Haaretz gazetesinden Ronen Tal, ilk romanı “Kolsuz Tişört Giyenler”i yayımlayan, Kfar Kamalı Nadia Tahauka Bushnak ile söyleşi yaptı.
“Beni olmadığım biri yapmak istiyorlarmış gibi hissederdim”
İsrail’in Galilee bölgesindeki Reyhaniye ve Kfar Kama köylerinde yaşayan, yaklaşık 5 bin kişilik Çerkes toplumunun bir üyesi olan, 32 yaşındaki Nadia Tahauka Bushnak, küçük bir çocukken neden herkesin ondan Arapça bilmesini beklediğini anlamıyordu. Nadia, “Babamın Arap arkadaşları aradığında bazen telefonu ben açardım, onlar Arapça konuşur, ben İbranice cevaplardım. Israrla ve hatta rahatsız olarak Arapça konuşmaya devam ederlerdi, ben de İbranice cevap vermeye… Beni olmadığım biri yapmak istiyorlarmış gibi hissederdim” diyor.
Kendini bir gruba ait olarak tanımlama eğiliminin karşılıklı olduğunu belirten Nadia, “Annem, Müslüman kadınlar gibi başına eşarp takar, birlikte alışverişe çıkıp, Yahudilerin çalıştırdığı bir firmaya gittiğimizde bize karşı yaklaşımları aniden değişir. Bunu özellikle ses tonlarından anlarsınız, daha yavaş ve çok basit kelimeler kullanarak konuşurlar, sanki onları sadece o şekilde anlayabilirmişiz gibi. Bu sadece bize özel bir durum değil. Her Çerkesin benzer yaşanmışlıkları vardır” diyor.
Kökenleri Kafkasya olan ve Ortadoğu topraklarına savrulan Çerkesler, İsrail’in girift demografisi içinde farklı etnik gruplar arasında benzersiz bir boşluğu dolduruyor.
Nadia, “Müslümanız ama Arap değiliz, biraz Dürziler gibiyiz, erkeklerimiz orduda görev alıyor ve bize karşı yaklaşımlarının büyük bir bölümünü bu durum belirliyor. Ama içlerinde bir kısmının kendisini Arap olarak görenlerin yer aldığı Dürzilerin aksine Filistinli kimliği sorunu bizde yoktur. Bu durum, azınlık içinde azınlık demektir” ifadelerini kullanıyor.
Romanın konusu
Nadia, İbranice romanı “Kolsuz Tişört Giyenler”i yayımladı. Roman, Kudüs’teki öğrenci yurtlarında kalan ve bir alışveriş merkezindeki kafede garsonluk yapan tıp öğrencisi Arap kız Dunia’nın günlüğü kurgusuyla yazılmış. Dunia bir gece saldırıya uğrayarak yaralanır ve kendini hastanede bulur.
Yavaş yavaş iyileşirken uğradığı cinsel saldırıyı hatırlar. Romanın ana bölümü, başına gelenleri kabul etme, hissettiği utanç ve suçluluğu söküp atma mücadelesine odaklanıyor.
Tereddütler
Geldiği toplumda tabu kabul edilen bir konu hakkında yazmak konusunda biraz tereddüt yaşayan Nadia, şunları söylüyor: “9-10 yaşlarımdan beri yazıyorum. Ama özellikle 22 yaşımdan itibaren karşılaştığım ve anlamaya çalıştığım durumlar hakkında yazmaya başladım. Sonra bir cumartesi günü, yazdıklarımın hepsini okudum ve birbiriyle birleştirdiğimde bir kitap çıkabileceğini düşündüm. Sonra bir kurgu hazırlamam gerektiğini fark ettim, o sırada televizyon seyrediyordum ve bir kızın cinsel saldırıya uğradığı haberini izledim. O kızın neler hissettiğini anlamaya çalıştım. Daha önceleri tecavüzle ilgili bir şeyler duyduğumda ne demek olduğunu, etkilerini pek anlamazdım ama çok daha gençken bile bu konu hakkında bir şeyler yazmak benim için çok önemliydi.”
-Sonra da kitabı yayımlamaya karar verdiniz? Çekindiniz mi?
-Hem de çok. Kendim için yazmıştım ama yayımlamaya karar verince çevremin ve ailemin nasıl karşılayacağı ile ilgili korkular yaşadım.
Bu konu hakkında yazmam nedeniyle olayı kendim yaşamışım sanabilirlerdi. Ben kapalı bir insanımdır, en yakınlarım bile özelim hakkında çok şey bilmez. Prensip olarak, konuşmaktan çok dinlemeyi severim. Ve birdenbire kendi yazdığım bir kitapla ortaya çıkıyorum.
-Korkularınızı nasıl yendiniz?
-Öncellikle romanın başkahramanı Dunia bir Çerkes değil. Dindar bir Müslüman aileden ve Arap. Böylece onunla arama bir mesafe koymuş oldum ama kitapta onun Arap kimliğine bir vurgu da yapmadım. Tecavüzle yüzleşmesinin daha evrensel olmasını istedim.
-Müslüman toplumunda kadınlara karşı cinsel şiddet ne durumda?
-Cinsel şiddete uğrayan bir kadınla hiç şahsen tanışmadım ama bunun tüm toplumlarda var olduğunu biliyorum. Konuşmuyorlar, sır olarak saklıyorlar. Bu kitabı yazma nedenlerinden biri de bu, insanların konuşmasını sağlamak… MeeToo hareketi Müslüman toplumuna da girdi, ama yine de her şey sınırsızca konuşulmuyor.
-Romanın kahramanı, tecavüzün travmasıyla iki Yahudi karakterin yardımıyla yüzleşiyor: Hastanede tanıştığı sosyal hizmet uzmanı Tova ve onun özgür ruhlu kızı Noa.
Noa ve Dunia arasındaki ilişki tesadüfen başlıyor ve çok yakın bir arkadaşlığa doğru ilerliyor.
-Evet, bu biraz kafa karıştırıcı. Dunia, Noa’dan büyük destek görüyor ve bir gün ona karşı gerçekte tam olarak ne hissettiğini sorguladığında, romantik aşk olabileceği sonucuna varıyor. Kitapta cinsel cazibeden bahsedilmiyor ama aralarında okul arkadaşı kızlardakine benzer bir kıskançlık var.
Aralarındaki ilişkiye tanımlamalar yüklemek istemedim, ama lezbiyenlik ihtimali de beni korkutmaz.
Eğitim hayatı
3 aylık bir bebeği olan Nadia, doğup büyüdüğü Kfar Kama’da yaşıyor. İlkokulu köyünde bitirdikten sonra Yahudi toplumu içinde azınlık olduğunu ilk elden öğrendiği Kadoorie Ziraat Lisesi’ne geçmiş.
Şöyle anlatıyor: “Hem erkek hem de kız arkadaşlarım vardı ama kendimi çok rahat hissetmiyordum. Köyümüzde lise yoktu ve herkes ya Kadoori’ye ya da bir Arap okuluna gidiyordu. Başka bir okulda okusaydım daha rahat hisseder miydim, bilmiyorum. Küçük yaştan beri Yahudi bayramlarını bilirdim ve şarkılarını duyardım. Kendim kutlamasam bile o özel havayı hissederdim.
Dindar bir aileden geliyorum. Çok küçük yaşlardan itibaren annemle birlikte Kuran okurduk. Babamın öyküler anlatması, beraber namaz kılmamız ve Ramazan’da oruç tutmamız bizim için önemliydi. Tüm bunları olumlu bir deneyim olarak hatırlıyorum.”
Nadia, lisenin ardından Kudüs’te kimya mühendisliği okumuş, bir oda arkadaşı varmış ve Mamilla Alışveriş Merkezi’ndeki bir giyim mağazasında tezgâhtar olarak çalışmış. “Kudüs’teyken hem Yahudi hem de Araplar arasında kendimi rahat hissetmeye başladım. Arap ve Yahudi arkadaşlarım vardı, hiç gerilim yoktu. Aslında Arap arkadaşlarım önceleri benim Çerkes olduğumu bilmiyordu. Ramazan gelince benim de oruç tuttuğumu söylediğimde, onlarla dayanışmak için tuttuğumu sandılar önce, Müslüman olduğumu bir süre sonra anladılar” diyor.
Nadia, kimya mühendisliği eğitimini bitirince yönünü değiştirmiş. İsrail Teknoloji Enstitüsü’nün (Techion) psikoloji bölümüne kaydını yaptırmış, aynı zamanda Prof. Asya Rolls yönetimindeki laboratuvarda yüksek lisansını bitirmeye çalışıyormuş. “Zihin ve beden arasındaki bağlantıyı, özelde ise psikolojik ve fizyolojik etkenlerin bağışıklık sistemine etkilerini araştırıyoruz. Bunu seviyorum” diyor.
“Eğer kolsuz tişört giyiyorsan Yahudisindir”
-Kitabın adı “Kolsuz Tişört Giyenler”. Bu tanımlamayı ne anlamda kullandınız?
-Bu, çocukken fark ettiğim bir duruma gönderme. Müslümanlar, özellikle de kız çocukları kolsuz tişört giymezlerdi, erkek çocuklar arasında da alışılmış değildi. Başka bir çocuğun Arap ya da Yahudi olduğunu ayırt edemediğimde giyimlerine bakardım. Çocuk aklımla şöyle düşünüyordum: Eğer kolsuz tişört giyiyorsan Yahudisindir.
Her ne kadar “Kolsuz Tişört Giyenler” adı İsrail-Filistin çatışmasıyla doğrudan ilintili olmasa da Yahudilerle diğerleri arasındaki farklılık, kitabın konusuyla bağlantılı… Mesela romanın kahramanı Dunia, Ramazanda dua etmek için gittiği Tapınak Tepesi- Haram al-Sharif’te karşılaştığı, yüksek sesle ırkçılık dolu sözler söyleyen dindar Yahudi kadınla yaşadığı nahoş olayı şöyle anlatıyor: “O kadın, dininin buyruğuyla tüm oraların kontrolünün kendisinde olduğunda ısrar eden biri gibi geldi bana, bense sanki onu taşlıyormuşum gibi görünüyordum belki de ona…”
Bu benim de başıma geldi. Dua etmeye giden bir gruptaydım, etraf çok kalabalıktı. Bir kadın yüksek sesle yanındaki kız çocuğuyla konuşuyordu. Çünkü etraf çok gürültülüydü, ne konuştuklarını duymuyordum. Kitabı yazarken, kahramanın da önyargılarıyla başa çıkmasını istedim, mesela kipa takanlar ırkçıdır gibi önyargılarla. Hem Araplarda hem de Yahudilerde bu önyargılar var.
-Arap tarafındaki önyargılar neler?
-Bu konuya girmek istemiyorum, kitabı yazmaktaki amacım da bu değil. (Haaretz)
Çeviri: Serap Canbek