Savaşlar neden çıkar? İnandığımız farklı değerler midir bizi birbirimize düşüren? Başka bir ırka üstün gelme, başka bir millet üzerinde tahakküm kurma çabası yüzünden midir yoksa? Ülke sınırlarını alabildiğine genişletme, tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarını büyük bir oburlukla tek başına yeme bitirme hırsından mıdır? Üretilen silahları satmaya çalışan pazarlamacı kurnazlığı mıdır kıyımlara sebep? Yoksa para mıdır bütün hastalıklı davranışlarımızın çıkış noktası?
Montaigne, savaşı “birbirimizi öldürme, kendi türümüzü yıpratıp yok etme sanatı” olarak tanımlıyor. Doğada insan türü dışında hiçbir canlının bu sanatı icra etmediğini de ekliyor sözlerine. Bir aslanın, daha güçlü bir aslanı öldürdüğü görülmüyor, diyor sözgelimi. Öyleyse koca doğada sadece insanlara has kendi türüne karşı savaşma, kendi türünü yok etme sanatı nereye temellenmekte? Belki o temeli bulup biraz sarsmaktadır aradığımız derman. Savaşın yıkıcı etkileri, sabit ve tartışmasız bir olgu olduğu halde, insanlığın 21. yüzyılda geldiği noktada hâlâ devamlılık gösterebiliyor. Öyleyse sorumuzu yineleyelim: Savaşlar neden çıkar? Yönetmen Ivan Ramadan, 2008 yılında yaptığı, Bosna Hersek’in animasyon türündeki ilk kısa filminde, ilginç bir kurgu eşliğinde bu soruya cevap bulmaya çalışıyor.
Saraybosna Film Festivali’nin en saygın ödülü olarak kabul gören “Saraybosna’nın Kalbi” adlı özel ödülü kazanan ve 2008 Avrupa Film Ödülleri’ne doğrudan aday gösterilen, dünya çapında katıldığı yaklaşık 30 festivalin resmi seçkisinde yer alıp bu festivallerden çeşitli ödüllerle dönen “Tolerantia” (Tolerans) adlı animasyon kısa film, Hırvatistan doğumlu genç yönetmen ve yazar Ivan Ramadan’ın ses getiren ilk çalışması olmuştur. 6 dakika 20 saniye gibi kısa bir süreden oluşan film, YouTube üzerinden “tolerantia” aramasıyla ücretsiz ulaşıma açıktır.
Animasyonun sınırsız yaratım alanını kullanan yönetmen, bizi güzel bir kurguyla ilginç bir fantezinin içine çekmektedir. Yazımın başında sorduğum soruyu muhtemelen kendine soran Ivan Ramadan, savaşın olası sebeplerini tespit edip gerçek cevabın bulunabilmesi için tüm ihtimalleri yok etmiştir. İzleyiciyi, kurduğu fantastik olay örgüsüyle insanlığın sıfır noktasına davet etmektedir. Dinin, milletin, yeraltı-yerüstü kaynaklarının, silahların, paranın henüz olmadığı bir dünya… Bir yeniden başlangıç… Yönetmenin dünya hayatını ve insanlığı rahatça resetleyebilmesi de animasyon evreninin sağladığı özgür alanla gerçekleşmiştir.
Yönetmen, kendi kaleminden çıkan öyküyü Bosna Hersek’in sevdalinka adı verilen geleneksel halk ezgileriyle süslemiştir. Filmin müzikleri, eski sevdalinkalara getirdikleri modern yorumlarla tanınan popüler bir Bosna Hersekli müzik grubu olan Mostar Sevdah Reunion tarafından yapılmıştır. Dramatik örgünün ritmine çok uygun düşen müzikler, olayın etkisini artırırken diyalogsuz bir şekilde tartışılan evrensel mesele, yönetmenin tercihiyle lezzetli bir yerel sosa batırılarak izleyiciye sunulmuştur.
Yeni çağın hastalığı bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde giderek daha atomize olan toplumlar haline gelmemiz sanırım. Bizden başka olanı terörize etmeyi artık içselleştirmiş durumdayız. Öteki olana karşı önümüze çektiğimiz setler giderek yükseliyor. İnsanlıktaki bu egosantrik durum da hiç sönmemiş faşizm ateşine elbette kova kova benzin atıyor. Yabancılıklar ötekiler yaratıyor. Ötekiler korkularımızı körüklüyor. Korkularımız savunma mekanizmamızı çalıştırarak bizleri uyarıyor ve hoşgörü eksikliğimizi had safhaya çıkarıyor. Tolerans duygusunu kaybetmek de öteki olanı yok etmeyi emrediyor ve iki taraf için de bir yıkım anlamına gelen savaş kaçınılmaz oluyor.
Toleranssızlığa Balkan coğrafyasının orta yerinden, kendi yerelliğinden bakan Ivan Ramadan, evrensel olana başarılı bir şekilde ulaşmış ve derdini kısacık bir filmde katmanlı olarak anlatma kabiliyetini göstermiştir. Ancak filmin hikâyesi bize bir çözüm ve çıkış yolu göstermekten uzaktadır. İnsanlık böyledir, toleranssız bir mahluktur ve bu durum savaşları, yıkımları kaçınılmaz kılar, şeklindeki beylik söylem üzerinden izleyiciyi düşünmeye sevk etse de alımlayıcıda bir değiştirme ve dönüştürme duygusu uyandıramamakta, aksine kabullenmeyi körüklemektedir.
Tüm dünyayla beraber, diğerleriyle yarışırcasına hızla tahammülsüzleşen ve hoşgörü duygusunu yitiren Türkiye’nin, Anadolu kültürünün içindedir belki de aradığımız çözüm. Toleranssızlığımıza sebep korkularımıza çözüm için 13. yüzyıldan bir şairimize kulak vermeli belki de: “Gelin tanış olalım/ İşi kolay kılalım/ Sevelim sevilelim/ Dünya kimseye kalmaz.”
Kısa filmin linki: