Birlikte yaşamak istiyoruz!

0
321

20 Haziran Dünya Mülteciler Günü 

20 Haziran Dünya Mülteciler Günü vesilesiyle hazırladığımız bu yazıda her 25 kişiden 1’inin göçmen olduğu gezegenimizde eşit, özgür ve barış içinde yaşamı engelleyen, Suriyelileri her türlü sorun için günah keçisi haline getiren politikalarla yüzleşmek gerektiğini düşünüyoruz.

Milyonlarca insanı ölüm yollarına sürecek ya da sığındıkları yerlerde linç girişimlerine maruz bırakacak söylemlerin muhalefet tarafından da doludizgin yayıldığı bir süreçten geçiyoruz.

Devletler, göç olgusu üzerine köklü insani çözümler üretmekten kaçınarak “çözümü” tel örgüler, duvarlar, mayınlar, geri gönderme anlaşmaları ve göçmenlere yönelik işkenceye varan uygulamalarda arıyor. Yapılan uluslararası anlaşmalarla sermaye hareketleri ve silahlar için gümrükler-sınırlar kalkarken, göçmenlere karşı sınırlar adeta çelikten duvarlarla örülüyor. Güvensiz botlarla denizlere açılan çaresiz göçmenlerin botlarının sahil güvenlik güçleri tarafından kasten batırıldığına tanıklık ediyoruz.

Göçmen ve mültecileri her açıdan istismar eden devletler, göçmen ve mültecilerin uluslararası sözleşmelerle kazanılmış olan tüm haklarını gasp etmeye yöneliyor. Mültecilik hakları yerine sığınmacılık, geçici koruma, uluslararası koruma, ikincil koruma gibi uydurma statülerle konut, çalışma, eğitim ve sağlık hakları yok sayılıyor.

Mültecilik, hukuki bir statüdür. Mülteci olduğu iddiasıyla ülkesini terk eden ama mültecilik statüsü başvurusu sonuçlanmamış kişiler “sığınmacı” olarak adlandırılır. Statüleri resmi olarak tanınmamış da olsa, sığınmacılar menşei ülkelerine zorla geri gönderilemezler ve haklarının korunması gerekir. Mülteci ise sığınma başvurusu kabul edilen kişidir.

Türkiye, Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’ni 1961 tarihinde onayladı. Ancak Cenevre Sözleşmesi ile düzenlenen coğrafi sınırlama ilkesini sürdürdü. Yani Türkiye Avrupa dışından gelenleri mülteci olarak kabul etmiyor.

Sığınmacıların toplumsal yaşama uyumunu sağlamak üzere makro politikalar üretebilmek için Türkiye’nin Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi çekinceyi kaldırması gerekir.

Sığınmacı ve mültecilere sağlıklı yaşam ve barınma koşulları sağlanmalı, mültecilerin işgücü piyasalarına entegre edilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı, iradeleri dışında geri dönüşe zorlanmamalıdır. Suriyeli mültecilerin büyük bir kısmının ülkede kalıcı olduğu kabul edilmelidir.

Göçmenler, sermaye için güvencesiz, ucuz işgücü, tehlikeli, ağır ve riskli işlerde çalıştırılabilecek insanlar olarak görülmektedir.

İşsizliğin, hayat pahalılığının, yüksek ev kiralarının, hastane kuyruklarının ya da kadınlara yönelik şiddetin nedeni göçmenler değildir.

Göçmen karşıtlığı, artan yoksullaşma karşısında oluşan öfke ve tepkiyi iktidardakilere değil de ezilenlere yönelten bu ideolojik çarpıtmaya geçit vermeyelim.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Göçmen ve Mülteciler Komisyonu ve Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Göç ve Mülteciler Meclisi ile yaptığımız çalışmalarda göçmen ve mülteci sorununun Türkiye için son yıllarda devasa boyutlara ulaştığını, halen Rojava’da Kürtlere karşı yürütülen savaş siyaseti nedeniyle 5 milyondan fazla insanın kendi yurtlarında özgürce yaşama hakkının tehlikede olduğunu görüyoruz. AKP iktidarı taraf olduğu savaş nedeniyle Türkiye’ye göç eden milyonlarca insanı şantaj ve pazarlık aracı olarak kullanıyor. Göçmenlerin statüsüz bir biçimde Türkiye sınırları içinde tutmanın karşılığında, Suriye ve Türkiye’de yürütülen gayrimeşru müdahaleler ve uygulamalar diğer devletlerce göz ardı ediliyor.

Kürtlere yapılan ırkçı saldırganlığa, Suriyeli göçmenlere yönelik nefret söylemine, Afgan ya da başka göçmen gruplara yönelik sömürüye ve baskıya aynı derece karşı çıkıyoruz. İnsanların göçe zorlanmasını ya da göç ettiği yerde baskı altında tutulmasını kabul etmiyoruz.

Yeşil Sol Parti Mültecilerle Çalışma Grubu olarak göçmen karşıtlığına karşı mücadele ve göçmenlerle ortak sorunlar etrafında dayanışmayı Türkiye’deki eşitlik ve özgürlük mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak görüyoruz.

İklim krizi ve küresel ısınmaya neden olan koşulları ortadan kaldırmazsak küresel iklim mülteciliği ve göç hareketlerinin giderek artacağına dikkat çekiyoruz.

Dünyayı, göçmen ve mültecilerle eşit koşullarda ve haklarda yaşadığımız ortak evimiz olarak görüyor, savaşsız, sömürüsüz bir dünya için mücadele ediyoruz.

Ortak evimizde eşit, özgür, ekolojist ve barış içinde yeni bir yaşam mümkündür.

Sorunun göçmenler değil, savaşlara, iklim felaketine, yoksulluğa ve ezilenler üzerinde giderek artan baskılara yol açan bu düzen olduğunu biliyoruz.

Bu nedenle Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi ile ortak taleplerimiz için mücadeleyi büyütmek istiyoruz:

  • AB ile yapılan Geri Kabul Anlaşması iptal edilmelidir. Göçmenlerin hayatları, devletler arasında pazarlık konusu edilmemelidir.
  • Türkiye, BM Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi çekinceyi kaldırmalı ve mültecilik statüsünü tanımalıdır.
  • Göçmenler için serbest dolaşım hakkı tanınmalıdır.
  • Göçmenlerin eğitim, sağlık, adalete erişim, güvenceli çalışma, barınma gibi en temel insani hakları devlet güvencesiyle temin edilmeli; ifade ve gösteri özgürlükleri tanınmalıdır.
  • Göçmenlere yönelik haksız gözaltı ve sınır dışı uygulamalarına son verilmelidir.
  • Göçmenlerin ucuz işgücü muamelesi görmesinin engellenmesi için göçmen emekçilerin tüm sosyal ve ekonomik hakları tanınmalı ve böylece sermayenin elini kuvvetlendirerek işçi sınıfını bölen yerli-göçmen işçi ayrımı geçersizleştirilmelidir.
  • Sendikalar, göçmen emeğine dönük istismarlar için inisiyatif alarak, örgütlü işçi sınıfı ile güvencesizleştirilmek istenen göçmen emeğinin buluşmasını ve birlikte mücadele etmesini sağlamalıdır.
  • Geri gönderme merkezleri acilen kapatılmalı ve bu tesisler göçmenler yararına birer sığınağa dönüştürülmelidir. Şehirleri göçmenler için bir çeşit kampa dönüştüren uydukent uygulamasına son verilmelidir.
  • Göçmen kadın ve LGBTİ+’ların da kazanılmış haklarının gasp edilmesine neden olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı geri alınmalıdır. Erkek şiddetini bir zulüm çeşidi olarak görüp iltica nedeni olarak kabul eden İstanbul Sözleşmesi uygulanmalıdır.
  • Kadınlara yönelik şiddetin göçmenlikten dolayı değil erkek egemenliğinden kaynaklandığı görülmelidir ve erkek şiddetinin ırkçılığa meşruiyet zemini yapılmasının önüne geçilmelidir.
  • Medyadaki söylemler ve siyasilerin beyanlarındaki ırkçı nefret dilinin yaşam alanlarımıza yayılması önlenmelidir.
  • Göçmen nefretine yönelik tavrı olan, ırkçılığa karşı çıkan bütün örgütler elbirliği etmelidir.

Dayanışma yaşatır, ayrımcılık ve ırkçılık öldürür!

 

*Yeşil Sol Parti

Mültecilerle Çalışma Grubu Aktivisti

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz