Seferberlik

0
419

Bazı kelimeler, kelime anlamından daha fazla duyguyu kapsar. ‘Seferberlik’ kelimesi de öyledir.  

Çocukluğumuzda yaşlıların eskilerden söz ederken köylerinden, ailelerinden savaşlarda kaybettiklerini anlatıp hüzünlendikleri konuşmalarında ‘seferberlik’ kelimesi çok geçerdi. Kötü zamanları ifade ederdi. Onların söz ettiği seferberliğin 29 Ekim 1914’te Birinci Dünya Savaşı nedeniyle ilan edilen ‘seferberlik’ dönemi olduğunu, Osmanlı devletinin 23 milyon nüfusu varken yaklaşık 3 milyon kişinin orduya alındığı çok sonra öğrendim. O dönemin nüfusunun %13’ünün askere alındığı olağanüstü bir hareketlilik yaşanmış. 

Çerkes aile veya köylerimizin tarihçelerinde cepheye gidip şehit olan aile fertleri ve köylerden askere giden çok sayıda gençten bir veya birkaçının yıllar sonra ancak dönebildiği hep anlatılır.  

‘Seferberlik’ sadece erkek insan gücünün silah altına alınması ve genç nüfusun cephelerde kaybedilmesiyle sınırlı değildi. Tarımsal işgücünün cephede olması nedeniyle toprakların işlenememesi, devletin ihtiyaç duyduğunda köylü halkın elindeki hayvanlarına, tahılına el koyması anlamına da geliyor. Bu nedenle ‘seferberlik’ kelimesi toplumsal hafızamızda cephe gerisindeki halkın açlık ve sefaletini de çağrıştırıyor. 

‘Seferberlik’ döneminde askere alınanlar farklı cephelerde savaştılar. Bu savaşların sonucu en dramatik olanı Sarıkamış’ta yaşandı.  

Savaşa Osmanlı subayı olarak katılan, esir olan ve yıllar sonra ülkeye dönebilen Tuğgeneral Ziya Yergök’ün yazdığı anıları ölümünden sonra yakınları tarafından ‘Sarıkamış’tan Esarete 1914-1920’ ismiyle yayımlandı. Kendisi babaannemin amca kızının gelin olduğu aileden ve Gürcüdür. Yazarın ve kitabın yayımlanma hikâyesini aileden dinlemiştim. Komuta kademesinin yanlış kararlarının ve yenilginin nedenlerinin bir subayın ağzından özeleştiri şeklinde anlatılması açısından önemli bir anı kitabıdır.  

Lojistik konusundaki kargaşa, yeterli iaşe verilemeyen, mevsime uygun giysi temin edilemeyen askerin 1-1.5 metrelik kar ve -20 derecenin altındaki havaya rağmen harekâta sürülmesi, bölgedeki iklim koşullarını iyi bildiklerinden harekâta karşı olan tecrübeli komutanların saf dışı bırakılması, bölgeyi tanımayan, büyük harekât tecrübesi olmayan, kişisel ikbal peşindeki hırslı komutanların yanlış askeri kararlar vermesi, 70 bin olarak ifade edilen sayıda askerin ölümüne, bir kolordu komutanı ve karargâhı dahil yüzlerce askerin esir düşmesine, askeri teçhizatın büyük bölümünün düşman eline geçmesine neden olmuştur.  

Binlerce gencin düşmana değil, soğuğa ve akıllara ziyan şekilde pisi pisine yenik düşürülmesi, bu topraklarda yaşayan halkın belleğinde tarihin en travmatik olaylarından biri olarak yer etmiştir. Sarıkamış’ta kaybettikleri sevdikleri için anneler, eşler, kız kardeşler tarafından yakılmış birçok ağıt vardır. O dokunaklı ağıtlardan biri de, daha yeni geldikleri ülke için kaybettikleri yakınlarına bildikleri dilde ağıt yakan Çerkes kadınları tarafından Çerkesçe olarak söylenmiştir. 

Geçtiğimiz haftalarda Rusya tarafından ilan edilince, çocukluğumda yaşlıların kulak kabarttığım konuşmalarının içinden süzülüp gelen ‘seferberlik’ kelimesi yeniden gündemin başköşesine oturdu.  

Rus ordusunda üst düzey atamalarda sıklıkla yolsuzluk yapıldığı, bu nedenle komuta kademesinde çok sayıda liyakatsiz komutan olduğu haberleri, askerler tarafından paylaşılan eski ve bakımsız askeri teçhizat ile yolda kalan, arızalanan tankların görüntüleri, üzerinden 100 yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen, bana Sarıkamış’ı hatırlatıyor. 

Bu nedenle, Kuzey Kafkasyalı kadınların, çocuklarını orduya teslim etmemek üzere direnmelerinin, onları muktedirlerin kişisel hırs veya beceriksizliklerine kurban etmemek için gösterdikleri çabanın karşısında saygıyla eğiliyorum. Hiçbir kadın, hiçbir dilde ağıt yakmasın diliyorum… 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz