Boğaziçi Üniversitesi’nde Kafkas dillerinin 13 yılı – 1. Bölüm

0
369

Boğaziçi Üniversitesi’nde 2011-2012 ders yılından beri Kafkas dilleri dersleri veriliyor. Dersler, Batı Dilleri Edebiyatları Bölümü altında verilmeye başladı, ilk olarak LING480 koduyla Lazca ve LING481 koduyla Çerkesçe (Kabardey diyalekti) dersleri açıldı. Sonrasında bunu 2013’te LING48B koduyla açılan Abhazca dersleri izledi.

2014’te Dilbilim Bölümü’nün kurulmasından bu yana dersler Dilbilim Bölümü’nün altında CAU (Caucasian Languages/Kafkas Dilleri) koduyla verilmeye devam ediyor. Bu kısa bilgilendirmeyi neden yapıyorum? Başlıkta da okuduğunuz üzere; siz okuyucuların bir kısmının bildiği, bir kısmının kulağına çalınan, bir kısmının da daha önce hiç duymadığı 13 yılını doldurmuş bir süreç var ortada. Peki, bu süreç nasıl başladı ve bugüne nasıl geldi?

Bu soru, CAU111 kodlu Çerkesçeye (Kabardey diyalekti) giriş dersini almamla aklıma geldi ve cevabını aramaya koyuldum. Altı farklı kişiyle altı röportaj yaptım. İlk olarak A. Sumru Özsoy Hoca’yla görüştüm; kendisiyle Kafkas dilleri açılana kadar gelen süreçte dilbilim bölümünün gelişimini, derslerin açılma sürecini ve bir dilbilimci olarak Kafkas dillerini, yaptığı çalışmaları konuştuk. Ardından, Kafkas dilleri derslerini veren hocalarımız İsmail Avcı Bucaklişi, İlhan Aydemir, Fatimat Zhiletezheva ve Gunda Ankvab’dan 10 yılı aşan tecrübelerini dinledim. Son olarak da mevcut Dilbilim Bölüm Başkanı Balkız Öztürk Hoca derslerin dünü-bugünü hakkındaki sorularımı cevapladı, Kafkas dilleriyle geçen 13 yılın dilbilim bölümündeki yansımalarını anlattı.

Aşağıda okuyacağınız, serinin ilk bölümünü oluşturan röportajı Sumru Hoca’yla 6.5.2024 tarihinde yaptık. Sumru Hoca’yla 2021’de okuldaki ilk yılımda tanışmıştık. Tevfik Esenç’le çalışmalar yapan Türkiye’deki tek dilbilimci olduğunu ve hâlâ okulumuzda ders verdiğini öğrenince heyecanla kendisiyle iletişime geçmiş ve okuldaki ofisinde görüşmüş, konuşmuştuk. Sonraki yıllarda da, hocalarımızın 2021 yılının başından bu yana vazgeçmeden sürdürdüğü “kayyımlığa sırt çevirme” eylemlerinde denk geldikçe Sumru Hoca’yla iletişimimiz devam etti. Maalesef, kayyım yönetim 2022’de önce kendisinin vereceği dersleri iptal etti, geçen sene de okulun kampüslerine girişini yasakladı. Fakat Sumru Hoca her şeye rağmen öğrencileriyle buluşmaya devam ediyor. Kendisi bu sene, okulumuzun bulunduğu Rumelihisarüstü Mahallesi’ndeki İBB Gençlik Ofisi’nde, her katılımcıya açık bir dilbilim dersi verdi. Biz de röportajı bu ofiste gerçekleştirdik. Umarım bir sonraki görüşmemiz okulda, dilbilim bölüm binasındaki ofisinde olur…


-Bu derslerin açılmasına gelen süreçte Boğaziçi Üniversitesi Dilbilim Bölümü’nün durumu neydi? Dersler açıldığında dilbilim diye bir bölüm var mıydı?

-Dilbilim dersleri 1968-69 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi’nde veriliyordu. Hatta şöyle, başlangıç noktası Prof. Dr. Hikmet Sebüktekin Bey’in Boğaziçi Üniversitesi’ne gelmesidir. Kendisi doktorasını Berkeley’de yapmış; oradan da University of Michigan Ann Arbor’da Yakındoğu dilleri bölümünde Türkçe profesörü olarak bir müddet çalıştıktan sonra artık Türkiye’ye dönmeye karar veriyorlar. Karar vermeleri 1968-69 akademik yılı oluyor, o sırada da ben burada öğrenciyim. Geldiği zaman dilbilim dersleri verilmeye başlıyor Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümü içinde. Daha doğrusu o sırada bölümün adı Karşılaştırmalı Edebiyat bölümüydü, Batı Dilleri değil.1

 

-Yüksek lisans düzeyinde mi?

-Hayır, lisans düzeyinde. Mezun oluncaya kadar ben verilen dilbilim derslerini aldım. Ayrıca o sırada Dr. Murphy2, dilbiliminde Cornelle’den doktoralıydı kendisi, fakat okulda dilbilim dersleri verilmediği için hazırlıkta (şimdiki Yabancı Diller Yüksekokulu) İngilizce hocası olarak çalışıyordu. Hikmet Bey’in de gelmesiyle dilbilimde ders verecek hocalar kadrosu oluştu. Asıl program karşılaştırmalı edebiyat programı, onun yanında dilbilim dersleri verilerek öyle bir dilbilim programı başlamış oldu. İlk dilbilim dersleri alıyor olmam öyleydi. O sırada her dönem aşağı yukarı birer ikişer ders olmak üzere, altı-yedi dilbilim dersi alarak mezun olduk. ‘73-‘74 akademik yılında ilk bağımsız dilbilim yüksek lisans programı başladı. Bir yıllık bir programdı ve ikinci dönemde de tez yazılır, bir yılın sonunda da master programı tamamlanırdı. Ben onun ikinci yılında, yani ‘74-‘75 yılında master’ımı aldım, o zaman tabii Robert Kolej, Boğaziçi Üniversitesi olmuştu. Sonra da Amerika’ya doktora yapmaya gittim, bütün bu sırada da hiç Kafkas dilleri falan yoktu programda. Dilbilimin değişik alanlarında dersler alıp, tezimi yazıp master’ımı aldıktan sonra Amerika’ya gittim. Bu arada tabii ‘80’lerde YÖK kurulmuş ve bu karşılaştırmalı edebiyat bölümünün adı Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümü olmuştu. Ben oraya yardımcı doçent olarak geldim ‘83 yılında.

Sumru Özsoy
Kaynak: “Ellerimle Anlatıyorum” YouTube Kanalı, “Sağır mı Engelli mi Denmeli” başlıklı video
https://www.youtube.com/watch?app=desktop&v=b_bRmOjc2dc
Son Güncelleme 21 Temmuz 2024

-Peki, sizin mezun olup sonrasında doktora için yurtdışına gitmenizle geri dönmeniz arasındaki dönemde dilbilim bölümünün gelişimi nasıl devam etti?

-Hikmet Bey buradaydı, yüksek lisans verilmeye devam etti. İlk başlarda hem Dr. Murphy vardı hem Hikmet Bey. Arada misafir olarak Bengisu Rona Hoca geldi. YÖK’ün kurulmasından önce Dr. Murphy ayrılmıştı. ‘79’da Eser Erguvanlı Hoca3 doktorasını tamamlayıp programa katılmıştı. Yani dilbilim dersleri programı hem lisans düzeyinde hem de master olarak veriliyordu. Doktora programımız da ‘90’ların sonlarında başladı. O zamana kadar biz dilbilimciler olarak Batı Dilleri’nin içindeydik ve dilbilim hep seçmeli dersti. Sadece Dilbilime Giriş dersi Batı Dilleri, Türk Dili ve Edebiyatı, İngilizce Öğretmenliği ve Çeviribilim öğrencilerine olmak üzere dört programa zorunlu dersti. Eğitim Fakültesi’ne İngilizcenin yapısı, Türkçenin yapısı gibi derslerimiz de zorunluydu. Batı Dilleri’nin öğretim üyesiydik ama derslerimiz kendi öğrencilerimize bile seçmeliydi, zorunlu değildi. O sırada hep master programı verilmeye, gelişmeye devam ediyordu. Kafkas dilleriyle ilgili şunu söyleyeyim; ben de gelip ders vermeye başladıktan sonra, LING111 diye birinci sınıfa girdiğimiz bir ders vardı. Çok geniş tabii dört bölüme veriliyor, öğrencilere genel olarak soruyordum kaç kişi Kafkas kökenli aileden geliyor diye. Açıkçası size söyleyeyim, epeyce bir el kalkıyordu. Yüzde 50 demeyeyim ama yüzde 40-45’e yakın el kalkıyordu. “Peki, kaç kişi dil konuşuyor” dediğim zaman el sayısı azalıyordu. Şöyle ki kalkanlar veya kalkık kalan eller de “Anlıyorum ama konuşamıyorum” gibi şeylerdi. Seneler geçtikçe azalmaya başladı kalkan eller açıkçası.

 

-Bu LING111 dersi neydi hocam?

-Dilbilime Giriş şu andaki LING101 gibi. Bizim bölüm olmamızdan önce Dilbilime Giriş LING111’di. İşte o dört bölümün öğrencilerinin aldığı dersti. Şunu da söyleyeyim, ben University of Michigan’da doktora yaparken orada ses bilgisi, yani fonetik dersini veren dünyanın ileri gelen fonetikçilerinden, Prof. Catford4 diye bir hocam vardı. Tabii üniversitede öğrenci sayısı çok olduğu için çok yabancı öğrenci de var. Kendisi öğrencilerle konuşurken, hangi bölümden olursa olsun, “Kafkas dili konuşuyor musun, biliyor musun?” diye soruyormuş. Bazıları Kafkas kökenliyim falan derse, “Peki, dili konuşuyor musun?” diye soruyor, hayır cevabını aldığında “Git önce Türkiye’ye, dili öğren, öyle gel buraya” dermiş. Aynı testten ben de geçtim. Ama çok yakınlık gösterdi, çok yakın olduk kendisiyle, ailesiyle. Ben Boğaziçi’ne geldikten sonra iki dönem buraya geldi misafir hoca olarak ve özellikle de tabii Tevfik Bey’le tanışmak istedi. Çünkü Ubıh dili ile çok yakın; fonetikçi olduğu için. Sonra Tevfik Bey’i gerçekten bulduk Hacıosman Köyü’nde.

Bir hafta sonu Catford Hoca, eşi ve ben arabayla onu bulma seyahatine çıktık. Balıkesir’e gittik, gitmeden önce Hacıosman Köyü nerede, nasıl bulurum diye haritalara bakmaya çalıştım. Haritada Hacıosman Köyü’nü bulamadım, ondan sonra Balıkesir il santralına telefon ettim “Hacıosman Köyü’nün muhtarlığını bana bağlar mısınız” diye. Bana gelen cevap: “İki tane Hacıosman Köyü var, hangisini istiyorsun? Bir tanesi Bursa’nın sınırında, bir tanesi Manyas’ın. Ne bileyim ben hangisi olduğunu?” O şekilde, yani bir noktada nereye gitmek istediğimizi bilerek ama nereye gittiğimizi bilmeyerek yola çıktık arabayla. Manyas’a yakın bir yerde o geceyi geçirdik. Ertesi gün köye gideceğiz ama nerede, nereye gideceğiz, ne yapacağız, bilmiyoruz. İstanbul’dan çıkmadan önce burada tanıdıklara soruyorum bilen var mı diye. Bir Lezgi köyünün nerede olduğunu bilen bir aile ahbabı, “Eğer Hacıosman’ı bulamazsan Lezgi köyü şuradadır” diye o yeri tam tarif etti. E peki, hadi Hacıosman olmayacaksa Lezgi köyüne gidelim diye kahvaltıyı bitirip neredeyse çıkacağız yola. Önemli olan Kafkas dillerinden konuşanları bulmak; Catford için. O sırada çay getiren garsona, “Hacıosman’ı arıyoruz ama bulamıyoruz” diye sorduk, o tarif etti bize. Gittik, bulduk ve Tevfik Bey’le orada tanıştık, köyünde biraz konuştuk kendisiyle. Ondan sonra da Catford’ın burada olduğu dönemde, Tevfik Bey de kışın zaten eşiyle beraber buradaki çocuklarının yanına geliyordu, İstanbul’da oldukları müddetçe onunla beraber çalışmaya başladık. Sonra da vefatına kadar ben çalıştım kendisiyle, öyle bir şansım oldu.

 

-İlerleyen sorularda bu cevapları alacaktım aslında. Oraya gelmeden önce, dersler 2011’de açıldı, dersler açıldığında da yine dilbilim yüksek lisans programı mıydı?

-Tabii tabii, yüksek lisans ama doktoraya da başlamıştık bu arada.

 

-Dilbilim hangi yıl lisansla beraber bölüm olmuştu?

-Bağımsız bölüm olmamız 2014’tür.

Soldan sağa: Prof. Catford’ın eşi Mrs. Catford, Tevfik Esenç’in eşi Emine Esenç, Tevfik Esenç.

-Kafkas dilleri dersleri açılmadan önce dilbilim hocaları olarak sizlerin bu dersleri açmak gibi bir planınız var mıydı? Yoksa spontane mi gelişti?

-Tam spontane değil. Şöyle ki; dil dersi olarak vermeyi açıkçası düşünebilecek durumda değildik çünkü kim verebilir onu bilmiyorduk. Mesela, Eser Hoca’nın da Roman dili üzerine çalışmaları vardı, ben Kafkas dilleri üzerine çalıştım. Kayseri’ye gittim, orada Kabartay aileyle kaldım. Yoldan geçen bütün değişik dilleri konuşanları bulup getiriyorlardı salona, onlarla kayıtlarım hâlâ var, öyle çalışmalar yapıyorduk. O araştırma çalışması, ama öğrenciye dili öğretiyorum demek, o bambaşka. Mesela, biz dilbilimin bağımsız bir bölüm olarak kurulması çalışmasına aşağı yukarı 2006-2007’de başladık. Dilbilimin bağımsız bölüm olması için tam anlamıyla lisans programına çıkması lazım. Lisansüstü zaten programımız var ama onu nasıl değiştirebiliriz, doktora programımız var, onda neler düşünebiliriz gibi şeyler üzerine çalışıyorduk. Yanılmıyorsam, yüksek lisans programının içinde “Structure of Caucasian Languages” gibi seçmeli derslerin arasına öyle dersler koyduk. Ama dil dersi olarak hiçbir zaman koyamadık. Dil derslerini lisans programının içine koyduk. Dilbilim bölümünde ders alan öğrencilerin dört dönem dil alma zorunluluğu var. Ama o dil Fransızca da olur, Japonca da olur, ve de şimdiki gibi Kafkas dilleri olabilirdi. Üniversitede verilen herhangi bir dil dersi olabilir. Ama önemli olan, dört dönem dil dersi alması dilbilim bölümü öğrencisinin. Onu öyle koyduk ama herhangi bir dilde saptama yapmadık. 2010 yılında “field methods” diye bir metodoloji dersi vardı programımız içinde, oraya, Lazca üzerine, anadili Lazca olan İsmail Bey geldi çalışmaya. Kendisi orada anadili konuşuru olarak çalıştıktan sonra ertesi yıl, artık öğrencide de ilgi var, Lazca dersi konması derken…

Bu arada şimdi sizin sorduğunuz veya soracağınız soruya geliyoruz; Kafkas dilleri nereden başladı, nasıl başladı? 2011 yılında Kuzey Kafkas Derneği’nden bir ilgili geldi ve Boğaziçi Üniversitesi’nde Kuzey Kafkas dillerinin verilmesi düşünülemez mi diye benle konuştular.

Soldan sağa: Tevfik Esenç, dönemin Hacıosman Köyü muhtarı,
köyden biraz da olsa Ubıhça bilen bir kişi
(Tanıyanlar bu iki kişinin isimlerini bildirebilirlerse memnun olurum, iletişim: ulasuzun57@hotmail.com)

-Bu, Lazcanın verildiği vakitlere mi rast geliyor?

-Beraber verilmeye başladı, verildiği zamana rast geliyor değil. Balkız Hoca’nın5 verdiği bir derse, Lazca anadili konuşuru olarak haftada bir gün İsmail Bey geliyordu. Öğrenciler ona şu yapıyı nasıl yaparsın, olumsuz yapıyı Lazcada nasıl kurarsın gibi sorular soruyordu. Ama ertesi yaz hem Kuzey Kafkas derneği…

 

-Kafkas Dernekleri Federasyonu?..

-Kuzey Kafkas Kültür Derneği diye biliyorum…

 

-İstanbul’daki dernek mi?

-İstanbul’da olabilir, evet…

 

-Yoksa dernekler federasyonu mu?

-Yo, hayır, federasyon değil, ama federasyonla ilişki içindeydi diye tahmin ediyorum. Çünkü biraz oradan da destek aldılar herhalde.

 

-İstanbul Kafkas Kültür Derneği olabilir, Bağlarbaşı’ndaki.

-Evet o, Bağlarbaşı’ndaki. Oradan biri geldi ve Boğaziçi’nde Kafkas dili verilemez mi diye sordu, böylelikle biz o dönem…

 

-Sizi tanıyan biri miydi, ya da sizin de tanıdığınız biri mi?

-Hayır hayır. Ama dilbilim ile ilgili olarak galiba adımı duymuş; öğrencilerden de büyük bir olasılıkla. Çünkü ne zaman bir dilbilim dersine girsem benim ilk sorduğum sorulardan biri, Kafkas kökenli olan var mı oluyordu hep. Onun için öğrenci her zaman ataktır, bilir, fark eder bir şekilde. Geldiler, benimle konuştular, ben de konuyu tabii önce dilbilimci arkadaşlara sundum. Hâlâ Batı Dilleri ve Edebiyatları içindeydik, dilbilimciler olarak oraya sunduk. Böyle böyle, Kafkas dilleri seçmeli olarak başladı.

 

-Yani ilk olarak iki ders açılmış oldu, Lazca ve Kabardeyce…

-Evet, çok doğru. İlhan Hoca iki yıl verdi o dersi, İsmail hoca hâlâ devam ediyor. İlhan Hoca iki yıl verdi, iki yıldan sonra gelmek istemediğini söyledi. O sırada da Rusça programında Fatimat Hoca ders vermeye başlamıştı, onun da zaten anadili Kabartay, o vermeye başladı. Tekrar aynı dernek bu defa Gunda Hoca’yla beni ziyaret etti, Abhazca dersi vermek üzere. Böylelikle Gunda Hoca da başlamış oldu, tahmin ediyorum 2014 yılında oldu.

 

-Peki, bu dersler açıldığında dilbilim bölümünün genel olarak Kafkas dilleriyle ilişkisi nasıldı? Çalışmalar yapılıyor muydu diller üzerine?

-Yapılıyordu tabii. Şöyle diyeyim, mateessüf benim Ubıhça üzerine yaptığım çalışma durmuştu. Çünkü Tevfik Bey’i kaybettikten sonra elimizde Ubıhça bantlar, her şey vardı ama onun sesini tam duyup metne dökmek için çok muazzam bir çalışma gerekiyordu, bir noktada onun yardımına ihtiyacım vardı. Öyle bandı dinleyip de bunu burada böyle söylüyor diyebilecek başka bir kişi de yoktu açıkçası. O açıdan, o çalışmalarım bantta kaldı. Hâlâ bantta kalmaya devam ediyorlar… Yanı sıra, Balkız Hoca doktorasını alıp geldikten sonra Lazcayla çalışmaları devam ediyor. Aslında onun dışında da başka pek yok Kafkas çalışan.

 

-İkinizin dışında başka çalışan hoca var mıydı?

-Hatırladığım kadarıyla yoktu, yanılıyor olabilirim ama yoktu.

 

1Robert Kolej’in yükseköğrenim veren bölümü 1971 yılında Boğaziçi Üniversitesi halini alınca Karşılaştırmalı Edebiyat bölümü de Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümüne dönüştü.

2Dr. Richard Murphy

 3Prof. Dr. (Emeritus) Eser Erguvanlı Taylan

 4Prof. Dr. John Cunnison Catford

5Prof. Dr Balkız Öztürk

 

-Doktoraya gittiğinizde Prof. Catford’la olan iletişiminizden bahsetmiştiniz. Mesela o dönem Kafkas dilleri üzerine bir çalışma yapmış mıydınız? Yoksa ilk defa döndükten sonra mı bu konu üzerinde çalıştınız?

-Döndükten sonra çalıştım. Çünkü Amerika’da doktora tezimi Türkçe üzerine yazıyordum ve herhangi bir Kafkas konuşucusu yok, onu yapacak durum da yok. Zaten doktora tezini yazmak o kadar zevkli değil, lisans düzeyinde yazmak da o kadar zevkli değil. Size söyleyeyim, herhangi bir tez yazmak zevkli değil, yani zevkli ama aynı anda iki ayrı çalışma olacak gibi…

Amerika’dayken hiç Kafkas dilleriyle ilgim yoktu. Ama Catford hocalık-öğrenciliğin dışında çok yakınlık gösteriyordu. Kendisi Kafkas dillerinin özellikle ses yapısı, ses bilgisi üzerine çalışıyordu. O açıdan üzerine hep konuşuyorduk, ancak gerçek akademik bir çalışma yaptım diyemem.

Soldan sağa: Kocaeli Kuzey Kafkas Kültür Derneği başkanlarından Rıfat Çağlın, Prof. Catford, Ercüment Çiftçi, Sumru Özsoy, Suat Çağlın. Önde oturan: Tulu Çiftçi.
Yer: Maşukiye, Çağlın ailesinin evi. (Fotoğrafta Çağlın ailesinin üyelerini isimleriyle tespit ettikleri için Aliye Oğuz ve Rüştü Öçbe’ye teşekkürler)

-Peki siz ne zaman başladınız?

-Tevfik Bey ile Hacıosman Köyü’nde tanıştığımızdan itibaren, aşağı yukarı ‘86 yanılmıyorsam, 4 veya 5 yıl çalıştık. O süreç içinde, o kışları İstanbul’a geliyordu çocuklarının yanına, o zaman burada çalışıyorduk. Ya ben onun olduğu yere, eve gidiyordum veyahut da onu oradan alıp buraya getiriyorduk, ses bantları alıyorduk. Yazın da o dönüyordu Hacıosman’a, evine gidiyordum, evinde misafir ediyorlardı beni. Orada beraber çalışıyorduk. Bantları öyle oluşturduk. Ama ‘90 yılında ben bir yıl buradan ayrıldım, Amerika’ya gittim, ‘91 yılında döndüm. ‘92 yılında kendisini kaybettik zaten, mateessüf.

-O vakitten sonra 2011 yılına gelene kadar herhangi bir çalışmanız oldu mu Kafkas dilleri üzerine?

-Birkaç makale yazdım, Ubıhça üzerine tabii. Çünkü Tevfik Bey’e sorabiliyordum, bu doğru mu, bu yanlış mı… Dumezil’le çalışmaya alışmıştı ve Dumezil ondan sürekli öykü söylemesini istiyormuş, onları banda alıyormuş. Halbuki, biz sentaksçı6 olarak cümle üzerinden gideriz ve de cümlenin mümkün olduğu kadar ne gibi değişik biçimleri olabilir diye bakıyoruz. Verdiği bir cümleyi ben değişik olarak söylediğim zaman o biraz şaşırıyordu, çünkü kendisi hazırlamış cümle böyle böyle olacak diye. Yani doğal dilde gerçek değişim var mı yok mu, onlardan açıkçası tam olarak emin olamadım hiçbir zaman. Söylediğinden emin olabildiğini tahmin ettiğim şeyler üzerine bir-iki makalem var. Ortaç7 yapısı, bir de belirteç8 yapıları üzerine makalelerim vardı. Ama ondan sonra durdum mateessüf.

 

6Sentaks (İng. syntax): Sözdizim. Tümce yapısını araştıran dilbilim dalı

7Ortaç: Sıfat-fiil

8Belirteç: Zarf

 

-Buradan derslerin açılması konusuna döneceğim. İdare, yönetim bu derslerin açılmasıyla ilgili nasıl bir tutum sergiledi?

-Çok olumlu, en ufak bir sorun yoktu. Hiçbir sorgulama yoktu. Biz önerdik zaten, ilk önerdiğimiz zaman Batı Dilleri ve Edebiyatı’nın içindeydik, daha ayrı bir bölüm olmamıştık. Batı Dilleri, yani kendi bölümümüz tamamıyla üstlendi. Edebiyatçı arkadaşlar da her yerde savundular. Doğal olarak herhangi bir alanda bir bölüm kurula bir ders önerisi götürdüğü zaman, kuruldaki bütün üyeler, hem fenciler var hem edebiyatçılar var, her üye, yani edebiyatçı veya sosyolog kendi alanında bir ders önerdiği zaman fizikçi de soruyordu, kimyacı da soruyordu bu nedir diye. Ve de kişiler anlatıyorlar neden bu dersi öneriyorlar diye. Kafkas dilleri de aynı şekilde o süreçlerden geçti. Hiçbir zaman için geri çevrildi diye bir durum olmadı.

-Olumsuz bir dönüş olmadı dediniz, olumlu bir dönüş oldu mu?

-Hiçbir sorun çıkmadan kabul edilmiş olmasını olumlu olarak yorumluyorum. Ama ayriyeten de hiç kimse onu yapamaz, dersler arasında ayrım yapılamaz. Nasıl bir fizikçi şu konuda fizik açıyorum derse, eğer eleştiriler olacaksa daha ilk adımdan başlıyor zaten. Neden bunu böyle yaptınız, neden bunu öneriyorsunuz gibi… O savunmalar geçtikçe zaten her şey olumlu gidiyor. Onun için hiç öyle iki yanağımızdan öpen falan da olmadı.

-Bu derslerin açılmasındaki genel sebep neydi? Derslerin açılmasında bölümün motivasyon noktası neydi? Aslında biraz bu konuya da değindik.

-Şöyle, iki motivasyondan bahsedeceğim size. Birincisi, dilbilimciler olarak bizim motivasyonumuz. Bu diller çok çok erişilmesi zor diller, anadili olarak konuşan birisi bulunduğu zaman bunun öğrenciye ulaşması lazım. Öğrencinin de zaten mümkün olduğu kadar değişik dillere açık olması gerek, öyle düşünüyoruz. Dilbilim açısından dillerin verilmesi önemli. Ve de hep ümit ediyoruz ki, Kafkas kökenli öğrencimiz de olduğu için bu dillerin verildiğini gördükleri zaman alacaklar dersleri. Böylelikle de ders kendi içinden kendi kendini destekleyecek. İkincisi, ne kadar dil verilirse bir üniversitede, o kadar üniversite için zenginliktir. Dilbilimci olmayan, bu dil derslerini onaylayacak olan arkadaşlar tarafından da o yaklaşım içinde bakıldı. O açıdan dil dersleri her zaman için çok destek gören dersler oldu, ki hiçbir sorun çıkmadı.

-Bu derslerin açıldığı ilk dönemde genel olarak öğrencinin ilgisi nasıldı?

-Şöyle diyeyim, arada fark var. Lazca her zaman çok kalabalıktı. Lazca gerçekten çok çok kalabalıktı. Kabardeyce pek o kadar kalabalık değildi, öyle hatırlıyorum. Ama Lazcaya başından itibaren çok büyük ilgi vardı, hâlâ da var. Lazcaya olan ilgiyle diğer Kafkas dillerine olan ilgi arasında fark var. Çünkü onu kotalardan takip ediyorum, kotalar ne kadar doluyor diye. Tamam, kolay diller değil, dilbilimci olarak bile söyleyebilirim onu, ama biraz daha öğrenci gelse ben daha da memnun olacağım, hocalar da daha memnun olacaktır eminim. Ama önemli olan hocalarımız var, o çok iyi. Böyle iyi hocalar var.

-Peki neden Kafkas dilleri? Farklı dillerin eğitimini verecek anadili konuşurları da bulabilirdiniz. Bu, bölümdeki akademisyenlerin de bu dillerle ilgili çalışmalar yürütmüş olmasıyla mı alakalı, yoksa dillerin kendi yapısıyla mı?

-İkisinin karışımı. Şöyle diyeyim; bir dilbilimci olarak Kafkas dilleri inanılmaz diller. Herkes aşağı yukarı İngilizce biliyor, Türkiye’dekiler zaten Türkçe biliyor, Almanca biliniyor, Fransızca biliniyor, Farsça biliniyor falan. Fakat Kafkas dillerinin yapısal olarak özellikleri bütün bu dillerden çok çok farklı. O açıdan bir dilbilimciye böyle bir soru sorduğunuz zaman size sonsuz sayıda şey anlatabilir.

Ubıhçayı ben o kadar Tevfik Bey’le çalışmış olmama rağmen, açıkçası konuşması neredeyse imkânsız. Çünkü 82-83 ünsüzü, arada işte bir ünlüye benzer ses çıkıyor, yani dilbilim açısından inanılmaz bir derya oradaki yapı. Artı, bütün Kafkas dillerinin genel karakteristiği; sözcük yapısı açısından o önden eklemeli, sondan eklemeli, kişi ekleri önde geliyor, uyum ekleriyle zaman ekleri onların dağılımı açısından çok çok ilginç. Artı, bir noktada Kafkasya diye düşündüğünüz zaman avuç içi kadar bir yer, bütün o avuç içi yer içinde üç ana Kafkas dil ailesi var. Her birinin içinde neredeyse birbirini anlamayan toplam 38-39 tane dil var. Bu bir dilci için inanılmaz bir derya, evet. Tabii, ona göre de çalışması çok zor. Yani anadili değilse çalışması gerçekten çok zor.

-Ubıhça üzerine yazdığınız makalelerin dışında, dersler açıldıktan sonra bu diller üzerine çalışabilme imkânınız oldu mu?

-Oldurmaya çalıştım ama olmadı açıkçası. İlk Kabartayca verilmeye başladığı zaman İlhan Bey’le beraber sizin şu anda derste kullandığınız materyalin çıkarılmasında biraz önayak oldum. Dil nasıl öğretilir, hangi sırada öğretilir… Benim ona ilk önerim şuydu; ilk başta Latin harfleriyle başlayın ki dilin yapısını öğrenci görmeye başlasın, ondan sonra Kiril’e geçmek iyi olur. Çünkü ilk başta Kiril’le başladığı zaman öğrenci daha fazla alfabeyi öğrenmeye çalışacak, ona konsantre olacak, yapı gidecek bu arada. Halbuki önemli olan yazı değil, önemli olan öğrencinin dili görmesi. Gunda Hoca şimdi öyle yapıyor. Çünkü aynı şekilde Gunda Hoca’yla da oturduk, çalıştıktı. Tabii genelde Kafkasya’da yapılan sistem kullanıldığı için bütün sistemler Kirille başlıyordu. Halbuki öğrencinin ilk başta dilin ne olduğunu görmesi için yazıyı bir kenara atmak gerekiyor.

Her dil her alfabeyle yazılabilir, dilin alfabeyle alakası yok. Türkçeyi de Kirille yazabilirsiniz, Türkçeyi de Arap harfleriyle yazabilirsiniz, Türkçeyi Kanji ile de yazabilirsiniz. Onun için yazıyı dışarıda bırakıp Türkiye’de olan bir öğrencinin bildiği Latin harfleriyle başlamalı sistem. Basitten başlayıp komplekse doğru gitmek gibi… Bir müddet sonra, birinci dönemin sonuna doğru Kiril başlayabilir. Çünkü o zaman ilk iki ay sistemi görmeye başlar öğrenci, ondan sonra artık alfabeyi öğrensin dilin yanında. Aynı şeyi Gunda Hocayla yaptık, onun için de Gunda Hoca iki, üç kitap bastırdı burada verdiği derslerde. Her ikisi de vardır onda fark etmişseniz eğer. Latini tuttu, onun yanına Kiril de koydu, böylelikle paralel gidiyor. Önemli olan hiç Kirile alışık olmayan bir sistemde öğrenciye dili öğretmek, yazıyı değil. O açıdan dillerle öyle çalıştım, dilin yapısı üzerine değil de… Oradan makale çıkmadı ama dillerin yapıları üzerine çalışmaya devam ettim. Kafkas dilleri üzerine Balkız Hoca’yla da bir ansiklopedi makalesi yayımladık. Genel olarak Kafkas dillerini tanıtıcı bir makale, SAGE ansiklopedisi içinde çıktı.9

-Peki son ve toparlayıcı bir soruyla bitiriyorum; 2011 yılında bu dersler açıldı ve o günden bugüne bir kesinti olmadan da devam ediyor…

-Gerçekten de öyle, evet…

-Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani Türkiye’de bir dilbilim bölümü içinde bu dersler veriliyor ve dilbilim öğrencileri de bunun üzerine çalışabiliyor, akademisyenleri de çalışabiliyor, genel olarak bu mevcut çerçeveyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Olması gerektiği gibi oluyor. Keşke daha fazla Kafkas dili de verebilsek, keşke daha fazla öğrenci de bunları alsa ve de öğrenciler o dilleri gerçek olarak öğrenip, özellikle dilbilim öğrencileri açısından diyorum tabii, onlar üzerine akademik çalışmalara devam etseler…

-Benim soracaklarım bunlardı, sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı Hocam?

-Kafkas dilleriyle yapılan çalışmaların öğrenciler tarafından da devam ettirilmesini ümit ediyorum her zaman, onu söyleyeyim. Çünkü hocalarınız kendileri dilleri çalışmıyor olsalar bile danışmanlık yapabilirler ve yol gösterebilirler. Kendileri de çalışan hocalar var ama kendileri özellikle Kafkas diliyle çalışmıyor olsa bile yol gösterici hocalar var, onlardan faydalanmakta yarar var…

 

9Özsoy, S. and B. Öztürk (2019) Languages of the Caucasus. The SAGE Encyclopedia of Human Communication Sciences and Disorders. New York: Sage Publications.

 

(Devam edecek)

 

Fotoğrafların kaynağı: Sumru Özsoy arşivi

 

Terimlerin açıklamaları için kullanılan kaynaklar:

  • Türk Dil Kurumu Sözlükleri “Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük”. Son güncelleme 21 Temmuz, 2024

https://sozluk.gov.tr

  • İmer, Kâmile, Ahmet Kocaman ve A. Sumru Özsoy. Dilbilim Sözlüğü. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2019.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz