Rize’nin İkizdere ilçesinde iki yıldır köylüler başlarına bela olan taş ocağı projesine karşı mücadele ediyor. Önce uydurma bilgilerle ruhsat alan şirketi engellemeyi başardılar. Fakat şimdi dünyada devletten en fazla ihale alarak zenginleşen şirketler sıralamasında ilk grupta olan Cengiz İnşaat aynı yerde aynı taş ocağı projesi için ruhsat aldı ve işin rengi birden değişti.
İkizdere’de yaşananlar neredeyse 1990’lardan beri Karadeniz’de, aslında Türkiye’de yaşanan sürecin çıplak görüntüsü olduğu için üzerinde biraz daha durulması lazım. Çünkü İkizdere’de yaşananlar memleketteki çürümenin somut bir örneği.
Karadeniz’de oynanan oyunun oyuncuları 30 yıldır hiç değişmedi. Karadenizli siyasetçiler ve Karadenizli inşaat şirketleri eliyle yağmalanıp duruyor.
Karadeniz’in üzerinden 12 Eylül faşist darbesi ile adeta silindir gibi geçtiler. Tarihin o döneminin sayfalarını karıştıranlar görecektir fındık üreticisi, çay üreticisi emekçi köylülerin, gençlerin dillere destan mücadelesini. Bölgede sol sosyalist ne kadar insan varsa hepsi işkencelerden geçirildi, tutuklandı, yıllarca hapsedildi. Karadeniz, 12 Eylül askeri yönetimi ile “her türlü tarikatın, mafyanın, milliyetçiliğin milli parkı” haline getirildi. Köylülerin dernekleri, kooperatifleri kapatıldı. Halktan yana ne kadar örgütlenme varsa dağıtıldı.
Ardından da devreye sokulan ekonomi programı ile fındık ve çay tarımında özel sektör yararına politikalar ile ÇAYKUR adım adım küçültüldü, zarar ettirildi. FİSKOBİRLİK, Tarım Mahsulleri Ofisi etkisizleştirildi. Karadenizliler ekonomik darboğaza düşürüldüler.
Ve sonra da Karadeniz’in Karadenizli siyasetçiler ve inşaat şirketleri eliyle yağmalanmasına girişildi. Örgütsüzleştirilmiş ve kendi toprağında geçimini sağlayamayan Karadenizliler, hem dinci milliyetçi ideoloji hem de varını yoğunu paraya çevirmeyi vaz eden neoliberal politikalar ile sarıldı.
İlk adım Karadeniz Sahil Yolu Projesi ile başladı.
Bu projenin hikâyesi Türkiye’nin yakın dönem tarihinin özetidir. Bugün nerede bir talan, nerede bir rant varsa orada karşımıza çıkan, haklı olarak da “beşli çete” adı verilen şirketlerin yükselme hikâyesi de bu proje ile başlıyor. Bu projede yapılan usulsüzlükler, oynanan oyunlar daha sonra da aynen devam ettirildi. Ve bugün de devam ediyor.
Karadeniz Sahil Yolu Projesi açıklandığında KTÜ’lü biliminsanları başta olmak üzere birçok kesimden itirazlar yükseldi. Projenin ekonomik açıdan da ekolojik açıdan da yanlış olduğu defalarca anlatıldı. Ama tabii ki iktidar tarafından dinlenmedi. Proje 3 etapta inşa edilecekken sonra 13 parçaya bölündü. Bu 13 parça da bugün yakından tanıdığımız şirketlere dağıtıldı. Çünkü ihale yapılmadı, ihaleye hak kazanan şirketler elenerek iktidara yakın 13 şirkete dağıtıldı. Bu ihale yüzünden dönemin Ulaştırma Bakanı Yüce Divan’da yargılandı. Proje AKP döneminde büyük bir törenle açıldı. Ama açılışından birkaç gün sonra bölgedeki sağanakta yolun bazı kesimlerini deniz aldı, bazı yerlerinde yağmur göl oldu. İktidar yolu açtı, doğa yolu kapattı. Oluşan bu tablo karşısında Ulaştırma Bakanı, “Yanlış bir projeydi ama çok para harcandığı için bitirmek zorundaydık” diye açıklama yapmak zorunda kaldı.
Karadeniz Sahil Yolu projesi ile Samsun’dan Sarp’a kadar bütün Karadeniz sahili (Ordu’da küçük bir bölge dışında) taşla dolduruldu. 200’ün üzerinde taş ocağı açıldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 12 Temmuz 2019’da Trabzon’da açıklanan “Karadeniz Bölgesi İklim Değişikliği Eylem Planı”ndaki, “Karadeniz Sahil Yolu’nun yağış sularının denize ulaşmasına engel olan bölümleri” şeklinde itiraf edilen gerçek, bölgenin jeolojik yapısının ve yaşlı doğal ormanların örselenmesi kadar sel felaketleri ve heyelanlarının can ve mal kaybına neden olmasının arkasında yatan temel gerçektir.
Karadeniz Sahil Yolu sayesinde devletten aldıkları ihalelerle zenginleşmeye başlayan şirketler için asıl sezon AKP’nin hükümet olması ile başladı. Çünkü AKP’nin uygulamaya soktuğu kalkınma anlayışı mega projeler, duble yollar, köprüler, AVM’ler, gökdelenler gibi tam da inşaat işleri üzerinden dünyadan bolca kredi çekerek büyümeyi esas alıyordu.
En fazla Karadeniz’de inşa edilen hidroelektrik santral projeleri yeni hamle oldu. 2005’ten 2015’lere kadar devam eden HES furyası esas olarak inşaat dalgası idi. Çünkü bu HES’lerden üretilen elektrik, genel ihtiyacın binde 3’ü civarındaydı. Ama HES inşaatları sayesinde bütün Karadeniz vadileri (sadece Hopa ve Fındıklı hariç) şantiyeye döndü. Çünkü bir HES inşası demek; derelerin yataklarından cebri borulara alınması, cebri borular için tüneller kazılması, bunlar için de yan yolların açılması demek. Bitmedi, sonrasında da üretilen az miktarda elektriğin ana arterlere bağlanması için yeni iletim hatları çekilmesi, bunlar için de ayrıca yeni yollar açılması demek.
Bitti mi, bitmedi.
Karadeniz Sahil Yolu projesi ile başlayan denize dolgu yapma çalışması devam etti. Deniz dolgusu üzerine havalimanı, stadyum vb. inşaatlar devam etti. İktidarın uygulamasını kopyalayıp çoğaltan il özel idareleri, belediyeler eliyle devam ettirildi. Denize dolgu yaparak hesapta kent kullanım alanlarını büyütüp dolgu alanları üzerine parklar, spor salonları, hastaneler vb. inşa etmeye başladılar.
Bitti mi, bitmedi.
Ardından “Yeşil Yol Projesi” başladı. Bu proje de, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Yönetmeliği’nden kaçmak için 25 kilometreden az parçalara bölünerek şirketlere dağıtıldı. Projenin başlarında TEMA Vakfı tarafından açılan bir davada Danıştay, ‘Yeşil Yol Projesi’ni de kapsayan Karadeniz Bölgesi’ndeki 6 ilin ‘Çevre Düzeni Planı’ için ‘yürütmeyi durdurma’ kararı verdi. Yerel mahkemeleri dinlemeyenler Danıştay kararını da dinlemediler. Yola devam ettiler.
Yeşil Yol Projesi’nin işlerini küçük şirketler yaptı. Çünkü o sırada “beşli çete” çok daha büyük bütçeli ihalelerle uğraşıyordu. 3. Havalimanı, 3. Köprü, İstanbul’un Kuzey Ormanları’nı tarumar eden Kuzey Otoyolu, Osmangazi Köprüsü…
Fakat bu arada inşaat sektörü krize girdi. İnşaat üzerinden kalkınma stratejisi de krize girdi. Hükümet yine Kanal İstanbul Projesi gibi mega projeler açıklamasına rağmen dışarıdan kredi bulunamadığı gibi Hazine de tamtakır olduğu için oradan da finanse edilemez hale geldi.
Tam bu zamanda bütçesi daha az ama yine de kârlı bir iş olan Rize-Artvin Havalimanı projesine start verildi. Cengiz İnşaat sermaye birikimine başladığı yere, “babaocağı”na geri döndü. Denize dolgu üzerine yapılacak havalimanı için Rize’nin köylerinde taş ocakları açıldı. Halkın itirazları, verdiği dava dilekçeleri elbette işe yaramadı.
Rize-Artvin Havalimanı’nın deniz dolgusu bitti, hemen şimdi İkizdere’deki taş ocağından çıkarılacak kayalarla yapılacak deniz dolgusu üzerine inşa edilecek İyidere Lojistik Merkezi ve Limanı projesi devreye sokuldu. Zamanlama manidar değil mi?
İyidere Lojistik Merkezi niye yapılıyor? Bu sorunun cevabı yok. Bu proje de inşaat üzerinden sermaye birikimi yapma stratejisi gereği üretilmiş, kâğıt üzerinde kârlı projelerden biri. Ama hiçbir bilimsel çalışmaya dayanmıyor. Trabzon, Rize ve Hopa limanları varken ve bu limanlar da tam randımanlı çalışmıyorken yeni yapılacak lojistik merkezine mallar nereden gelecek? Kim niye İyidere’deki limana yük indirsin? Bu soruların cevabı yok, sadece spekülasyon var.
Ama bu sorular önemli değil, önemli olan Cengiz İnşaat’ın kepçelerinin, kamyonlarının boşta kalmaması.
Karadeniz’in kaderinin özeti bu kadar mı? Elbette hayır. Yok olan doğa, sel felaketlerinde ölen insanlar… Devletten aldığı ihaleler yoluyla holdingleşen inşaat şirketleri, artan vergi yükü altında ezilen, yoksullaşan yurttaşlar…
Bitti mi, bitmedi.
Karadeniz yıllardır işlenen bu suçların bedelini daha uzun yıllar ödemeye devam edecek.