-Bundan 5 yıl önce oluştu bu fikir. En iyi bildiğimiz konu üzerinden gelecek kuşaklara kalacak bir kültürel katkı yapmamız, yol açmamız lazım deyip ‘hafıza’ çalışmalarına başladık. En matematik bilmeyen halimizle oturduk ve sanki kolay bir işmiş gibi “155. yılda, 155 hikâye diyelim!” dedik. O anın heyecanıyla bu rakam bize bir şey ifade etmiyordu, hem etse de ne olurdu ki, üstesinden gelecek kadar heyecanlıydık…
Hikâyeleri toplamak ki bazıları ses kaydıydı, onları düzeltmek, bir daha, bir daha ve bir daha ve sayısız kez daha okumak gerekiyordu. Bu kadar kontrol edilmesine ve titizlikle çalışılmasına rağmen kusursuz olsun istemediğimiz bir kitap bu, tam tersi kusurları olsun, o farklı seslerden çıktığı belli olan samimi dilin tınısı görülsün istedik. Varlık mücadelesi içinde olan bir halkın sesi kusursuz çıkmaz; bazı yerlerde çatlar, tizleşir, titrer. Okuyan herkes titreyen, çatlayan, bazen yükselen, bazense fısıldayan yüzlerce farklı kalemden çıkmış o sesi duyacak. Kusurun güzelliği bu… Daha iyisini yapabilirdik, daha az hikâye ile büyük yayınevlerinden çıkarabilirdik ama biz, bütün tekrarlarıyla tam olarak bunu istedik. Çünkü bir hikâye ne kadar tekrarlanıyorsa orada hâlâ açık duran, irinli bir yara vardır. Biz kafamızı çevirsek de orada durur öylece, iyileşmeden.
Bu antoloji bizim 1864’ten kalan yara izimiz, çığlığımız, sesimiz…
Antolojiyi yayına hazırladığımız süreçte aramızdan ayrılan hikâye sahipleri oldu, o zaman ne kadar önemli bir şey yaptığımızı bir kez daha anladık. Dünyayı omuzlarında taşıyan Atlas’ın durduğu yerdeyiz; bazen bacaklarımız titriyor bu ağırlıktan, evet, ama hissettiğimiz sorumluluk o ağırlık için çekilecek tüm zorluklardan fazla.
Bu uzun yola çıktığımızdan beri yanımızda olan, hikâyelerini bizimle paylaşan, ben yazamadım ama ses kaydı yolladım diyen, telefonda bize bu hikâyeleri anlatan o cesur ve güzel insanlara da burada sizin aracılığınız ile teşekkür etmek istiyoruz. Bu kitap benim, senin, hepimizin; bu kitap Çerkes halkının hafızası ve gelecek nesillere bırakacağı bir büyük mirası.
-İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nde 2019 yılında düzenlediğiniz “yaratıcı öykü/yazım atölyesi” ile teknik altyapı oluşmaya başladı diye hatırlıyorum. Atölye verimli oldu mu? İçerik açısından hedeflenen sayıya nasıl ulaştınız?
-1 Mart 2019 yılında, “Bu bahar da çiçek açalım,” diyerek çıkmıştık o yola… Biz bildiğimiz ne varsa paylaşmak istiyoruz. Biz, unutulmamak için suya değil, kâğıtlara yazmalıyız, diyoruz. Bütün çabamız ondan. 30 civarı kursiyerle başlayıp aynı rakamla bitirdiğimiz bir atölyeydi. Bunlar minik adımlar, arkamızdan daha büyükleri atılsın diye yoldaki taşı, toprağı temizliyoruz biz. Daha büyüklerini, daha fazlasını, her yıl gelenekselleşecek öykü yarışmalarını daha kolay yapsın gençlerimiz diye attığımız ilk adımları bunlar. 2019 yılında dernek başkanı olan, şimdi federasyon başkanı Şogen Ümit Ağabeyimiz, bunun aynı rakamla başlayıp istikrarlı bir şekilde aynı rakamla biten tek proje olduğunu söylediğinde dünyalar bizim oldu. “Başardık!” dedik.
Tek motivasyonumuz bu… Anlaşılmak. Bunları takdir edilmek için yapmıyoruz, vazife bilerek, sorumluluk duyarak yapıyoruz ama anlaşıldığımız zaman biraz daha motive oluyoruz.
-Sürgünün 155. yılında 155 hikâyeyi bir araya getirmekti amaç, antolojide 157 hikâyeyi bir araya getirdiniz. Sürgünün 158. yılındayız. Bu ertelemedeki etkenler nelerdi?
-Araya bütün dünyayı kasıp kavuran bir salgın hastalık girdi. 4 yıl önce başlayan kâğıt krizi artarak büyüdü. Hikâyeler eksik kaldı. Birçok sebebi var. Ama hepsinden önemlisi vakti gelmemişti, acele edip de olmadı diye hayıflanmaktansa biraz daha bekleriz diye düşündük. 155 yıl beklenmiş bir proje için 3-5 yıl daha beklenebilirdi çünkü. Ve bu, bir sosyal sorumluluk projesi, gönül işi. Buradan kazanılacak para da yine bu minvaldeki projelere aktarılacak. Aklımızı, kalbimizi, emeğimizi koyduk ortaya.
Hikâyeleri de 158’e tamamladık. Sürgünün 158. yılında 158 hikâye!
-Antolojinin kapak tasarımı kime ait?
-Hamdi Akçay’a ait. Büyük bir yayınevinde çalışan ve Çerkes olmayan bir dostumuz. Dışarıdan birine yaptırmak daha doğru böyle işlerin vitrinini, çünkü genele hitap edeceğimiz bir kitap bu ve haliyle alıcısının gözüyle bakmak lazım.
-Kapakta “Diaspora” notu var, anavatanda da benzeri bir çalışma yürütülüyor bildiğimiz kadarıyla, hangi aşamada, Türkçesi de yayımlanacak mı?
-Anavatan için de var, evet. Ama burada yaptığımız hatayı tekrarlamayalım diye bir süre ve bir sayı koymadık o antolojiye.
Niyetimiz ve arzumuz bu antolojinin başta Çerkesçe olmak üzere Kafkasya’da yaşayan dillere, hatta ve hatta Rusçaya, İngilizceye çevrilmesi. Anavatan çalışmamız da Türkçe yayımlanacak ve bu iki kitap Diaspora ve XEKU arasında köprü olsun, birbirinden koparılmış hayatlar ve hikâyeler 158 yıl sonra da olsa buluşsun istiyoruz.
Kendi içimizde yeteri kadar fısıldaştık, artık avazımız çıktığı kadar bağırma vaktidir, ayıp demeden, onlar ne der, bunlar ne der diye düşünmeden. Yeni bir dünya kuruluyor ve biz hazırız…