Yılın son ayında en trajik görüntüler Amasya’nın Taşova ilçesine bağlı Çambükü’nden geldi. Çambükü köylülerinin mera alanlarına organize sanayi bölgesi (OSB) kuracak devlet. Bir kere karar alınmış. İş makineleri köylülerin kullandığı tarlalara dalıp, meyve ağaçlarını söküp attı. Hep olduğu gibi yine köylü kadınlar topraklarını, varoluşlarını savunmak için can havliyle ileri atıldılar. Jandarma kalkanı çarptı yüzlerine.
Çambükü köylülerinin başına gelen Türkiye’nin yakın tarihinin özeti: Tarlaların OSB’ye dönüştürülmesi, “kendi toprağında efendi” olan köylülerin de OSB’lerde “ücretli köle” yani işçileştirilmesi. OSB furyası, neoliberal politikalarla her türlü kamusal düzenleme ve destekten mahrum bırakılarak ve tarımın şirketleştirilmesi sağlanarak topraksızlaştırılan, yoksullaştırılan köylülüğün proleterleştirilmesi süreci olarak yaşandı. Topraklarından, tarımdan koparılan yoksul emekçiler OSB’lerde, madenlerde ücretli köle haline getirildi.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlı 344, Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı 34 OSB bulunuyor. Kuruluş onayı verilen 378 OSB’nin 270’inde üretim gerçekleştirilirken 30’unda kamulaştırma yapılıyor, 38’i planlama aşamasında bulunuyor ve 40’ında altyapı hazırlanıyor. OSB’lerde 2.4 milyon işçi çalıştırılıyor. Her biri derin ve kuralsız sömürü üssü olan OSB’ler, işçi ve çevre sağlığını da zehirleyen merkezler aynı zamanda.
Bu dönüşümün en acıklı halini Soma’da gördük. Soma’da tarım bitirildi. Tarım alanları kömür ocağı, termik santral sahası yapıldı. Köylülerin zeytinleri söküldü. Acele kamulaştırma, devlet ve mütegalibenin baskısı ile bindiler köylünün sırtına.
Bu dönüşüme karşı son direnişlerden biri olan Muğla İkizköy’deki köylülerin nöbeti ise 17 ayını doldurmak üzere. İkizköylülerin, AKP’li yıllarda hükümetten aldığı ihalelerle holdingleşen şirketlerden biri olan Limak’a ait termik santralın kömür ocağının köylerini yutmaması için bir avuç Akbelen ormanındaki direnişleri, bir varlık yokluk sorunu aslında. Çünkü termik santral ve kömür ocağının yıllar içinde birçok köyü yuttuğunu gördüler, istimlak adı altında verilen paraların su gibi eriyip gittiğini, kömür karasına bulanan toprakta tarım yapılamadığını, sularını da santralın yuttuğunu gördüler. İkizköylüler, kömür ocağında ölmemek için direniyor.
Aydın’daki, Trakya’daki köylüler de OSB’lerin saldığı zehirli sulardan, gazlardan kanser olmamak için çare arıyorlar. Ergene havzasında sanayi, maden ve kimya tesisleri bölgeyi kuşatmış durumda. Bölgede 16 organize sanayi bölgesi ve bir tane Avrupa Serbest Bölgesi bulunuyor. Bütün atıklar Ergene’ye akıtılıyor ve oradan da denize ulaştırılıyor. Aydın, Manisa Salihli gibi Menderes havzası ise jeotermal santrallara ve OSB’lere kurban ediliyor. Artık her evde bir kanserli var. Herkes yavaş yavaş ölüyor ama eceliyle ölüm değil bu. Ve Ergene’nin yaşadığı ölüm bütün nehirlerin timsali.
Kanserin mesken tuttuğu yerlerden biri de İzmir Aliağa bölgesi. Aliağa adını bu yıl Brezilya’dan gelecek asbestli ve radyoaktif atık yüklü Sao Paulo gemisi adıyla duyduk. Halbuki Aliağa, İzmir’deki en büyük OSB. Petrokimya, gemi söküm, termik santral… Bir liman olan Aliağa’da hepsi var. Ve Azrail de orada. Hem işçi sağlığını, hem halk sağlığını hem de çevre sağlığını tehdit ediyor.
Orman yangınları, ormanlık alanların inşaata açılması kararları da eksik olmadı bu yıl. Şırnak’ın tüm ormanlarının %8’i yok edildi. 2 yılda en az 500 bin ton ağaç kesildi. Kesimlerin sürdüğü alanların neredeyse tamamı “özel güvenlik alanı” ilan edildi ve buralara giriş yasak. Buralara “Hukuk”un da girmesi yasak! Şırnak Barosu’nun ve halkın bütün başvuruları karşılıksız. Orman kesimine Türkiye’nin dikkatini çekmek için 17 Eylül’de yapılan yürüyüşe de gaz ve tazyikli su ile müdahale edildi. Cudi’de ağaç kesimi tam güvenlikli olarak devam ediyor hâlâ!
Rize İkizdere’de taşocağı, Muğla Marmaris’te ta Turgut Özal zamanından beri süregelen “kaçak otel inşaatı”, İstanbul’da Kuzey Ormanları’nda devam eden talan, Kazdağları’ndaki yeni maden projeleri, mevcut maden sahalarını genişletme çabaları, yeni sondajlar, yeni “acele kamulaştırma” kararları… O kadar çok ki! Hepsi kıyamete doğru atılan birer adım.
Ama en büyüklerini en sona bıraktım. 2021’in Kasım’ında Giresun’a bağlı Şebinkarahisar ilçesi Yedikardeş Köyü yakınlarındaki kurşun-çinko-bakır madeninin atık havuzunun patlaması sonrası kimyasal atıklar dereye karışmıştı. O öyle kaldı. Oranın “temizlenmesi” yıllar, on yıllar alacak. Vadide insanlar ve diğer canlılar da on yıllarca o zehri içlerine çekecekler.
Bu yıl da Fırat Nehri’nin köküne kibrit suyu döken Erzincan’ın İliç ilçesindeki Çöpler Altın Madeni’nde siyanür borusunun patlaması sonucu madeni işleten Anagold Madencilik firmasına göre 20, madende inceleme yapan bilirkişi heyetine göre 210 metreküp siyanür çözeltisi toprağa karıştı. Ama bu “Çöpler”in verdiği zararın çok azı. Çünkü zaten maden sahasındaki siyanür havuzları buharlaştırılıyor. Buharlaşarak havaya karışan siyanür nereye gidiyor dersiniz?
Ve tabii en büyük felaket hâlâ inşa halinde. Akkuyu Nükleer Santralı. Egemenlerin silahlanma arayışı, dünyadaki güç dengelerinden yararlanarak kendi bölgesinde emperyalist güç olma arayışı için girişilen gizli anlaşmalar, pazarlıklarla inşaat sürüyor. Bugün sadece bir inşaat belki. Ama bir bomba inşaatı. Maalesef bu inşaatı durduracak bir muhalefet yaratılamadı.
Yaşam bir zincir, bir bütün. Ölüm de hayat da bu zinciri takip eder. Bütünün bir halkasında yaşanan arıza, hastalık, yıkım, kanser gibi tüm zinciri etkiler. Çin’de çıktığı söylenen COVID-19’un kısa zamanda bütün kuzey yarımküreyi sarması gibi. İklim krizinin etkilerinin kürenin her yerinde can alması gibi. Ekoloji bir yaşam bilimi. Nasıl yaşayacağımızla, nasıl yaşar kalacağımızla ve tersi olarak da nasıl kıyameti yaşayacağımızla ilgilidir. Yaşam zincirinin sağlıklı olarak döngüsünü sürdürmesi için halkalardaki yıkımı durdurmak zorundayız.