Kışa bir kala Cunda’da…

0
813

Her bayramı, en kısa resmi tatili bile fırsata çevirip kendini tatil yerlerine atan insanlardan hiç olamadım. Kurban, Ramazan bayramlarında “Aman, büyüklerimiz bizsiz ne yapar, kapı kapı gezip el öpelim, üzülmesinler, gelenekler yaşasın”, diğer resmi tatillerde “Aman, uçan kuşu görenler yollara düşmüştür şimdi, her yer kalabalıktır, sonra gideriz” derken sadece yılda bir, bir haftacık yıllık izinlerimizde yaptığımız tatil de pandemi nedeniyle tam sıfırlandı.  

Normal zamanlarda bile günlük rutini durdurup kendimi yaşadığım mekândan bir tatil mekânına atmak bu kadar zorken salgın döneminde tatile gitmeyi aklımdan bile geçirmedim. Pandeminin gölgesinde geçen ikinci yaz bitmek üzereyken, üstelik okullar açılmış, aklımda çalışmaktan başka bir şey yokken ve kendimi sonbaharın hüznüne bırakmışken eylül ortası gibi Gül Yılmaz’dan telefonuma bir mesaj düştü “Marmaris’e tatile gitsek mi” diye. Marmaris dönüşündeki hafta sonu Ayvalık-Cunda’ya gidip Femi-Murat ikilisinin mihmandarlığında tatile devam edeceklermiş. Üstelik Figenler de gidiyormuş… 

Binbir bahaneyle Marmaris tatiline gitmekten kendimizi kurtarsak da (!) Cunda tatiline birkaç gün kala bizi de ikna ettiler ve Ayvalık-Cunda tatil dörtlüsünü altıya tamamladık. “Ege’de tatil demek, deniz demek” diye ne kadar deniz kıyafetimiz varsa valize doldurup bir cuma akşamı kendimizi yollara vurduk. Cunda’da Abhaz bir ailenin işlettiği Nesos Otel’de rezervasyonumuz yaptırılmış, her şey ayarlanmış, bize de arkadaşların arabasına binip gitmek kalmıştı. 

Alibey Adası olarak da bilinen Cunda, Balıkesir’in Ayvalık ilçesine bağlı. Ayvalık koyundaki irili ufaklı 22 adadan yerleşime açık tek adaymış. Yıllardır çok duymuş, ancak bir türlü görememiştim Cunda’yı. Ada olunca bir arabalı vapur veya feribotla ulaşmayı beklerken, Ayvalık’tan, üzerinde “Türkiye’nin ilk boğaziçi köprüsü” yazan bir köprüden geçip gece yarısı Cunda’ya ulaştık. 

Haluj sürprizi 

Nesos Otel’in sahiplerinden Neşe Hanım ve köpeği Zeytin bizi bekliyordu. Hepimiz yol yorgunu olunca karanlıkta pek bir şey göremeden kendimizi odalarımıza atıp ada keşfini ve Abhaz olduğunu öğrendiğimiz aileyi tanıma hevesimizi sabaha bıraktık.  

Cunda tatilimiz cumartesi sabahı mavi bir gökyüzü ve hafif esen bir rüzgârla başladı. Serinliği fark edince deniz kıyafetlerini valizin dibine itip ihtiyaç olursa diye son anda yanımıza aldığımız tek pantolonları üzerimize geçirdik ve kahvaltıya indik. Kahvaltıyı hazırlayan Nesil Hanım, Neşe Hanım’ın kız kardeşi olduğunu söyleyince onun da Abhaz olduğunu anladık. Kahvaltı malzemelerini çok fazla tutmadıklarını, yemek istersek ilave edebileceklerini, bu şekilde çöpe minimum gıda gitmesini sağlamaya çalıştıklarını anlatınca daha bir takdirimizi kazandı, peşinden kahvaltıya haluj gelince gözlerimize inanamadık. Sonra klasik muhabbet başladı: 

“Siz Abhazdınız galiba, nerenin Abhazlarından? … Evet, biz de Çerkesiz, ben Kabardeyim, arkadaşım Çeçen…”  

Düzceli olduğunu öğrendiğimiz Nesil Hanım bir ara “Yasemin’i tanıyor musunuz, kendisi arkeolog, ben Düzce’den tanıyorum, çok iyi arkadaşım” diyor. Yani kız kardeşimi soruyor, beni ona benzettiğini söylüyor. Hoş bir sürpriz oluyor, başlıyoruz bu sefer daha derin bir sohbete. Neyse ki o sabah bir tek biz varız o saatte kahvaltıda, Nesil Hanım bize zaman ayırabiliyor. Sonra otel sahiplerinden Hasan Bey, Neşe Hanım geliyorlar. Şen şakrak, esprili bir sohbet alıyor başını gidiyor.  

Neşe ve Nesil Hanımlar Düzce’nin Abhaz olan Yeşilyayla Köyü’nde doğmuşlar (eskiden köyün ismi Büyük Bıçkı imiş, daha sonra Yeşilyayla olmuş). Sonradan Düzce’ye taşınmışlar. Kabıpha sülalesinden bir aile. Abhazca konuşabildiklerini öğrenince çok mutlu oluyoruz çünkü son zamanlarda anadilini konuşabilen çok az insanla karşılaşıyoruz. 

2003-2019 yılları arasında Düzce’de küçük bir işletmeleri varmış “Kaşık Abhaz-Çerkes Yemekleri” adında. Ancak “Kaşık” isminden çok “Abaza Kızların Yeri” diye bilinirmiş. Düzce Üniversitesi akademisyenleri başta olmak üzere herkes misafirlerini nefis Abaza-Çerkes yemekleri yapan bu sevimli ve özenli yere götürürmüş. Düzce’de yaşayan kız kardeşime sorduğumda “Aa, seni Nesillerin yerine hiç götürmedim mi! Misafirlerimi ben hep oraya götürürdüm, Düzce’den gitmelerine çok üzüldüm” diye cevaplıyor. Neşe Hanım evlenince Düzce’den İstanbul’a taşınmış ve işletmeyi bir süre Nesil Hanım’a bırakmış. 

2019 yılında mevcut mekânları küçük gelmeye başlayınca Düzce’de daha büyük bir yer bakmaya başlamışlar, bu arada Neşe Hanım’ın eşi Hasan Bey de devreye girmiş, eşe dosta soralım derken Düzce’de işi büyütmek yerine çok kısa bir sürede karar vererek Cunda’da otel işletmecisi olmuşlar. Konakladığımız Nesos Otel’i 2019 yılından beri işletiyorlar. Tertemiz ve rahat bir butik otel. 

Hasan Bey’le (Hasan Erdem) sohbeti en sona bırakıyoruz, ne de olsa damat! Çerkes damadı olmak sabırla beklemeyi gerektirir. Tiyatrocu olduğunu, pandemi öncesine kadar yoğun olarak Sadri Alışık Tiyatrosu’nda oynadığını, ancak pandemiyle birlikte tüm sanatçılar gibi çok aktif olamadığını öğreniyoruz.  

Sohbetin sonunda sıra klasik soruya geliyor: “Eee, nasıl gidiyor burada hayat, mutlu musunuz?” Pandemiye rağmen her şeyin gayet güzel gittiğini; sanatla, sporla, doğayla iç içe bir hayat yaşamaya çalıştıklarını öğreniyor ve biz de mutlu oluyoruz. Sohbet daha uzayıp gidecekken Figen “Femiler bizi kahveye bekliyor” diye uyarınca Ayvalık’ta bizi bekleyen Femihan ve Murat’ın evine doğru yola çıkıyoruz. Dostlarının deyişiyle Femi ve Murat…  

Femi ve Murat bu gezinin asıl kahramanları… Grubu davet eden, oteli bulup rezerve eden, dört kişilik misafir grubunun altı kişiye çıkması durumunu hiç dert etmeyen, pandemi koşullarına rağmen evini misafirlerine açan… Femi ve Murat dört-beş yıl önce “Yeterince çalıştık, bu şehirde yaşanmaz artık” deyip İstanbul’u terk edenlerden. Doğa sevdalısı, spor tutkunu insanlar. Yürüyorlar, bisiklete biniyorlar, adadan adaya yüzüyorlar, kürek çekiyorlar… Sadece kendileri olsa iyi, çevrelerindeki herkese de bulaştırıyorlar. Önce bizi küçük ama bir o kadar özenli, el emeği göz nuruyla peyzajı yapılmış bahçelerine alıyorlar. Çaylarımızı ve kahvelerimizi içerken büyük bir hayranlıkla ormandan topladıkları malzemelerden ürettikleri sanat eserlerine imrenerek bakıyoruz. Çay faslı bitince bu sefer salona geçiyoruz; denizin ve yeşilin iç içe geçtiği nefis bir manzara… Akşam yemeğini bu manzaraya karşı yemek üzere Murat’ın bize balık ve yöresel otlardan yemek yapacağını öğreniyoruz. İçimiz minnettarlıkla dolu, Femi ve Murat önderliğinde küçük bir geziye çıkıyoruz. Önce orman içinden bir doğa yürüyüşü yapıp sahile iniyoruz, oradan Ayvalık’ın meşhur Şeytan Tepesi’ne çıkıyoruz. Şeytan rüzgârıyla bizi uçuruma yuvarlamadan tepeden kaçıyoruz. Ayvalık merkezde gezmeden, Ayvalık tostu yemeden olmaz diye merkeze doğru yol alıyoruz. 

Akşam Femilerde nefis yemekler, bol kahkahalı sohbet eşliğinde yeniyor. Pandeminin unutturduğu “Dostlarla bir aradayız, güneşin sofrasındayız” duygusu her yanımızı sarıyor, duygusallaşıyoruz. 

Pazar günü kahvaltı sırasında Çerkes bir grubun otelde olduğunu öğrenen Abhaz bir çift, otele geliyor. Çerkes olup da ortak tanıdık çıkmaz mı! Sülaleler, akrabalar sorgulanıyor ve ortak tanıdık nihayet bulunuyor. Hep beraber fotoğraf çektiriyoruz. 

Öğleye kadar Cunda geziliyor. Öğleden sonra yıllar öncesindeki anılarda kalan piknik aktivitesi var, orman içinde bir göletin kıyısına gidiyoruz. Mihmandarlar yine Femi ve Murat. Taşlı topraklı 10 km’lik orman içi araç yolundan sonra birkaç kilometre de eşyalarla yokuş aşağı yürüyoruz ve bir akarsuyun nefeslenmek üzere gölete dönüştüğü bir kıyıya geliyoruz. İnsanın tam da ruhunu dinlendireceği bir yer. Mangal yakılıyor, sofra kuruluyor, termoslarla çaylar çıkıyor ortaya… 

Heyecanla indiğimiz yokuşu, ayaklarımız geri geri giderek bu sefer çıkıyoruz. Piknikten sonra ekibin üç üyesini Femi ve Murat’a teslim edip kalan üç üye İstanbul’a, o her zamanki ücretli kölelik düzenine doğru yola çıkıyoruz. Bir gün daha orada kalan ekibin üç üyesi, duyduğumuza göre rüzgâr kesildiği için Femi ve Murat’ın teknesiyle ada ada gezmişler. Kışa bir kala Cunda, Figen’in dediği gibi “süresi küçük ama etkisi büyük” bir tatil oluyor bizim için. 

Bir gün düşerse yolunuz Ayvalık ve Cunda’ya, Nesos’a uğramayı, bizim selamımızı iletmeyi unutmayın. Femi ve Murat’a gelince… Onlar bizim kahramanlarımız, size kahramanlık yaparlar mı bilemeyiz. 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz