İki yüzlü Labris baltası, şimşek taşından -yani göktaşından- yapılma sayılırdı. Gökten inen bir taştı bu; bu itibarla onda ilahi bir kuvvet olduğu sanılırdı. Bu kudretin, sonradan, tunç baltalara intikal ettiğine inanılırdı. Binaenaleyh Labris baltasında, ağaçları parça parça eden şimşeğin ilahi kuvvetinin mevcut olduğu sanılırdı. Aynı zamanda bu balta, bir ölüm aleti idi. Onu taşıyan insanın koluna ve eline ‘insanüstü bir kudret olan’ hayata son vermek kabiliyetini veriyordu. Üstelik kesici alet olarak da kutsaldı. Demir bulunduktan sonra bile, kurbanlar hâlâ tunç baltalarla öldürülürdü. Binaenaleyh fırtına ve şimşekte, insanın can ve ölümünde, kurban edilen hayvanlarda kutsal ne varsa baltada toplanmıştı… Labris, aynı zamanda hiyerogamos’u yani erkek ve dişi tanrıların birleşmesini de ifade ediyordu. (s.48)

“Hitit tanrısı Teşşüb’ün elinde, Boğazköy tanrılarının çoğunun ellerinde, labrisler görülür.” (s.49)4

“Artemis fildişi yontuların hepsi Anatanrıçayı betimler. Kybele, Leto, Artemis veya aynı soydan gelme ana-kız Demeter ya da Kore’yi.” (s.132)

“Efes’te Kybele ile özdeş sayılan Leto.” (s.146)

“Leto’nun ana tanrıçaya benzerliği ondan türemiş olmasındandır Apollon Kehanet Merkezi’nde Siphas Hazine evi kuzey kabartma kuşağında Leto yerine Kybele vardır. Bir başka kentte olmayışı onun Kybele ile özdeşliği ötesinde açıklanamaz.” (s.162)

Ana tanrıça (1961 Çatalhöyük, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi)

“Antik dünyada adını taşıyan tek kent; Letoon (Lykia’da), Leto, Lykçede ‘kadın’ anlamında ‘LADA’ sözcüğü ile özdeşleşmiştir.” (s.163)

“‘İonia’ işte bu denli İÖ 2. binde ‘Hitit’ özlüdür de.” (s.199)

“Delphi’de kehanet merkezinin hemen alt eğiliminde konumlanan bir kaya parçası ‘Leto Kayası’ olarak tanımlanmaktadır.” (s.227)

“Kubaba Kargamış ülkesinin hanımefendisi diye seslenilirdi.” (s.377)5

Yukarıda bulunan alıntılardan da anlaşılacağı üzere, inanç dünyasının ilk tanrısı -en azından Anadolu ve yakın çevresi için- adı “KYBELE” olan bir kadın ilahe. Bu kadın ilahenin, göktaşı, yıldırım ve ateş ile yakın ilişkisi yanında “Ana” olma özelliği de pekiştirici bir unsur olarak onu insanın geçmiş tarihinde başköşeye yüceltmiştir.

İlk insanlar, sanırım uzunca bir süre, “Yıldırım” ile “Göktaşı” arasındaki farkı algılamakta zorlanmışlardır. İkisi de gökyüzünden yere iniyor, ikisi de ışık saçıyor, her ikisi de düştükleri yeri yakıyor ve canlı bir nesneye isabet ederse o canlıyı öldürüyor. Dolayısıyla yakıcı olması, ateşi sunması ve öldürücü olması sebebiyle insanlar ona göksel bir anlam yükleyerek ilahlaştırmışlardır.

Yukarıda da belirtildiği gibi, Kybele’nin simgesi koni şeklinde bir göktaşıdır. Göktaşlarının yeryüzüne çarptıkları alanda ters koni şeklinde derin bir iz bıraktıkları malumdur. Ayrıca ateş yakıldıktan sonra közlerin muhafaza edildikleri kül koni şeklinde korunuyordu. Eski anatanrıça heykellerinde, kadınlık organları da üçgen şeklinde bir simge ile kaplanıyordu. Bunu da ters koni şekline benzetebiliriz veya ters koni imgesi olarak kabul edebiliriz.

Üçgen, bütün eski tapınak resimlerinde karşımıza “Dağ” imgesi olarak çıkmaktadır.

Bilindiği üzere delta simgesi de üçgen şeklindedir.

Fenike; Daleth

“Delta’nın Fenike dilinde adı ‘Daleth’ yani ‘Kapı’ demektir. Fakat bu harf, Mısır hiyeroglifindeki asli şekline hiç benzememektedir. Buna karşılık aslı olan Girit hiyeroglifinin tıpatıp aynısıdır. Belki de Fenikeliler Girit’te bir üçgen teşkil eden ve dağı temsil eden bu şekli almışlar ve kapı yahut delik demek olan bu adı rastgele takmışlardır.” (s.82)4

Halikarnas Balıkçısı, böyle bir yorum getirmiş. Biz de şöyle bir katkıda bulunabiliriz: Abazacada “Dalet”; “Karıştı” ve “Dalaayt”; “Oradan geldi”: “Onunla geldi” anlamına gelmektedir.

Filistinliler konusunda Halikarnas Balıkçısı şöyle yazmış:

“Anadolulu Pulasati’ler Filistin’e göç ettiler. Palestin ya da Filistin’e kendi adlarını verdiler. Pulasati’ler Hepa’yı Filistin ve Suriye’ye taşıdılar. Batı Anadolu’da Hebe (Eve) olan Hepa Filistin’de Havva oldu ve Batı Anadolu’da Herakles’le evlendirilmesine karşılık Filistin’de Âdem’le evlendirildi. Abdi Hepa (yani Hepa’ya tapan) ile Adam yur Selim (Kudüs’ün Kanaan denilen yerinden) prens idiler. (Hrogy, “The Cilivization of the Hitites and Subareans” ch.15 ve bir de Jerome, “Commentry of Ephesus, V.15”) (s.197)1

Turçaninov’un, “Kafkasya’da Bulunan Antik Eserlerin Keşfi ve Yazılarının Çözümlenmesi”6 adlı eserinde Aşuva (Abazaca) yazısının Biblos’ta da kullanıldığını da söylüyor. Biblos-Fenike ilişkisi malumunuzdur.

“Anadolu’dan Yunanistan’a getirilmiş olan bir iki mühim şey arasında, Fenike’den alındığı iddia edilen bir de alfabe vardır. Bu fonetik alfabe, ilk önce Anadolu’da kullanıldı.” (s.18)4

Yani bir diğer deyişle, bugün Batı âleminin kullandığı alfabenin kökeni Fenike alfabesidir.

Yukarıdaki alıntılara göre Fenikeliler, Anadolulu kökenliydiler ve Karya-Lidya’nın komşusu idiler. Karya-Kafkasya ilişkisi madencilik konusunda herkesçe bilinmektedir. “Daleth” ile “Dalet” ve “Dalaayt” kelimelerinin ses ve anlam yaklaşımlarını bilim insanlarının dikkatine sunarız.

“Kybele” kelimesi, “Kubıla” kelimesini çağrıştırmaktadır. “Ku” burada “taş” ve “bıla” da “yanan” anlamında olup “Yanan taş”, yani “Göktaşı” demektir. Belki de “Xibla”dır. Yani “Altın göz”; “Kutsal göz”.7

“Şıble”nin ise “yakan ışık” yani yıldırım olduğunu önceki bölümde yazmıştık.

(Devam edecek)

Kaynakça:
1– Halikarnas Balıkçısı, İmbat Serinliği, bütün eserleri 22, 3. baskı, Bilgi Yayınevi. Mayıs 2018- İstanbul
2– Halikarnas Balıkçısı, Merhaba Anadolu, Bütün Eserleri:4, Bilgi Yayınevi, Ocak 1980 -İstanbul
3– Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Efsaneleri bütün eserleri no.14, 22. basım, Bilgi Yayınevi, Mayıs 2020-İstanbul
4– Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Tanrıları Yeditepe Yayınları 1955-İstanbul
5– Prof. Fahri Işık, Uygarlık Anadolu’dan Doğdu, Akdeniz Ulkeleri Akademisi Vakfı Yayını, 2019
6– G. F. Turçanınov, “Kafkasya’da Bulunan Antik Eserlerin Keşfi ve Yazılarının Çözümlenmesi”, Çeviren: Kayhan Yükseler, KAFDAV Yayınları, Ankara-2009
7– Ömer Büyüka,Abhaz Dili Anaç mı? Abhazoloji Yayınları, 1994-İstanbul,s.317 ;Ku : üst,üste,üzeri,yüklenen; tepe,dağ üstü.Xu

Önceki İçerikKüçük Kara Balık
Sonraki İçerikBak sen şu işe!… – Eylül 2020 – Aydan Çelik
Jiy Zafer Süren
1951’de Samsun’da doğdu. Üniversite’yi terk etmiş ve muhasebeci olarak çalışarak emekli olmuştur. Çeşitli dergilerde şiir ve araştırma yazıları yayınlandı. Kafkasya üzerine yayın yapan, As Yayın’ın kurucuları arasında yer aldı. “Çipxe, Kafkas Aile Armaları” (derleme) ve “Tama Bahar Gelmeyecek” (şiir) isimli iki kitabı vardır. Nisan 2008 itibariyle Jıneps gazetesi yazarları arasında yer aldı, Ocak 2011 tarihinden bu yana yayın kurulu üyesidir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz