Boğaziçi Üniversitesi’nde 2011-2012 ders yılından beri Kafkas dilleri dersleri veriliyor. Dersler Batı Dilleri Edebiyatları Bölümü altında verilmeye başladı, ilk olarak LING480 koduyla Lazca ve LING481 koduyla Çerkesçe (Kabardey diyalekti) dersleri açıldı. Sonrasında bunu 2013’te LING48B koduyla açılan Abhazca dersleri izledi. 2014’te Dilbilim Bölümü’nün kurulmasından bu yana dersler Dilbilim Bölümü’nün altında CAU (Caucasian Languages/Kafkas Dilleri) koduyla verilmeye devam ediyor. Bu kısa bilgilendirmeyi neden yapıyorum? Başlıkta da okuduğunuz üzere; siz okuyucuların bir kısmının bildiği, bir kısmının kulağına çalınan, bir kısmının da daha önce hiç duymadığı 13 yılını doldurmuş bir süreç var ortada. Peki, bu süreç nasıl başladı ve bugüne nasıl geldi?
Bu soru, CAU111 kodlu Çerkesçeye (Kabardeyce) giriş dersini almamla aklıma geldi ve cevabını aramaya koyuldum. Altı farklı kişiyle altı röportaj yaptım. İlk olarak A. Sumru Özsoy Hoca’yla görüştüm (https://jinepsgazetesi.com/2024/08/bogazici-universitesinde-kafkas-dillerinin-13-yili-1-bolum/); kendisiyle Kafkas dilleri dersleri açılana kadar gelen süreçte dilbilim bölümünün gelişimini, derslerin açılma sürecini ve bir dilbilimci olarak Kafkas dillerini, yaptığı çalışmaları konuştuk. Ardından, Kafkas dilleri derslerini veren hocalarımız İsmail Avcı Bucaklişi (https://jinepsgazetesi.com/2024/10/bogazici-universitesinde-kafkas-dillerinin-13-yili-2-bolum/), İlhan Aydemir, Fatimat Zhiletezheva (https://jinepsgazetesi.com/2024/11/bogazici-universitesinde-kafkas-dillerinin-13-yili/) ve Gunda Ankuab’dan 10 yılı aşan tecrübelerini dinledim. Son olarak da mevcut Dilbilim Bölüm Başkanı Balkız Öztürk Hoca derslerin dünü-bugünü hakkındaki sorularımı cevapladı, Kafkas dilleriyle geçen 13 yılın dilbilim bölümündeki yansımalarını anlattı.
Aşağıda okuyacağınız söyleşi, serinin dördüncü bölümü. İlk bölüm Jineps’in Ağustos 2024 sayısında yayımlanmıştı, okumamış olanlar seriye Sumru Özsoy’la gerçekleştirdiğimiz bu söyleşiden başlayabilir. İkinci ve üçüncü bölümlerde de Lazca ve Çerkesçe derslerini veren hocalarımızla konuşmuştuk.
Serinin dördüncü bölümünde, Boğaziçi Üniversitesi’nde 2012-2013 eğitim öğretim yılından bu yana Abhazca derslerini yürüten Gunda Ankuab’ın tecrübelerini okuyacaksınız. Bu söyleşiyi 14/05/2024 tarihinde, Boğaziçi Üniversitesi’nin de bulunduğu Rumelihisarüstü Mahallesi’nde bir kafede gerçekleştirdik. İletişim konusunda yardımcı olduğu için arkadaşım Caprapha Merve’ye ayrıca teşekkürler, iyi okumalar ve bir sonraki bölümde görüşmek üzere…
-Boğaziçi Üniversitesi’nde ders vermeye başlamadan önce dil eğitimiyle ilgili bir deneyiminiz var mıydı?
-2000’lerin başında Türkiye’de dernek etkinliklerine aktif katılmaya başlamıştım. Dernekte Abhazca öğrenmek isteyenler vardı ve ders vermemi teklif ettiler. Ben de kabul ettim, ama o dönemde Abhazca bilmeyenlere dil öğretmek için hiçbir kaynak yoktu. Dernek bünyesinde açtığım kurslarda ilk olarak alfabeyi öğrenmeye başladık, fakat sene sonuna geldiğimizde öğrenciler alfabenin dışında pek bir şey öğrenmemiş oluyorlardı. Zamanla kendi sistemimi oluşturmaya başladım ve kaynak olarak bir konuşma kılavuzu hazırlamayı düşündüm. Abhazca öğrenmek isteyenler için bir konuşma kılavuzu kullanarak dil öğrenmenin daha kolay olacağını düşündüm. Ne de olsa kalıp hazırdı ve neredeyse bütün dillerde örnekleri vardı. “Niye Abhazcada da olmasın” dedim ve bir kılavuz hazırlamaya başladım. Söylemesi kolay, ama çalışma uzun sürmüştü. Kılavuz üzerine çalıştığım sıralarda Murat Papşu misafirliğe gelmişti, kılavuzu inceleyince kitap olarak basmayı teklif etti. Böylelikle, “Türkçe-Abhazca Konuşma Kılavuzu”nu birkaç yıl sonra, 2007 yılında yayımladık.
Türkiye’de Abhazca dersi verecek, birkaç kişi hariç, neredeyse kimse yoktu. Benim bildiğim kadarıyla Sakarya’da Ajiba Faruk (Mert) Abi uzun yıllar boyunca isteyenlere dili öğretmek için çabaladı ama onun dışında kimse yoktu ve ders verebilecek seviyede Abhazca bilen filologlar da herhangi bir gelir ve kaynak olmadığı için Türkiye’de ders vermeye yanaşmıyorlardı. Ben ders vermeye başladığım zamanlarda Faruk Abi kendi yazdığı Abhazca dilbilim notlarını o dönem yaşadığım İzmit’e getirmişti, onun çalışmalarından da faydalandım. Ayrıca 2005 yılında Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun yürütmüş olduğu Abhazca öğretmenlerinin yetiştirilmesi çalışması kapsamında Abhazya Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ludmila Hibba eğitim vermek için Ankara’ya gelmişti. Güzel çıktılar alınan bir çalışma oldu ve kursları bitiren öğretmenler, halen Türkiye’nin çeşitli yerlerinde Abhazca dersleri vermeye devam ediyorlar.
2010 yılı civarı, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı KO-MEK’te de (Kocaeli Meslek ve Sanat Eğitim Kursları) Abhazca dersleri vermeye başladım. O dönemin Kocaeli Kafkas Kültür Derneği Başkanı Sami Korkut; dernek yönetim kurulu üyeleri Hilal Atan, Erdal Çatan, Nurten Özcan ve öğrencilerin sayesinde KAFFED aracılığıyla başvuruda bulunarak bu kursları açabildik. Böylece, Abhazca Türkiye’de ilk defa bir resmi kurumda öğretilmeye başladı.
-Boğaziçi’nde ders vermenize gelen süreç nasıl gelişti?
-Bir gün Handan Demiröz beni aradı, “Boğaziçi’nde Abhazca dersleri verilmeye başlanacak, yapabilir misin?” dedi. Ben de kabul ettim, zaten Abhazcanın öğretilmesinde hiçbir zaman elimi taşın altına koymaktan çekinmedim. Boğaziçi’nde de böyle bir durum gelişip dersleri vermem teklif edildiğinde tabii ki onayladım. Handan Demiröz’le birlikte üniversiteye geldik ve Sumru Hanım’la görüştük. Sumru Hanım bana Latin alfabe bazlı bir ders kitabı hazırlamam gerektiğini, derslere ancak bu şekilde başlayabileceğimizi söyledi. Açıkçası, ilk başta Latin alfabeyle ders verilmesine karşıydım, Kiril alfabe üzerinden gidilmesi gerektiğini düşünüyordum.
-Size Latin alfabe üzerinden bir kitap hazırlanması gerektiği mi söylendi?
-Latin alfabe bazlı bir ders kitabı üzerinden gidildiğinde öğrencilerin dili daha rahat öğrenebileceği söylendi. Benim babam şair-yazardı, kitapları Kiril alfabesiyle yazılıdır, karşı çıkma nedenlerimden biri de o idi. Durumu Handan Hanım’la ve Sezai Babakuş’la konuştum, “Kiril alfabesiyle denedin, bir de bu şekilde dene, belki daha güzel bir sonuç alırsın” demişlerdi. Ben de denemeye karar verdim. Sumru Hanım da zaten kitabın hazırlanmasında yardımcı olacağını söylemişti. Kitabı hazırlarken Sumru Hanım’la birlikte çok çalıştık. İşin en önemli kısmı Abhazca/Abhazca için Latin alfabe hazırlarken alfabenin dile en uygun halini oluşturmaktı ve bu hazırlık sürecinde bilmediğim çok şey öğrendim Sumru Hanım’dan. Şu anda Latin alfabe bazlı bir sürü Abhazca materyal internette dolaşıyor ama en düzgün ve uygun olanın bizim hazırladığımız materyal olduğunu düşünüyorum. Çünkü ortada bir dilbilim profesörünün, Sumru Hanım’ın katkısı var. Ben de zaten Latin alfabe bazlı bir materyalin dilin öğretiminde daha faydalı olacağına ikna olduğum için bu işe giriştim, ki ikna olmam da biraz zordur…
-Peki, bu kitabın hazırlık süreci hangi yıllara denk geliyor?
-2011’de kitabın hazırlığına başladık. 2012’de Boğaziçi’nde dersleri vermeye başladım, zannediyorum o sıralarda 24 bölümlük kitabın 15 bölümünü tamamlamıştık. İzmit’ten haftada iki kere İstanbul’a gidip geliyordum, bazen İstanbul’da kalıyordum, açıkçası çok zor bir dönemdi. Kampüsün yolunu da bilmiyordum, Handan Hanım bir kere beni sahildeki kapıdan getirmişti, ben de yolu oradan bildiğim için kampüse hep sahildeki kapıdan girip yokuşu çıkıyordum, meğer bir de ana kapı varmış… Her hafta üç-dört taşıt değiştirerek İstanbul’a gidip geliyordum. 2016’ya kadar ders vermek için İzmit’ten gidiş geliş yaptım.
-Aslında biraz bahsettiniz, dersler başlamadan önce nerelerde dil dersi vermiştiniz?
-Dediğim gibi derneklerde ve KO-MEK’te ders verdim.
-İstanbul Abhaz Kültür Derneği’nde mi?
-Yok, Bağlarbaşı’nda (İstanbul Kafkas Kültür Derneği-İKKD) ders verdim. Boğaziçi’nde ders yaptıktan sonra akşam Bağlarbaşı’na gidip, ders yapıp İzmit’e geri dönüyordum. Herhalde şimdi olsa öyle bir şeyi yapamam, bayağı yoruluyordum. Dediğim gibi KO-MEK’te de dersim vardı. Boğaziçi’nde ders verirken derneklerdeki dersleri de öğrenci olduğu sürece hiç bırakmadım.
-Peki, Sumru Hoca’yla beraber ders içeriği hazırlama süreciniz nasıl geçti?
-Hem Sumru Hanım’ın yönlendirmesiyle hem de istişare ederek çalıştık diyeyim.
Örnekleri hazırlarken başka kaynaklardan da yararlandım tabii. İngilizce, Fransızca gibi en çok kullanılan dillerdeki eğitim kitaplarına baktım. Sumru Hanım da hazırladığım kısımları onaylayınca kitap için çalışmalarıma devam ediyordum.
Kitabı iki-üç senenin sonunda tamamen bitirdim, bu sırada sevgili öğrencilerimle de çok çalıştım. Kitapta bir yanlışlık ya da eklenmesi gereken bir kısım varsa bana söylüyorlardı, ben de uyguluyordum. Yani ders kitabını hep beraber hazırladık…
-Bu hazırladığınız ders içeriğine göre şu anda okulda kaç kur açılabilir durumda?
-Dört kur açılabiliyor.
-Dört kuru da alan öğrenci hangi seviyede bir dil yeterliliğine sahip oluyor?
-A1-A2 seviyelerini bitiriyor kesinlikle. B seviyesinin yarısına, B1’e geliyor ama bitiremiyor. Haftada üç saat ders yetmiyor tabii.
-Peki açtığınız kurların tamamını alan bir öğrenciniz ya da öğrencileriniz oldu mu?
-Başından sonuna kadar bütün kurları alan öğrencilerim var, ama az. Şöyle bir sorun var, mesela öğrenci dördüncü sınıfta dersi almaya başladığında Abhazcayı sadece iki dönem alabiliyor, yani iki kur almış oluyor; üçüncü, dördüncü kurları almaya zamanı kalmıyor. Bu şekilde olduğu için dört kuru da alan öğrenci sayısı az; yani öğrenci benim ders işleyişimi ya da Abhazcayı beğenmediği için değil.
-Dersleri çoğunlukla hangi öğrenciler alıyor? Dilbilim öğrencileri mi çoğunlukta, yoksa dilbilim dışı öğrenciler mi?
-Son senelerde, sanırım Balkız (Öztürk) Hanım’ın da yönlendirmeleriyle, dilbilim bölümünden öğrencilerimin sayısı artmaya başladı, hatta şimdi Abhazca üzerine tez yapan birkaç öğrencim var. Ama normalde her bölümden öğrencim oluyor; fizikten, kimyadan, edebiyattan… Turizmden çok öğrencim vardı, Abhazya turizmiyle ilgili kendi bölüm derslerinde sunumlar yapmışlardı. Her bölümden öğrencim var, ama dilbilim öğrencileri çoğunlukta diyemem, azınlıktalar.
-Dersleri alan Abhaz öğrencileriniz oldu mu?
-Evet, dönem denem oluyor bir-iki kişi. Abhazcayı önceden duydularsa daha rahat öğrenebiliyorlar.
-Ben de o konuya gelecektim, bu öğrencilerinizin dil durumları nasıldı? Dili bilen var mıydı? Ya da dili anlayabilen?
-Bilen yoktu ama dilin konuşulduğu ortamda bulunmuş olan öğrenciler bazı kelimeleri söylediğimde “Aaa, ben bunu duymuştum” diyebiliyorlar. Mesela fasulyeyi (аҟәыд) ve Abhaz pastasını (абысҭа) mutlaka bilirler.
-Abhaz öğrencilerinizin dili öğrenmesiyle, hiç alakası olmayan bir öğrencinin dili öğrenmesi arasında bir fark gözlemlediniz mi?
-Tabii ki. Dili duyan, önceden bir kulak dolgunluğu olanlar kelimeleri daha rahat söyleyebiliyor. Ama şöyle bir şey de var; illaki dili duymuş olmak gerekmiyor, biraz da kişinin dile yatkınlığı olacak. Bu hafızayla ilgili bir şey, akılla değil. Hafızası iyi olduğu için Abhaz olmayan ama dili daha çabuk kavrayan öğrenciler de oldu.
-Dersleri alan, Abhaz olmayan öğrencilerinizin dile ilgileri ve yaklaşımları, yorumları nasıl?
-Bazıları böyle bir halkın varlığını dahi bilmedikleri ve dilini de hiç duymadıkları için onlara değişik geliyor. Ama sonradan, en azından Abhazya’yı ülke olarak marak etmeye başlıyorlar. Yurtdışından da çok öğrencim oldu bu arada; İtalya’dan, Amerika’dan, Almanya’dan, İspanya’dan değişim programına gelen öğrencilerim vardı ve çok ilgililerdi.
-Onların performansı nasıldı?
-Çok iyilerdi, inanın Türkçe öğrenmeden Abhazcayı daha iyi konuşuyorlardı.
-Türkçe bilmiyorlarsa siz nasıl iletişim kuruyordunuz onlarla?
-İngilizce anlatmaya çalışıyordum. Yabancı öğrencilerim aynı zamanda Türkçeyi de öğrenmeye çalışıyorlardı ve dediğim gibi Türkçeden çok Abhazcayı daha iyi öğrenmiş olarak geri dönenler oldu. En azından Abhazcayı zamanla unuturlarsa da Abhazya’nın nerede olduğunu unutmazlar.
-Dille ilgili yorumları nasıldı? Yani zorluğu, kolaylığı ya da sesleriyle ilgili yorumları var mıydı? Ya da dilin yapısıyla ilgili?
-Boğaziçi’nde ders vermeye başlamadan önce seslere çok önem veriyordum. Çünkü Abhazcada bir harfin hafif değişmesiyle kelimenin anlamı değişiyor, mesela “аца” (atsa) derken kirazsa, “аҵа” (ats’a) demek bit… Ama dili çocukluğundan beri konuşmayanlar için bu sesleri çıkarmak zor oluyor ve ben de artık bunun üzerinde çok durmuyorum. Öğrencinin kelimeyi görüp, duyup anlamını bilmesi daha önemli. Çok yakın olan seslerde mantık yürütmeli, mesela cümle içerisinde “Bit yiyorum” veya “Kiraz yiyorum” farkını anlaması gerekiyor. Ayrıca dil yapısı ile ilgili daha zor olan kısımlar ileriki kurlarda olduğu için, oraya kadar gelen öğrenci zaten ne yapması gerektiğini de öğrenmiş oluyor…
-Dilbilim öğrencilerine dili öğretmekle dilbilim öğrencisi olmayan birine öğretmek arasında bir fark var mı sizce?
-Var tabii ki. Dilbilim öğrencilerine anlatırken “leb demeden leblebi” durumu oluyor, zaten kendi alanları bir dili incelemek olduğu için anlatılan şeyi kolay kavrıyorlar. Diğer bölümlerden olan öğrencilerle biraz daha yavaş gidiyorsun; “bu isimdir”, “çekim bu şekilde oluyor” diye tek tek anlatıyorsun.
-Ders verdiğiniz yıllar içerisinde dilbilim açısından Abhazcayı akademik düzeyde çalışacak bir öğrenci ya da öğrenciler yetişti mi?
-Daha önce söylediğim gibi, son dönemlerde Abhazca üzerinde tez çalışmaları yapılıyor. Bunların Dilbilim Bölüm Başkanımız Balkız Hanım’ın yönlendirmeleri sayesinde olduğunu düşünüyorum. Ayrıca kendisiyle de Abhazcayla ilgili çalışmalar yaptık. Çalışmalar Oxford Üniversitesi Yayınevi tarafından basıldı.
-10 yılı aşkın bir süredir geliştirdiğiniz materyallerle bu dersi veriyorsunuz, peki şu anda dil mevcut materyallerle öğrenilebilecek seviyede mi?
-Evet. Dili hiç bilmeyenler için Latin ve Kiril alfabe ile oluşturulmuş Türkçe ve İngilizce bazlı yeni bir kitabım çıktı. Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’nde yayımlanan Abhazca ders kitabının geliştirilmiş bir hali… Temel olarak yeterli derecede bilgi içeren kitap ama dili konuşmak için pratik gerekir, onun için de ortam… Dil ihtiyaçtır, konuşmak için dile ihtiyaç duymalısınız. Böyle bir ihtiyaç da olmadığından, dil ne kadar öğrenilebilir bilemiyorum. Şu anda Rusça bilerek Abhazya’ya giderseniz hiç sorun yaşamazsınız, Kafkasya’da herhangi bir yere giderseniz de aynı şekilde… Abhazcayı günden güne daha az konuşur hale geliyoruz, bu konuşma ihtiyacını ancak suni olarak yaratabiliriz diye düşünüyorum.
-Derslerden ayrı olarak, yolunuz Boğaziçi Üniversitesi’yle kesiştiğinden bu yana Abhazcayla ilgili herhangi bir akademik çalışma gerçekleştirebilirdiniz mi?
-Evet, dediğim gibi Balkız Hanım’la çalıştık, birlikte bir çalışma yaptık. Öğrencilerle de tez çalışmaları yaptık…
-Sumru Hoca’yla ders materyallerinin hazırlanması dışında başka bir çalışma yapma imkânınız olmuş muydu?
-Hayır, çalışmadık. Ama Sumru Hanım ile bu süreçte üniversitede ve dışarıda hep görüştük. Bana her konuda destek oldu, bölüm binasında bana ofis ayrılmasından ders kitabının basımına kadar tüm ihtiyaçlarımda şahsen ilgilendi, destek oldu. Her karşılaştığım sorunda veya soruda ona danıştım.
-Derslerin başlangıcından bugüne gelen süreçte dersi alan öğrenci sayısında nasıl bir seyir var? Artıyor mu, azalıyor mu?
-Hiç kestiremiyorsunuz. Geçen dönem 12 kişi kadardı, bu dönem 5 kişi… İkinci ve üçüncü kurlarda genellikle az öğrenci olur ama birinci kurda bazen 25-26 kişinin olduğu sınıflar oldu.
–Son soruyla bitiriyorum; Boğaziçi’nde ders vermeden önceki Gunda’yla bugünkü 10 yılı aşkın süredir ders veren Gunda arasında bir fark var mı?
-Tabii ki var. Öğrenciye bakınca artık kimin neyi nasıl yapacağını biliyorsun. Öğrencinin ilk derste nasıl cevap verdiğine göre gidişatını anlıyorsun. Yaşadıkça tecrübe ediyorsun, hayat tecrübeden ibaret zaten… İlk başladığım zamanlarda Türkiye’de bir Abhazca öğretmeni olsaydı zaten ben bu işin üstüne gitmezdim ve şu andaki ders kitapları vs. hiçbiri olmazdı, onu kesinlikle söyleyebilirim. Tabii bu da yaptığım işi sevmediğim anlamına gelmiyor ama belki daha kolay yollardan giderdim…
10 sene önceki Gunda tabii ki daha heyecanlıydı, şimdi o kadar sayılmaz. Bu sadece benimle alakalı değil, dönemin değişmesiyle de alakalı diye düşünüyorum. Artık 10 sene önceki Gunda kadar umutlu değilim, dilimizin kaybolacağını düşünüyorum… Abhazca, Adigece, Kabardeyce fark etmez, biri biraz daha geç, biri biraz erken… Dünya bizi yutup gidiyor… Ve çok üzücü ki Abhazca anlattığım şeyi aynı kelimelerle Türkçeye çevirirsem o anlamı taşımıyor. Dil kayboldukça onun kişiliği, karakteri de kayboluyor; doğadaki seslerin bu dildeki yansımaları, denizin dalgası, kuşların ötüşü de ortadan kalkıyor… Şu andaki duygularım böyle, birkaç sene sonra benimle bir daha konuşursan belki “Çok yanıldım, meğer herkes Abhazca konuşuyormuş” da diyebilirim.