Geçtiğimiz yıllarda bir Osetya seyahatinde sokak satıcısından satın aldığım, Bulkatı Mikail’in yazdığı “Теркæй Туркмæ (Terek’ten Türkiye’ye” adlı “tarihi roman”ı daha önce de okumayı denemiş ama anlamak zor geldiği için “İleride okurum” diyerek bir kenara koymuştum.
Geçenlerde bir daha okumaya niyetlendim; hayret edilecek kadar kolay okudum ve hiç anlama sorunum olmadı.
Çok beğendiğim bu kitap hakkında bilgi vermek ve düşüncelerimi aktarmak istiyorum.
Romanın konusu, isminden de anlaşılacağı gibi, Kunduhatı Musa öncülüğünde beş bin kadar Çeçen, İnguş, Karabulak, Kabardey ve Oset ailenin 1865 yılında Osmanlı’ya göçü…
İmam Şamil’in 1859 yılında yenilgisi ve Ruslara teslim olmasından sonraki dönemi anlatıyor; daha doğrusu 1863’ten 1865 ilkbaharına kadarki dönem.
Savaş dönemi kapanmış; Ruslar, Vladikafkas merkezli bir askeri yönetimle savaş sonrası bir tür “rehabilitasyon” dönemini idare ediyorlar.
Bu askeri yönetim içinde henüz general rütbesi alan Kunduhatı Alxactı Fırt Muşşe de (Musa) var; görevi Çeçenya Asayiş Sorumluluğu.
Musa’nın kıvrak zekası, cesareti ve kararlılığı ile Rus askeri yönetimi içinde bir hayli saygınlığı var.
Müslüman İronlar, Çeçenler ve İnguşlar arasında da Musa, Rusların aşırılıklarına, haksızlıklarına ve gereksiz şiddet uygulamalarına karşı bir tür güvence, koruyucu rolü oynuyor.
İron Baetaexo, Maexxaelon Taepca ve Çeçen Alxact’ın başını çektiği bir “savaşçı damar” da Ruslara karşı yeniden isyan ateşini yakmak için her fırsatı değerlendiriyorlar.
Musa’nın komutanı olan Loris Melikov da itaat etmeyen Müslümanları şiddet ve baskıyla kontrol altına almak niyetinde ama her seferinde Musa’nın itirazları ve karşı koyması ile engelleniyor.
Bu arada, Dağıstan’da bulunan gayriresmi bir Osmanlı Elçisi Muhammed Nasret, Kuzey Kafkasya Müslümanlarına hitaben bir çağrı yayınlamış ve “Allah’ın Gölgesi Büyük Osmanlı Sultan’ı siz din kardeşlerini Osmanlı ülkesine davet ediyor; kâfirlerle yaşamaktansa dindaşlarınızın arasında müreffeh bir yaşamınız olacak” gibi vaatleri, biraz şaşkın, biraz umutsuz, biraz da savaş yorgunu Müslümanlar arasında heyecanlı tartışmalara yol açıyor…
Özellikle din adamları göçten yana tavır alırken, başını Rus ordusunda teğmen rütbesi ile mezun olan Mamşıratı Temirbolat, Çeçen Maxmud ve Taza’nın çektiği gençler ve “savaşçı damar” anavatanda kalmaktan ve ata yurduna sahip çıkmaktan yana çalışmalar yapıyorlar…
Mamşıratı Temirbolat, Musa’nın kız kardeşinin oğlu, kendisi de dayısı; Temirbolat’ın üzerinde çok büyük etkisi var…
Musa baştan beri göçten yana olmasına rağmen, rengini belli etmeden, belli başlı kişileri ve olayları komplovari işlerle yönlendirerek itiraz edenleri de ikna etmeyi başarıyor…
Musa, Melikov’un izniyle ama ailesinden ve Müslümanlardan gizlice İstanbul’a gidip Dışişleri Veziri Ali Paşa ve Başvezir Fuat Paşa ile Kuzey Kafkasya Müslümanlarının Osmanlı’ya göçleri hakkında görüşmeler yapıyor ve Saray’ın olurunu da aldıktan sonra tekrar Kafkasya’ya dönüyor…
Gerek Tiflis’teki Kafkasya Genel Komutanlığı gerekse Petersburg bu kadar kalabalık ve itaat etmeyen Müslüman nüfustan kurtulmak ve ovada daha geniş topraklara sahip olabilmek adına Musa’yı ve göçü teşvik ediyorlar.
Musa, meseleyi “Ya Osmanlı Ya Sibirya” şeklinde ele alıyor ve insanları bu çerçevede ikna etmeyi başarıyor…
Güya Çar, itaat etmeyen isyancıları aileleri ile birlikte Sibirya’ya sürgün etme kararı almış; bu bahaneyle Kuzey Kafkasya Müslümanlarından kurtulmayı planlıyormuş.
Göç edenlerin ne Kuzey Kafkasya’nın geleceği hakkında ne de Osmanlı hakkında hiçbir bilgileri yok; hatta Mekke’nin İstanbul’da olduğunu, Anadolu’nun da çöl olduğunu sananlar var aralarında; “Deveye binmeyi öğrenebilecek miyiz acaba İstanbul’da?”.
Bütün bildikleri din adamlarının ve Musa’nın anlattıkları; her ikisine de sonsuz güven duyduklarından fazla sorgulamıyorlar…
Sonuç olarak 1865 ilkbaharında beş bine yakın aile kara yoluyla yola çıkıyor; Batum’da ikiye ayrılıyorlar; bir kısmı vapurla Samsun’a geliyor, Musa’nın da başında olduğu diğer kısım da karayoluyla Kars’a gidiyorlar…
Yollarda çekilen sıkıntılar, açlık, susuzluk, hastalıklar, bebeklerin ve yaşlıların dayanamayıp ölmeleri ve susuzluktan ölen bebeği kollarında ağlarken anne Dsomyan’ın “Yae Myccae, dae xaebyl amaela, kaed nae adsı cıgd faendagıl dsaemaen rakottaj! (Ya Musa, çocuğun ölsün, bizi bu cehennem yollarına niye getirdin!)” feryatlarıı ile roman bitiyor…
Kitap, gerçeğe olabildiğince yaklaşan bir “tarihi roman”. Olaylar, kişiler ve mekânlar hepsi gerçek; araya sıkıştırılan güzel bir aşk hikâyesi, kan davalarının acımasızlığı ve yıkıcılığı, din adamlarının güçlü etkisi, Kafkas halklarının savaşçı ruhu ve anavatan sevgisi çok güzel işlenmiş.
Rus klasik roman yazarları, Puşkin, Tolstoy, Dostoyevski, Turgenyev, Şolohov ve diğerlerinin ekolünden geldiği belli oluyor yazar Bulkatı Mikail’in…
Çok beğendim ve keşke diyorum, eksiksiz çevirisini yapabilecek durumda olsaydım…